DOĞRU İSTERSEK OLUR; HİÇBİR ŞEY GÖRDÜĞÜMÜZ GİBİ DEĞİLDİR!
Her Şey Enerjidir; Enerjiden Başka Bir Şey Yoktur, Madde de Saf Enerjidir, Biz İnsanlar da Sadece Enerjiden Oluşuruz. Düşünceler, Duygular, Heyecanlar, Olaylar ve Durumlar da Enerjinin Değişik Biçimleridir…Bu çerçeve içinde Evren’e dileğimizi gerçekleştirmek için nasıl ifade etmeliyiz, doğru istemeyi nasıl öğrenmeliyiz…
Madde nelerden oluşur? Çok minik, atom denen parçacıklardan. Eşyalar, birbirinden, sadece hangi atomlardan oluştuklarıyla ve bunların nasıl sıralandığıyla ayrılırlar. Bu Dünya’daki bütün maddeler, sadece bu atomlardan oluşur. Atomlar, atomlarla birleşerek, büyük bileşenler oluşturur veya tekrar ayrılırlar.
Atomlar, daha küçük basit taneciklere ayrıştırılabilir; bunların en önemlileri protonlar, nötronlar ve elektronlardır. Bunu basite indirgeyerek şöyle hayal edebiliriz: Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ile bunların etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Hayal etmesi zor ama gerçek: bir atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, SADECE BOŞLUKTUR. Buna rağmen, bunu madde sayarız. Ancak sadece biz, bunun böyle olduğunu varsayarız, gerçekte ise böyle değildir: Hiçbir Şey Gördüğümüz Gibi Değildir.
Biz sadece çeşitli titreşimleri algılar, bu bilgileri beynimizde işleyerek, sabit bir tasarıma dönüştürürüz. Biz bunu “çeviririz”. Neredeyse tüm insanlar, çok benzer biçimde çevirdiklerinden (en azından biz bunu böyle kabul etmekteyiz), cisimleri de benzer bir biçimde “görüyor” ve “hissediyoruz”. Mesela renkler, Hiç bizim algıladığımız biçimde değildir. Titreşimler gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz bizim “gördüğümüzü” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı duygular oluşturabilir ve içimizde bazı dalgalanmaların olmasına neden olur. Bu yüzden maddenin, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, biz bazı renkleri soğuk veya sıcak diye adlandırırız.
Yani herşey atomlardan oluşur; Atomlar temel taneciklerden ve bunlar da muazzam enerji birikimleridir. Ancak bu Dünya’daki her cismin, her insanın ve her durumun, sadece enerjisinin değişik formları olduğunu anlarsak, maddeyi nasıl etkileyebileceğimizi kavrayabiliriz. 1933 yılında Fizikçi Marie ve Pierre Curie çifti, “hiçbir şey”den nasıl madde elde edilebileceğini gözlemlemişlerdi. Enerjinin kütleye dönüşebileceğini bilimsel olarak keşfetmişlerdi.
Burada, esas konumuz olan “doğru istemek” için çok önemli bir noktaya geldik: Enerji, yönlendirilebilir ve bu düşünce gücüyle yapılır. Düşüncelerimiz, enerjiyi bir noktaya yönelten bir lazer tabancası gibidir. Bir ampulun ışığı ile bir lazerin ışığı arasındaki en önemli fark, yayılmadadır; birinde fotonlar, her bir yöne uçuşur, diğerinde ise bir noktaya yoğunlaşır. Aynı bu şekilde, düşünce gücümüz de her zaman ve her yerde mevcut olan enerjiyi yönlendirir ve bu enerjinin belli bir biçimde sıkılaşmasını sağlar.
Hiçbir şey bizim gördüğümüz gibi değildir.
Madde enerjidir, enerjiden oluşur ve enerji sayesinde mevcut durumunu korur.
Enerji yoksa madde yoktur.
Her düşünce, saf enerjidir ve kendisi de enerjiye etki eder.
Enerji, maddeyi oluşturuyorsa ve düşünceler saf enerji ise, çevremizde sürekli bizim maddeleştirdiğimiz şeyler olmaktadır. Çünkü biz sürekli düşünürüz. Yani isteklerimizi hayatımıza çekmek için şunları yapmalıyız:
Düşüncelerimizin gücünü kullanmak.
Ne istiyorsak kendimizi buna uygun çekim gücüne yükseltmek.
Bunun için;iki yasadan faydalanabiliriz;
1.ENERJİYİ OLUŞTURMA YASASI: Fizikte, bütün hayatımızın üzerine kurulu olduğu temel bir kanun vardır. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, sabit her görüntü biçimi enerjiden oluşur ve başka bir biçime dönüşebilir. Bu yasa ayrıca enerjinin hiçbir zaman kaybolmadığını, sadece şekil değiştirebileceğini söyler. Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama hiçbir zaman yok edilemez. Doğa filozofu Demokrit (M.Ö 460-371); Dünya’daki hiçbir şeyin gerçekten kaybolmadığını, sadece değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi bu teoriye dayanır.
Bizim konumuz olan “doğru istemek” açısından bunun anlamı nedir?
Madde, nasıl başka biçimlere veya bizim göremediğimiz bir enerjiye değişebiliyorsa, önce görünmez olan bir enerji de maddeye dönüşebilir. Ve formların bu değişimini etkileyebiliriz. Yeni formlar yaratan, sadece enerjidir. Enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza edilebilir.
Ne düşünüyorsak o, maddeye dönüşür.
Bu imkansız gibi görünebilir. Tıpkı bir yıl içinde iki araba kazanmak, hayatının aşkını bulmak, ideal işi, ideal evi veya sadece ikinci el bir çamaşır makinesi bulmak gibi.
Zira her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu yüklenilirse, o kadar itici güç alırlar. Maalesef negatiflikler içinde bu böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji iyi ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlak nedir bilmez ve de yargılamaz. Neye dönüştüğü umurunda değildir. Sadece biçim değiştirir. Bu esneda şu temel yasaya uyar:
Enerji, daima dikkatimizi takip eder.
Mutsuz olduğumuzda, evrene çoğu zaman olumsuz düşünceler göndeririz. “Ben çok mutsuzum”, “çok kötüyüm”, “acınacak durumdayım”, “hiç umut yok”. İşte tüm bunlar, evren için yoğun etkili emir cümleleridir. Mutsuzluğumuz güçlenecektir. Ama aynı prensip bizim lehimize de çalışabilir. Düşünce enerjileri yayınlanır ve yoğunlaşır. Değişik enerjiler buluşur, insanlar bunları yakalar, kendi fikirleri zanneder, bunlara eklemeler yapar, üzerlerinde çalışır ve birdenbire arzu edilen partner veya çoktandır istenilen bir eşya, kapının önüne gelir. Herşey enerjinin bir biçimidir.
Tam olarak düşünürsek, dünyamızda herşeyden inanılmaz bir arz mevcuttur. Bu, sadece bir dağıtım sorunudur. Herşey vardır. Herkes içindir. Bizim içinde. Bu, sadece bir arz-talep meselesidir. Biz yoğun etkili bir biçimde ne istersek, o bizim hayatımıza girecek şekilde dağıtılır ve yapılır. Yokluklarla dolu bir hayat yaşıyorsak, bu yoklukları bilinçaltımız tarafından biz istemişizdir. Biz bu yokluk içinde yaşarken, belki komşumuz zengin bir hayat sürmektedir ve bu sadece onun hayatında zenginlik istemesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden, çok miktarda mevcut olduğunu ve bizim hayatımızın sadece bizim istediklerimizden oluştuğunu anladığımızda, hayatımız tamamen değişecektir. Zira enerji, her biçimi alabilir.
Her şey, fazlasıyla mevcuttur; sadece talebe göre dağıtılır.
Dilemek, devasa ve yoğun istek enerjileri ile çalışan bir değiş tokuş borsasından başka bir şey değildir. Arayan bulur! Biz, enerji yayarız, enerji alırız. Dünyamızı, kendi hayal dünyamıza göre kurarız. Biz biçimlendiririz, yoğunlaştırırız, engel oluruz veya bozarız. Enerji, her zaman mevcuttur ve onu, uygun bir biçimde kendimize çekeriz. Burada çekim yasası devreye girer.
2. ÇEKİM YASASI: “Benzer benzeri çeker” Buna karşılık, değişik olanlar birbirini iter. Hatta benzer, benzeri ile güçlenir. Yani yoğunlaşır. Bunu, piyangodan da biliriz. Bir tuşuna basıldığında, aynı akortlu telleri de titreşime başlarken, başka bir frekansa ayarlanmış diğer teller hareketsiz kalır. Düşüncelerimiz de belli bir frekansta titreşen enerjidir. Yani biz, her ne düşünürsek, aynı titreşimleri harekete geçiririz.
Bu tabii tersine de işler. Orada, dışarıda düşüncelerimizle aynı frekans da titreşen herşey, bizi de harekete geçirir. Düşüncelerimiz, kendine benzeyenlerin hepsini kendine çeken, görünmez bir mıknatıs gibidir. Neden zaten çok şeyi olanlara, daha çok şey gelir? Çünkü öyle düşünürler. Çünkü düşünce dünyalarında başka birşey mevcut değildir. Çünkü zenginliğe ait titreşimlerde yaşarlar.
Başarı, Başarıyı Çeker; Mutsuzluk Daha Çok Mutsuzluğu.
Eğer aşıksak, aşktaki mutluluğumuza paralel olarak, diğer herşey de yolunda gider. Tabii zira dünyaya pozitif gözlerle bakarız. Pozitif düşünceler, pozitif bir dünya yaratır. O zaman herşeyi becerebiliriz. Kullandığımız cümleler artık: “çok mutluyum”, “bütün dünya elimin altında”, “herşey yolunda” şeklindedir.
Ve Gerçektende, Dünya Elimizin Altındadır, Zira Evren, Tüm Bu Cümleleri Yakalar Ve İşleme Sokar.
Ancak biz, fikrimizi değiştirdiğimiz anda ve aşkın artık bizi kucaklamadığını hissedersek, dünyayı tenkit ederiz ve dilek cümlelerimiz artık çok farklıdır: “O artık beni sevmiyor”, “Zaten beni kimse sevemez”, “Güzel değilim”, “Kendimi küçük ve çirkin hissediyorum”, “Bütün dünya bana karşı”. Ve bizim dilek cümlelerimizin değişmesine uygun olarak, kısa zamanda, yaşananlar da değişecektir.
İnsan, kendi durumunu kendisinin yarattığını fark etmeden, düşündüklerinin teyidini almaya başlar. Eğer bir gün boyunca kendi kendimizi inceleyecek olursak, bu tür emir cümlelerini, içimizden devamlı olarak söylediğimizi fark ederiz. Titreşim, titreşimdir ve bizim düşüncelerimizle ve tavırlarımızla yoğunlaşır.
BİRAZDA BİYOLOJİ EKLEYELİM: “Ben sadece gözümle gördüğüme inanırım”, “Enerji, titreşim…bana bunları önce göstermen gerekir” Bu ve buna benzer cümleleri, kemikleşmiş “realist”lerden sık sık duymaktayız. İşin esprisi, bir de bundan gurur duymalarıdır. Bunun neden bir espri olduğunu ve ara sıra bu tür cümleler kurduğumuzda, aklımıza bunları nasıl açıklayabileceğimizi bu biyoloji gezimizde öğreneceğiz.
Temel olan, etrafımızdaki gerçekleri çok küçük bir parçasını duyu organlarımız ile algılayabildiğimizdir.
Gözlerimizle, mevcut ışık yelpazesinin sadece yüzde sekizini görebiliriz.
Gerçeği anlayamayız. Yani gerçeğin % 92’si bizim gözlerimizden kaçmaktadır. Ve diğer duyu organlarımızda, durum daha da kötüdür. Bu % 92’nin mevcudiyetini bilmemize rağmen, bu hiç yokmuş gibi davranırız. Ve bunu da sadece, idrak edemediğimizden yaparız. Ve idrakımıza, gerçeğin aslından daha çok güveniriz.
Yani önce şunu bir tespit edelim: Bizim idrakımız, gerçeği algılamamız, o kadar da gerçek değil. Bunu daha anlaşılabilir yapan bir hikaye de mevcuttur: Birkaç kör insan bir fili ellerler. Filin bacağını elleyen kör: “fil yuvarlak ve serttir” derken, filin hortumunu elleyen bir diğeri “fil, incedir ve sürekli oraya buraya uçar” der. Biz de aynen böyle, kendi resmimizi çizeriz. Algılayabildiğimiz azıcık şeye eklemeler yaparak, kendimiz bir resim yapar ve sonra da bunun gerçek olduğuna inanırız. Peki bu resmi hangi kriterlere göre biçimlendiririz?
Şimdiye kadar öğrendiğimiz şeylere göre! Peki bizim en azından duygularımız sayesinde anlayabildiğimiz şeylerde durum nedir?
Gerçekten algılayabildiğimiz “ufak bir miktar” olan yüzde sekiz ile ne yapıyoruz? Bunun hepsini algılayabiliyor muyuz?
İdrak Edemediğimiz Şey, Bizim İçin Yoktur.
Gerçeğin % 8’i olsa bile, her gün milyonlarca çeşit etki altındayızdır; Sesler, gürültüler, resimler, düşünceler, konuşmalar, müzik, şamata. Tehlikeli durumlara, heyecanlara reaksiyon gösteririz; mektupları, telefonları, e-postaları cevaplarız; kendimiz ve başkaları için kararlar veririz; kitaplar, dergiler okur, reklam bombardımanına tutuluruz, hayal kırıklıkları ve reddedilme durumları yaşar, diğer insanlarla iletişim kurarız. Her gün bilgi üzerine bilgi işlenmek zorundadır. Aslında, ancak çok azı hakkında gerçekten düşünürüz. Zira gerçekten düşünmek demek, bunun için zaman ayırmak demektir. Ama zamanımızda çok sınırlıdır. Bu sebeple de akıl, herşeyi işleyemez ve de işlemek istemez; bu durum da zaten kapasitesini aşardı.
Akıl, bu yüzden de bazı şeylere kendisini kapatır. Kendini kapattığı şeyler de genelde, zaten tanıdığı ve bildiği şeylerdir. Mesela daha sonra sorulduğunda, bir otobüs durağında beklerken önünüzden kaç araba geçtiğini kesinlikle söyleyemezsiniz. Zira bu durum, bununla ilgilenecek kadar önemli değildir. Dikkatimizi gazeteye vermişizdir veya biraz sonra büroda yapılacak toplantıyı düşünmekteyizdir.
Algılanabilir dünyanın sadece ufak bir parçasını bilinçli olarak algılayabiliriz. Ve bu, bizim kendimiz için önemli ve doğru bulduğumuz parçasıdır. Bilinçsiz olarak, saniyede tam 11.000 etki alır ve bunları istemesek de beynimizde depolarız. Bilinçli olarak, saniyede dokuz kadar etkiyi anlarız. Bunun anlamı, bilinçaltımızın, bizim haberimiz olmaksızın sayısız şey depoladığıdır. Üzerimize akan etkilerin, bilinçli olarak, sadece 1000/1 algılarız.
Tüm şeylerin 100/8’inin de 1000/1’ini bilinçli olarak algılar ve bunu, her şeyi içeren gerçek olarak kabul ederiz.
Yani yaşadığımız gerçek bizi saran tüm hakikat ile mukayese edildiğinde, kaybolacak kadar küçüktür. Dünyayı tüm büyüklüğü ile algılayamayız. Her gün bilinçli ve çoğu zaman bilinçsiz olarak, algılarımızı neye yönlendireceğimize karar veririz. Diğer şeyler, bizim için yoktur.
Peki biz, bize daha fazla olanak sağlayabilecek, daha renkli bir gerçek içinde yaşamak, daha değişik görüşleri olan bir resim yapmak istersek ne yapacağız? Hayatımıza başka bir realite davet etmek istersek ne olacak?
İlk yapılacak şey, şimdiye kadar algıladıklarımızdan çok daha fazla şeyin mevcut olduğu bilincine varmamızdır. Akıl, daha derin kademelerdeki şeyleri, en az üç kere okuduktan veya duyduktan sonra algılar. Bu aklımızın, ezberlediği düşünce kalıplarından kendisini kurtarmasına yardımcı olur.
İkinci yapılacak şey, dikkatimizi, arzu ettiğimiz alanlara yönlendirmektir. Yani, hayatımızda istediğimiz değişik ve yeni şeylerin olabilmesi için, başka düşüncelerimize yoğunlaşmalıyız.
TİTREŞİM FREKANSINI YÜKSELTMEK: Bu radyodaki bir kanalın değiştirilmesi gibidir. Olayları algıladığımız frekansımızın düğmesini birazcık oynatırız. Ama bunu nasıl yaparız? Mesela titreşimimizi güzel şeyler düşünerek, dua okuyarak veya pozitif affirmasyon, olumlama cümlelerini tekrarlamak bile düşünsel titreşimlerimizi, şimdiye kadar bilmediğimiz alanlara yükseltir ve bu sayede dıştaki, görünür dünyada ulaşılması mümkün olmayacak gibi görünen şeylerin hayatımıza girmesine olanak sağlar. Kendimizi, arzu edilen frekansa açmadıkça, onu anlayamayız da. Onu ne duyar, ne elleyebilir, ne de evimize davet edebiliriz. Doğru istemeyi arzu ediyorsak, kendimizi yeniliklere açmalıyız, yoksa gerçekleştiğini de anlayamayız.
Gerçek olan, bir şeyi yeterince uzun bir süre bilincimizde muhafaza edersek, bunun dış dünyada da maddeleşmek zorunda olduğudur. Ancak ve maalesef bilincimiz, muntazaman enerji yayan ter merci değildir. İçimizde çok daha inatçı ve istekleri olan bir parçamız daha vardır; BİLİNÇALTIMIZ. Bilinçaltımız bir boykotçudur. Bu gerçeği şöyle açıklayalım: Eğer dileklerimiz olmuyorsa, çoğu zaman birinci dilekten daha güçlü ikinci bir inancımız vardır bu da bilinçaltımız da saklanmaktadır. Yani boykotçumuz. Bu ikinci inanç, mutlaka birinciye karşı çalışır ve de daha sürekli, daha büyük ve önemli bir azim ile. Dileğimizin gerçekleşmesi adına yaptığımız çalışmamızı bir kere dikkatlice incelersek görürüz ki, günde 10 dakika bu dileğimizle ilgilenmişizdir. Bu çalışmamızda dileğimize güç verir, belki iç gözümüzle hayal bile ederiz, yani vizyonumuza dahil eder, ama sonra tekrar gündelik yaşantımıza devam ederiz. Ama geriye kalan 23 saat 50 dakika bilinçaltı boykotçumuz bunun zaten olamayacağını, bunların zırva olduğunu, aslında zaten bu dileğimizi karşılayacak şeylerin bizim hakkımız olmadığına bizi inandırır. Zaten hep mağlup olmuşuzdur. Hep başkaları mutludur.
Çoğu zaman, bilincimizdeki dileklerimizle bilinçaltımızdaki inançlarımız çok çelişkilidir, birbirine benzemez ve hatta birbirine muhaliftir. Dileğimizin gerçekleşmesine ramak kaldığında bile ne yapacağımızı bilemeyiz ve bu şans kullanılamadan uzaklaşır. Bu durumda insan, kendisi için çok yoğun bir biçimde birşey ister, ama içten içe bunu kabul etmeye hazır değildir. BEN DEĞİŞMEYE İSTEKLİYİM olumlaması bir kapı açar. Tüm gün bu olumlamayı gözlerimizin görebileceği bir yere koymalıyız hatta zihnimizi bir askı dolabı olarak düşünerek içerideki askılardan birine bu olumlamayı asmalıyız. Aklımız daima buna takılı kalırsa değişim başlar.
Bu sırada önemli bir kaç etki vardır,
Doğru formül “ben…im” prensibidir. Çok para istediğinizde, “ben zengin olmak istiyorum” şeklindeki emir cümlesi kurmak çok yanlıştır. Doğru formül şöyle olabilir: “Ben hayatımda zenginliğe hazırım”, “Ben zengin ve mutluyum”,”benim için ayrılmış bir para zaten var ve hayatıma gelmek üzere yolda”
Doğru istemenin ve dilemenin turbosu Teşekkür etmektir. Dileğimizin sonunda “Amin” veya “teşekkür” diyerek mühürler ve kapatırız.
Her zaman, şimdiki zamanı kullanarak dileyin; gelecek zamanı değil. Sanki isteğinizin şimdi size verilmiş olduğunu düşünerek hareket edin.
İsteklerinizi kağıda yazın, böylece isteğiniz güçlenir. Doğru formüller “işim var”, “mutlu bir ilişkim var”, “ihtiyacım olan herşeye sahibim”, “ben sağlıklıyım”. olmalıdır.
“Herşey benim iyiliği için olur” inancınızı kuvvetlendirerek içimizde minnettarlıkla birleştirmek bizi başka mucizelere götürür.
“Dilediğimiz her şeyin gerçekleşeceğini; bunun, bizim hakkımız ve hep emrimize amade olduğunu biliriz” anlamını irdelemek ve unutmamak.
“Şüphe” isteğin veya dileğin iptal edilmesi gibi birşeydir. Şüphe, aksini istemek gibi bir şeydir. Şüphe zaten birşey olamayacağı bilgisini yayınlar ve tüm siparişler iptal edilir.
Doğru istemek konusunda başarılı olmanın çok önemli noktasından biri isteğimiz gerçekleşene kadar hiç kimse ile bu konuda konuşmamaktır. Gevezelikle enerji etkisini yitirir.Unutmayın tüm büyük fikirler, ketumlukla oluşur.
Tesadüflere daima açık olun, evren sevkiyatı süpriz yollarla gönderir. Evren, isteğinizi gerçekleştirmek için her zaman en çabuk ve en kolay yolu bulur.
Sezgi, insanın kendisine izin vermesidir. Sezgilerinize güvenmeyi öğrenmelisiniz. İlk anda garip veya komik geliyorsa bile içinizden gelen ilk hareket veya karar daima doğru olandır. Tereddüt etmek enerjiyi tüketir.
Son Olarak;
Gerçek, çoğu zaman, dış dünyada istenilen şeyin iç dünyamızda hissedilen eksikliğidir.
Mesela dileğim, “Beni şartsız sevecek birini istiyorum” şeklindeyse, bunun gerçekteki karşılığı, “Ben sevilmiyorum. Ben sevilmeye değer değilim. Ben kendimi sevmiyorum”dur. Yani çoğu kişi, sadece kendisini sevmediği için, kendisini şartsız sevecek birini ister.
Bu dileğin temeli aslında: “Aşkı kabul etmeye açığım ve hazırım” cümlesi ile kapıyı açmaktır, sonra;
“Ben, olduğum gibi sevilmeye değerim. Tüm isteklerimi ve hatalarımı kabul ediyor ve kendimi, şimdi olduğum gibi kabul ediyorum. Ben kendime özgüyüm, güzelim ve her gün kendi sevgime biraz daha yaklaşıyorum. Kendime duyduğum sevgim nedeniyle, beni aynı kendimi gördüğüm gözlerle görecek bir insanı çekiyorum. Ben kendi sevgimi ve başka bir insanın sevgisini kendime çekmek konusunda açık ve hazırım. Engellerime ve blokajlarıma, bundan sonra izin vermiyorum ve sevgi, benim içimde rahatlıkla akabilir. Sevginin hayatımda meydana çıkmasına açık ve hazırım”
Bu bağlamda eğer kendimi kabul etmeden, beni sevecek birini isteyecek olsaydım, bana sunulan sevgiyi kabullenemeyecek bir durumda olurdum. Ancak içten hazır olursam, ihtiyacım olan şeylere izin verebilirim. O zaman aramama gerek kalmaz ve bulurum. Zira hazır olursak, bizim ihtiyacımız olan herşey bizi bulur.
Unutmayın, Evrenle iş birliği yapmak, kendi başımıza didişmekten çok daha kolaydır. Doğru istemek bütün dünyamızı değiştirmekle kalmaz çünkü sonuçta aradığımız aslında daima SEVGİ’dir. Bizi mutlu eden hep SEVGİ’dir.
Pierre Franckh
Her Şey Enerjidir; Enerjiden Başka Bir Şey Yoktur, Madde de Saf Enerjidir, Biz İnsanlar da Sadece Enerjiden Oluşuruz. Düşünceler, Duygular, Heyecanlar, Olaylar ve Durumlar da Enerjinin Değişik Biçimleridir…Bu çerçeve içinde Evren’e dileğimizi gerçekleştirmek için nasıl ifade etmeliyiz, doğru istemeyi nasıl öğrenmeliyiz…
Madde nelerden oluşur? Çok minik, atom denen parçacıklardan. Eşyalar, birbirinden, sadece hangi atomlardan oluştuklarıyla ve bunların nasıl sıralandığıyla ayrılırlar. Bu Dünya’daki bütün maddeler, sadece bu atomlardan oluşur. Atomlar, atomlarla birleşerek, büyük bileşenler oluşturur veya tekrar ayrılırlar.
Atomlar, daha küçük basit taneciklere ayrıştırılabilir; bunların en önemlileri protonlar, nötronlar ve elektronlardır. Bunu basite indirgeyerek şöyle hayal edebiliriz: Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ile bunların etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Hayal etmesi zor ama gerçek: bir atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, SADECE BOŞLUKTUR. Buna rağmen, bunu madde sayarız. Ancak sadece biz, bunun böyle olduğunu varsayarız, gerçekte ise böyle değildir: Hiçbir Şey Gördüğümüz Gibi Değildir.
Biz sadece çeşitli titreşimleri algılar, bu bilgileri beynimizde işleyerek, sabit bir tasarıma dönüştürürüz. Biz bunu “çeviririz”. Neredeyse tüm insanlar, çok benzer biçimde çevirdiklerinden (en azından biz bunu böyle kabul etmekteyiz), cisimleri de benzer bir biçimde “görüyor” ve “hissediyoruz”. Mesela renkler, Hiç bizim algıladığımız biçimde değildir. Titreşimler gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz bizim “gördüğümüzü” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı duygular oluşturabilir ve içimizde bazı dalgalanmaların olmasına neden olur. Bu yüzden maddenin, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, biz bazı renkleri soğuk veya sıcak diye adlandırırız.
Yani herşey atomlardan oluşur; Atomlar temel taneciklerden ve bunlar da muazzam enerji birikimleridir. Ancak bu Dünya’daki her cismin, her insanın ve her durumun, sadece enerjisinin değişik formları olduğunu anlarsak, maddeyi nasıl etkileyebileceğimizi kavrayabiliriz. 1933 yılında Fizikçi Marie ve Pierre Curie çifti, “hiçbir şey”den nasıl madde elde edilebileceğini gözlemlemişlerdi. Enerjinin kütleye dönüşebileceğini bilimsel olarak keşfetmişlerdi.
Burada, esas konumuz olan “doğru istemek” için çok önemli bir noktaya geldik: Enerji, yönlendirilebilir ve bu düşünce gücüyle yapılır. Düşüncelerimiz, enerjiyi bir noktaya yönelten bir lazer tabancası gibidir. Bir ampulun ışığı ile bir lazerin ışığı arasındaki en önemli fark, yayılmadadır; birinde fotonlar, her bir yöne uçuşur, diğerinde ise bir noktaya yoğunlaşır. Aynı bu şekilde, düşünce gücümüz de her zaman ve her yerde mevcut olan enerjiyi yönlendirir ve bu enerjinin belli bir biçimde sıkılaşmasını sağlar.
Hiçbir şey bizim gördüğümüz gibi değildir.
Madde enerjidir, enerjiden oluşur ve enerji sayesinde mevcut durumunu korur.
Enerji yoksa madde yoktur.
Her düşünce, saf enerjidir ve kendisi de enerjiye etki eder.
Enerji, maddeyi oluşturuyorsa ve düşünceler saf enerji ise, çevremizde sürekli bizim maddeleştirdiğimiz şeyler olmaktadır. Çünkü biz sürekli düşünürüz. Yani isteklerimizi hayatımıza çekmek için şunları yapmalıyız:
Düşüncelerimizin gücünü kullanmak.
Ne istiyorsak kendimizi buna uygun çekim gücüne yükseltmek.
Bunun için;iki yasadan faydalanabiliriz;
1.ENERJİYİ OLUŞTURMA YASASI: Fizikte, bütün hayatımızın üzerine kurulu olduğu temel bir kanun vardır. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, sabit her görüntü biçimi enerjiden oluşur ve başka bir biçime dönüşebilir. Bu yasa ayrıca enerjinin hiçbir zaman kaybolmadığını, sadece şekil değiştirebileceğini söyler. Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama hiçbir zaman yok edilemez. Doğa filozofu Demokrit (M.Ö 460-371); Dünya’daki hiçbir şeyin gerçekten kaybolmadığını, sadece değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi bu teoriye dayanır.
Bizim konumuz olan “doğru istemek” açısından bunun anlamı nedir?
Madde, nasıl başka biçimlere veya bizim göremediğimiz bir enerjiye değişebiliyorsa, önce görünmez olan bir enerji de maddeye dönüşebilir. Ve formların bu değişimini etkileyebiliriz. Yeni formlar yaratan, sadece enerjidir. Enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza edilebilir.
Ne düşünüyorsak o, maddeye dönüşür.
Bu imkansız gibi görünebilir. Tıpkı bir yıl içinde iki araba kazanmak, hayatının aşkını bulmak, ideal işi, ideal evi veya sadece ikinci el bir çamaşır makinesi bulmak gibi.
Zira her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu yüklenilirse, o kadar itici güç alırlar. Maalesef negatiflikler içinde bu böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji iyi ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlak nedir bilmez ve de yargılamaz. Neye dönüştüğü umurunda değildir. Sadece biçim değiştirir. Bu esneda şu temel yasaya uyar:
Enerji, daima dikkatimizi takip eder.
Mutsuz olduğumuzda, evrene çoğu zaman olumsuz düşünceler göndeririz. “Ben çok mutsuzum”, “çok kötüyüm”, “acınacak durumdayım”, “hiç umut yok”. İşte tüm bunlar, evren için yoğun etkili emir cümleleridir. Mutsuzluğumuz güçlenecektir. Ama aynı prensip bizim lehimize de çalışabilir. Düşünce enerjileri yayınlanır ve yoğunlaşır. Değişik enerjiler buluşur, insanlar bunları yakalar, kendi fikirleri zanneder, bunlara eklemeler yapar, üzerlerinde çalışır ve birdenbire arzu edilen partner veya çoktandır istenilen bir eşya, kapının önüne gelir. Herşey enerjinin bir biçimidir.
Tam olarak düşünürsek, dünyamızda herşeyden inanılmaz bir arz mevcuttur. Bu, sadece bir dağıtım sorunudur. Herşey vardır. Herkes içindir. Bizim içinde. Bu, sadece bir arz-talep meselesidir. Biz yoğun etkili bir biçimde ne istersek, o bizim hayatımıza girecek şekilde dağıtılır ve yapılır. Yokluklarla dolu bir hayat yaşıyorsak, bu yoklukları bilinçaltımız tarafından biz istemişizdir. Biz bu yokluk içinde yaşarken, belki komşumuz zengin bir hayat sürmektedir ve bu sadece onun hayatında zenginlik istemesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden, çok miktarda mevcut olduğunu ve bizim hayatımızın sadece bizim istediklerimizden oluştuğunu anladığımızda, hayatımız tamamen değişecektir. Zira enerji, her biçimi alabilir.
Her şey, fazlasıyla mevcuttur; sadece talebe göre dağıtılır.
Dilemek, devasa ve yoğun istek enerjileri ile çalışan bir değiş tokuş borsasından başka bir şey değildir. Arayan bulur! Biz, enerji yayarız, enerji alırız. Dünyamızı, kendi hayal dünyamıza göre kurarız. Biz biçimlendiririz, yoğunlaştırırız, engel oluruz veya bozarız. Enerji, her zaman mevcuttur ve onu, uygun bir biçimde kendimize çekeriz. Burada çekim yasası devreye girer.
2. ÇEKİM YASASI: “Benzer benzeri çeker” Buna karşılık, değişik olanlar birbirini iter. Hatta benzer, benzeri ile güçlenir. Yani yoğunlaşır. Bunu, piyangodan da biliriz. Bir tuşuna basıldığında, aynı akortlu telleri de titreşime başlarken, başka bir frekansa ayarlanmış diğer teller hareketsiz kalır. Düşüncelerimiz de belli bir frekansta titreşen enerjidir. Yani biz, her ne düşünürsek, aynı titreşimleri harekete geçiririz.
Bu tabii tersine de işler. Orada, dışarıda düşüncelerimizle aynı frekans da titreşen herşey, bizi de harekete geçirir. Düşüncelerimiz, kendine benzeyenlerin hepsini kendine çeken, görünmez bir mıknatıs gibidir. Neden zaten çok şeyi olanlara, daha çok şey gelir? Çünkü öyle düşünürler. Çünkü düşünce dünyalarında başka birşey mevcut değildir. Çünkü zenginliğe ait titreşimlerde yaşarlar.
Başarı, Başarıyı Çeker; Mutsuzluk Daha Çok Mutsuzluğu.
Eğer aşıksak, aşktaki mutluluğumuza paralel olarak, diğer herşey de yolunda gider. Tabii zira dünyaya pozitif gözlerle bakarız. Pozitif düşünceler, pozitif bir dünya yaratır. O zaman herşeyi becerebiliriz. Kullandığımız cümleler artık: “çok mutluyum”, “bütün dünya elimin altında”, “herşey yolunda” şeklindedir.
Ve Gerçektende, Dünya Elimizin Altındadır, Zira Evren, Tüm Bu Cümleleri Yakalar Ve İşleme Sokar.
Ancak biz, fikrimizi değiştirdiğimiz anda ve aşkın artık bizi kucaklamadığını hissedersek, dünyayı tenkit ederiz ve dilek cümlelerimiz artık çok farklıdır: “O artık beni sevmiyor”, “Zaten beni kimse sevemez”, “Güzel değilim”, “Kendimi küçük ve çirkin hissediyorum”, “Bütün dünya bana karşı”. Ve bizim dilek cümlelerimizin değişmesine uygun olarak, kısa zamanda, yaşananlar da değişecektir.
İnsan, kendi durumunu kendisinin yarattığını fark etmeden, düşündüklerinin teyidini almaya başlar. Eğer bir gün boyunca kendi kendimizi inceleyecek olursak, bu tür emir cümlelerini, içimizden devamlı olarak söylediğimizi fark ederiz. Titreşim, titreşimdir ve bizim düşüncelerimizle ve tavırlarımızla yoğunlaşır.
BİRAZDA BİYOLOJİ EKLEYELİM: “Ben sadece gözümle gördüğüme inanırım”, “Enerji, titreşim…bana bunları önce göstermen gerekir” Bu ve buna benzer cümleleri, kemikleşmiş “realist”lerden sık sık duymaktayız. İşin esprisi, bir de bundan gurur duymalarıdır. Bunun neden bir espri olduğunu ve ara sıra bu tür cümleler kurduğumuzda, aklımıza bunları nasıl açıklayabileceğimizi bu biyoloji gezimizde öğreneceğiz.
Temel olan, etrafımızdaki gerçekleri çok küçük bir parçasını duyu organlarımız ile algılayabildiğimizdir.
Gözlerimizle, mevcut ışık yelpazesinin sadece yüzde sekizini görebiliriz.
Gerçeği anlayamayız. Yani gerçeğin % 92’si bizim gözlerimizden kaçmaktadır. Ve diğer duyu organlarımızda, durum daha da kötüdür. Bu % 92’nin mevcudiyetini bilmemize rağmen, bu hiç yokmuş gibi davranırız. Ve bunu da sadece, idrak edemediğimizden yaparız. Ve idrakımıza, gerçeğin aslından daha çok güveniriz.
Yani önce şunu bir tespit edelim: Bizim idrakımız, gerçeği algılamamız, o kadar da gerçek değil. Bunu daha anlaşılabilir yapan bir hikaye de mevcuttur: Birkaç kör insan bir fili ellerler. Filin bacağını elleyen kör: “fil yuvarlak ve serttir” derken, filin hortumunu elleyen bir diğeri “fil, incedir ve sürekli oraya buraya uçar” der. Biz de aynen böyle, kendi resmimizi çizeriz. Algılayabildiğimiz azıcık şeye eklemeler yaparak, kendimiz bir resim yapar ve sonra da bunun gerçek olduğuna inanırız. Peki bu resmi hangi kriterlere göre biçimlendiririz?
Şimdiye kadar öğrendiğimiz şeylere göre! Peki bizim en azından duygularımız sayesinde anlayabildiğimiz şeylerde durum nedir?
Gerçekten algılayabildiğimiz “ufak bir miktar” olan yüzde sekiz ile ne yapıyoruz? Bunun hepsini algılayabiliyor muyuz?
İdrak Edemediğimiz Şey, Bizim İçin Yoktur.
Gerçeğin % 8’i olsa bile, her gün milyonlarca çeşit etki altındayızdır; Sesler, gürültüler, resimler, düşünceler, konuşmalar, müzik, şamata. Tehlikeli durumlara, heyecanlara reaksiyon gösteririz; mektupları, telefonları, e-postaları cevaplarız; kendimiz ve başkaları için kararlar veririz; kitaplar, dergiler okur, reklam bombardımanına tutuluruz, hayal kırıklıkları ve reddedilme durumları yaşar, diğer insanlarla iletişim kurarız. Her gün bilgi üzerine bilgi işlenmek zorundadır. Aslında, ancak çok azı hakkında gerçekten düşünürüz. Zira gerçekten düşünmek demek, bunun için zaman ayırmak demektir. Ama zamanımızda çok sınırlıdır. Bu sebeple de akıl, herşeyi işleyemez ve de işlemek istemez; bu durum da zaten kapasitesini aşardı.
Akıl, bu yüzden de bazı şeylere kendisini kapatır. Kendini kapattığı şeyler de genelde, zaten tanıdığı ve bildiği şeylerdir. Mesela daha sonra sorulduğunda, bir otobüs durağında beklerken önünüzden kaç araba geçtiğini kesinlikle söyleyemezsiniz. Zira bu durum, bununla ilgilenecek kadar önemli değildir. Dikkatimizi gazeteye vermişizdir veya biraz sonra büroda yapılacak toplantıyı düşünmekteyizdir.
Algılanabilir dünyanın sadece ufak bir parçasını bilinçli olarak algılayabiliriz. Ve bu, bizim kendimiz için önemli ve doğru bulduğumuz parçasıdır. Bilinçsiz olarak, saniyede tam 11.000 etki alır ve bunları istemesek de beynimizde depolarız. Bilinçli olarak, saniyede dokuz kadar etkiyi anlarız. Bunun anlamı, bilinçaltımızın, bizim haberimiz olmaksızın sayısız şey depoladığıdır. Üzerimize akan etkilerin, bilinçli olarak, sadece 1000/1 algılarız.
Tüm şeylerin 100/8’inin de 1000/1’ini bilinçli olarak algılar ve bunu, her şeyi içeren gerçek olarak kabul ederiz.
Yani yaşadığımız gerçek bizi saran tüm hakikat ile mukayese edildiğinde, kaybolacak kadar küçüktür. Dünyayı tüm büyüklüğü ile algılayamayız. Her gün bilinçli ve çoğu zaman bilinçsiz olarak, algılarımızı neye yönlendireceğimize karar veririz. Diğer şeyler, bizim için yoktur.
Peki biz, bize daha fazla olanak sağlayabilecek, daha renkli bir gerçek içinde yaşamak, daha değişik görüşleri olan bir resim yapmak istersek ne yapacağız? Hayatımıza başka bir realite davet etmek istersek ne olacak?
İlk yapılacak şey, şimdiye kadar algıladıklarımızdan çok daha fazla şeyin mevcut olduğu bilincine varmamızdır. Akıl, daha derin kademelerdeki şeyleri, en az üç kere okuduktan veya duyduktan sonra algılar. Bu aklımızın, ezberlediği düşünce kalıplarından kendisini kurtarmasına yardımcı olur.
İkinci yapılacak şey, dikkatimizi, arzu ettiğimiz alanlara yönlendirmektir. Yani, hayatımızda istediğimiz değişik ve yeni şeylerin olabilmesi için, başka düşüncelerimize yoğunlaşmalıyız.
TİTREŞİM FREKANSINI YÜKSELTMEK: Bu radyodaki bir kanalın değiştirilmesi gibidir. Olayları algıladığımız frekansımızın düğmesini birazcık oynatırız. Ama bunu nasıl yaparız? Mesela titreşimimizi güzel şeyler düşünerek, dua okuyarak veya pozitif affirmasyon, olumlama cümlelerini tekrarlamak bile düşünsel titreşimlerimizi, şimdiye kadar bilmediğimiz alanlara yükseltir ve bu sayede dıştaki, görünür dünyada ulaşılması mümkün olmayacak gibi görünen şeylerin hayatımıza girmesine olanak sağlar. Kendimizi, arzu edilen frekansa açmadıkça, onu anlayamayız da. Onu ne duyar, ne elleyebilir, ne de evimize davet edebiliriz. Doğru istemeyi arzu ediyorsak, kendimizi yeniliklere açmalıyız, yoksa gerçekleştiğini de anlayamayız.
Gerçek olan, bir şeyi yeterince uzun bir süre bilincimizde muhafaza edersek, bunun dış dünyada da maddeleşmek zorunda olduğudur. Ancak ve maalesef bilincimiz, muntazaman enerji yayan ter merci değildir. İçimizde çok daha inatçı ve istekleri olan bir parçamız daha vardır; BİLİNÇALTIMIZ. Bilinçaltımız bir boykotçudur. Bu gerçeği şöyle açıklayalım: Eğer dileklerimiz olmuyorsa, çoğu zaman birinci dilekten daha güçlü ikinci bir inancımız vardır bu da bilinçaltımız da saklanmaktadır. Yani boykotçumuz. Bu ikinci inanç, mutlaka birinciye karşı çalışır ve de daha sürekli, daha büyük ve önemli bir azim ile. Dileğimizin gerçekleşmesi adına yaptığımız çalışmamızı bir kere dikkatlice incelersek görürüz ki, günde 10 dakika bu dileğimizle ilgilenmişizdir. Bu çalışmamızda dileğimize güç verir, belki iç gözümüzle hayal bile ederiz, yani vizyonumuza dahil eder, ama sonra tekrar gündelik yaşantımıza devam ederiz. Ama geriye kalan 23 saat 50 dakika bilinçaltı boykotçumuz bunun zaten olamayacağını, bunların zırva olduğunu, aslında zaten bu dileğimizi karşılayacak şeylerin bizim hakkımız olmadığına bizi inandırır. Zaten hep mağlup olmuşuzdur. Hep başkaları mutludur.
Çoğu zaman, bilincimizdeki dileklerimizle bilinçaltımızdaki inançlarımız çok çelişkilidir, birbirine benzemez ve hatta birbirine muhaliftir. Dileğimizin gerçekleşmesine ramak kaldığında bile ne yapacağımızı bilemeyiz ve bu şans kullanılamadan uzaklaşır. Bu durumda insan, kendisi için çok yoğun bir biçimde birşey ister, ama içten içe bunu kabul etmeye hazır değildir. BEN DEĞİŞMEYE İSTEKLİYİM olumlaması bir kapı açar. Tüm gün bu olumlamayı gözlerimizin görebileceği bir yere koymalıyız hatta zihnimizi bir askı dolabı olarak düşünerek içerideki askılardan birine bu olumlamayı asmalıyız. Aklımız daima buna takılı kalırsa değişim başlar.
Bu sırada önemli bir kaç etki vardır,
Doğru formül “ben…im” prensibidir. Çok para istediğinizde, “ben zengin olmak istiyorum” şeklindeki emir cümlesi kurmak çok yanlıştır. Doğru formül şöyle olabilir: “Ben hayatımda zenginliğe hazırım”, “Ben zengin ve mutluyum”,”benim için ayrılmış bir para zaten var ve hayatıma gelmek üzere yolda”
Doğru istemenin ve dilemenin turbosu Teşekkür etmektir. Dileğimizin sonunda “Amin” veya “teşekkür” diyerek mühürler ve kapatırız.
Her zaman, şimdiki zamanı kullanarak dileyin; gelecek zamanı değil. Sanki isteğinizin şimdi size verilmiş olduğunu düşünerek hareket edin.
İsteklerinizi kağıda yazın, böylece isteğiniz güçlenir. Doğru formüller “işim var”, “mutlu bir ilişkim var”, “ihtiyacım olan herşeye sahibim”, “ben sağlıklıyım”. olmalıdır.
“Herşey benim iyiliği için olur” inancınızı kuvvetlendirerek içimizde minnettarlıkla birleştirmek bizi başka mucizelere götürür.
“Dilediğimiz her şeyin gerçekleşeceğini; bunun, bizim hakkımız ve hep emrimize amade olduğunu biliriz” anlamını irdelemek ve unutmamak.
“Şüphe” isteğin veya dileğin iptal edilmesi gibi birşeydir. Şüphe, aksini istemek gibi bir şeydir. Şüphe zaten birşey olamayacağı bilgisini yayınlar ve tüm siparişler iptal edilir.
Doğru istemek konusunda başarılı olmanın çok önemli noktasından biri isteğimiz gerçekleşene kadar hiç kimse ile bu konuda konuşmamaktır. Gevezelikle enerji etkisini yitirir.Unutmayın tüm büyük fikirler, ketumlukla oluşur.
Tesadüflere daima açık olun, evren sevkiyatı süpriz yollarla gönderir. Evren, isteğinizi gerçekleştirmek için her zaman en çabuk ve en kolay yolu bulur.
Sezgi, insanın kendisine izin vermesidir. Sezgilerinize güvenmeyi öğrenmelisiniz. İlk anda garip veya komik geliyorsa bile içinizden gelen ilk hareket veya karar daima doğru olandır. Tereddüt etmek enerjiyi tüketir.
Son Olarak;
Gerçek, çoğu zaman, dış dünyada istenilen şeyin iç dünyamızda hissedilen eksikliğidir.
Mesela dileğim, “Beni şartsız sevecek birini istiyorum” şeklindeyse, bunun gerçekteki karşılığı, “Ben sevilmiyorum. Ben sevilmeye değer değilim. Ben kendimi sevmiyorum”dur. Yani çoğu kişi, sadece kendisini sevmediği için, kendisini şartsız sevecek birini ister.
Bu dileğin temeli aslında: “Aşkı kabul etmeye açığım ve hazırım” cümlesi ile kapıyı açmaktır, sonra;
“Ben, olduğum gibi sevilmeye değerim. Tüm isteklerimi ve hatalarımı kabul ediyor ve kendimi, şimdi olduğum gibi kabul ediyorum. Ben kendime özgüyüm, güzelim ve her gün kendi sevgime biraz daha yaklaşıyorum. Kendime duyduğum sevgim nedeniyle, beni aynı kendimi gördüğüm gözlerle görecek bir insanı çekiyorum. Ben kendi sevgimi ve başka bir insanın sevgisini kendime çekmek konusunda açık ve hazırım. Engellerime ve blokajlarıma, bundan sonra izin vermiyorum ve sevgi, benim içimde rahatlıkla akabilir. Sevginin hayatımda meydana çıkmasına açık ve hazırım”
Bu bağlamda eğer kendimi kabul etmeden, beni sevecek birini isteyecek olsaydım, bana sunulan sevgiyi kabullenemeyecek bir durumda olurdum. Ancak içten hazır olursam, ihtiyacım olan şeylere izin verebilirim. O zaman aramama gerek kalmaz ve bulurum. Zira hazır olursak, bizim ihtiyacımız olan herşey bizi bulur.
Unutmayın, Evrenle iş birliği yapmak, kendi başımıza didişmekten çok daha kolaydır. Doğru istemek bütün dünyamızı değiştirmekle kalmaz çünkü sonuçta aradığımız aslında daima SEVGİ’dir. Bizi mutlu eden hep SEVGİ’dir.
Pierre Franckh
0 comments:
Yorum Gönder