Gerçek'in Titreşimleri - XIV David Icke
Eğer yukarıdaki görüntüyü korkunç buluyorsanız çok iyi, çünkü bu, çok
ciddi bir durum. Şimdi çocuklarının ve kendilerinin sağlığını düşünenler
için çok önemli bir zaman. Burada, benim ‘sessiz soykırım’ adını
verdiğim birşeyden söz ediyoruz. Eğer insanlar bunun farkına varmazlarsa
sonuçlar felaket olabilir...
Yıllardan beri milyonlarca insanın maruz olduğu elektromanyetik kirlilik
ve bozulmaya dikkat çekmeye çalışıyorum. Şimdi İngiliz TV sunucusu
James Russell’ın bu konuyu mercek altına alan nefis bir belgeseli var.
Şimdi burada, insanların nasıl bir baskı ve kontrol altında olduklarını
kapsamlı bir şekilde ele alacağım. Bu aptallıktan veya sorumsuzluktan
oluyorsa tabii ki daha da kötü, ama derinlerde, gölgelerin arasında,
insan bedenine, zihinsel ve duygusal sağlığına karşı açılmış olan
elektromanyetik savaş son derece soğukkanlı, acımasız ve kasıtlı eller
tarafından yürütülüyor...
Gölgelerdeki kişiler, yaptıkları şeyin felaket boyutlarındaki etkisini
çok iyi biliyorlar, çünkü bu etkiyi, George Orwell’in 1984 kitabında
sözünü ettiği insan nüfusunun azaltılması planına uygun olarak
yaptılar. Onların maşası durumundaki zavallı bilgisiz kişiler, dünyaya,
kendilerine ve kendi çocuklarına ne yapmakta oldukları hakkında en
küçük bir fikir sahibi bile değiller, buna anne babaların büyük bir
çoğunluğu da dahil.
Ancak bilgi sahibi olmamak, sorumsuzluk suçu için bir mazeret değil,
çünkü gerçek ortada. Bütün mesele çoğu kişinin, yüzleşmek istemediği bu
gerçekle karşılaşmamak için başını öbür tarafa çeviriyor olması.
Gerçekten isteyerek, ya da istemeyerek içinde bulundukları bilgisizlik,
sadece belirli bir süre için geçerli, nasıl olsa sonunda gerçekle
yüzleşecekler! Şimdi de artık zamanı geldi...
O zaman şimdi ve şimdiye kadar olanlar nedeniyle daha henüz hiçbir şey görmedik.
‘Gerçek’in ve insan bedeninin asıl doğası hakkındaki bastırılmış bilgi;
oluşum ve etki arasındaki malum bağlantının, sırf anlayış yetersizliği
nedeniyle saklanmış olduğunu anlatıyor. Doktor ve bilimadamları arasında
bile, gerçekte insan organizmasının ne olduğu hakkında fikri olmayanlar
var.
Onlar ve dünya nüfusunun çoğu, insan bedenini sadece et ve kemik, katı
ve fiziksel olarak görüyor. Ancak beden bir hologram olduğu için, bu da
aslında bir illüzyon. Biz bedeni, dalga formunu ve elektromanyetik
alanları, holografik illüzyona deşifre ediş şeklimizle bağlantılı
olarak, ‘katı’ görüyoruz.
Bütün fiziksel realitede olduğu gibi, beden; beş duyu ve bilinç
tarafından taşınan enerji halindeki, gördüğümüzü sandığımız aleme
kurgulandığı zaman bilginin, beynin arkasındaki sadece birkaç
santimetre küp olarak algılandığı formda var oluyor.
Fiziksel
beyin bile, asıl beyin olan bilgi/enerji alanı dışavurduğu zaman oluşan
illüzyonsu bir hologram. Fiziksel realite, sadece onu var olmaya
deşifre ettiğimiz zaman var olur. Bu nedenle, neyse ki biraz daha
‘farkındalığı olan’ bilimadamları, gördüğümüzü sandığımız dünyanın veya
alemin, sadece gözlemlendiği zaman var olduğunu kabul ediyorlar.
Bu da doğru, ama burada deşifre kelimesini kullanmak daha doğru, çünkü
gözlemleme eylemi; dalga formu ve elektromanyetik enerjiyi,
‘holografik realiteye deşifre etme eylemi’ oluyor.
Hologramlar, dalga formu bilgi alanlarından yansıtılan bilgi alanları,
yani herşey enerji frekanslarının farklı ifadeleri oluyor. Bir duvar ile
bir nehir arasındaki fark, enerji alanlarının frekanslarından
kaynaklanıyor ve onların şifrelenmiş olan bilgisi de, tıpkı bir
bilgisayar programının ekranda bir görüntü oluşturmak üzere farklı veri
şifrelerini kullanmasına benziyor.
İnsan bedeninin temel yapısı da, bir dalga formu alanı. Deşifre işlemi
bunu, ‘elektrik/ elektromanyetik bilgi’ şeklinde, ‘dijital’ ve
‘holografik olan’a dönüştürüyor. Varlığın bu farklı seviyeleri,
birbiriyle etkileşim içersindedir ve birbirlerini ya bozar, ya da
düzeltirler. Bütün ‘Hayat’ın, elektromanyetik bir varlık seviyesi
vardır, dolayısıyla herşey, bozuk bir elektromanyetik alandan etkilenir.
Eğer dalga formu veya elektromanyetik alan bozulursa, tamamen bunun bir
yansıması olan hologram da bozulur. Bütün dünyadaki milyarlarca insanın
elektromanyetik kirlilik ve bozulma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu
konusuna geri dönecek olursak, ‘uzman’ların, yüksek gerilim hattı ,
nükleer santral veya trafo yakınında oturan insanlarlarda, genel
popülasyona oranla daha fazla kanser vakasına rastlanması arasında
bağlantı kurmamaları veya kurmak istememeleri karşısında söyleyecek
kelime bulamıyorum.
Bu ‘uzman’ların çoğu cahil moronlar ise, diğerleri, daha da kötüsü,
şirketin parası için ruhunu satan profesyonel yalancılar oluyor.
Sistemin programlanmış personeli için, insan sağlığı ve çekilen acılar
değil, enerji, iletişim, biyotek ve ecza firmalarının karı çok daha
önemli. Ancak tavşan deliğinin derinliklerindeki gerçek, paranın çok
daha ötesinde...Bunu kısaca açıklamaya çalışacağım.
Yüksek
gerilim hatları, cep telefonu baz istasyonları/komünikasyon direkleri
ile insan sağlığının mahvedilmesi arasındaki bağlantı çok basit. Bu
hatlar ve direkler, insanların elektromanyetik alanlarını bozan çok
güçlü elektromanyetik alanlar yaratıyorlar. İnsanların elektromanyetik
alanları, yani enerji meridyen hatları, Çinlilerin verdiği isimle ‘ki’
etkilenince, bedendeki enerjinin normal akışı engelleniyor, akışta
düğümlenmeler oluyor ve kanser gibi hastalıklar oluşuyor.
James Russell’ın filmi ‘Rezonans-Frekans varlıkları’, insan
elektromanyetik ortamının, cep telefonları, cep telefonu alıcı verici ve
diğer komünikasyon direkleri, evlerdeki kablosuz telefonlar, kablosuz
Internet, bilgisayarlar, mikrodalga fırınlar, radarlar, uydu ve uydu TV,
yeşil ışık lambaları ile inanılmaz derecede kısa bir sürede nasıl
değiştiğini belgesele aktarmış.
Şimdi de, dünya çapında yayılması sağlanmakta olan, her ev ve iş yerine
koyulacak bir başka elektromanyetik alan yayıcı ‘akıllı sayaç’lar
piyasaya sunuldu. Malum bir de, sistematik olarak geleneksel ampüller
yasaklandığı için, yerine ekonomik, radyasyon yayan ‘yeşil’ ışık
helezoni ampüllerin kullanılması zorunlu kılınıyor.
Yirmi yılı aşkın araştırmalarımdan sonra, bütün bunların kesinlikle
tesadüfen değil, soğukkanlılıkla tasarlanmış, planlanmış ve
programlanmış olduğu sonucuna varmış bulunuyorum. Olanlar, sadece
maksimum kar elde etmek için insan sağlığını hiçe sayan açgözlü ve
sorumsuz şirketlerin işi değil. Çekirdeğin en iç kısımlarında
uygulanması istenen plan, kâr elde etmekten çok, kitle katliamı.
İnsanların
elektromanyetik alanları, gittikçe artan teknolojik bir
elektromanyetizma ile bombardıman ediliyor, sonuç ise fiziksel, zihinsel
ve duygusal bir mahvoluş. Bu son derece açık seçik bir sebep- sonuç
ilişkisi..
James Russell, bu filmi kendisi finanse etmiş. Doğrusu, birilerinin
rahat koltuklarından kalkıp da doğru olduğunu bildikleri birşeyleri
yapmaları çok memnuniyet verici. Bunu herkes yapmalı, ama çok az kişi
yapıyor, bu yüzden de şimdiye kadar hep ‘kötüler’ kazandı.
Film, son 25 yıldır elektromanyetik ortamın nasıl değişmiş olduğunu
gösteren istatistiklerin verildiği bir tablo ile açılıyor. 1980’lerin
ortalarında nüfusun yüzde 3’ü cep telefonu kullanıyordu. Şimdi ise,
özellikle de ‘gelişmiş dünya’da sayı yüzde yüze ulaşmış durumda.
Milyarlarca insan cep telefonu kullanıyor.
Bunun nedeni, insanların uzun vadedeki sonuçlar hakkında bir
fikirlerinin olmaması. Veya “medikal profesyoneller ve cep telefonu
endüstrisindeki personelin fikri yok” diyelim. Aslında gerçekleri
bilenler, sonuçların ne olacağını veya hali hazırda ne olduğunu çok iyi
biliyorlar. Zaten bu sonuçlar da, bütün bu olanların ne olduğu
hakkında...
Elektromanyetik spektrum |
Cep telefonları, elektromanyetik spektrumun mikrodalga bandında
çalışıyorlar. Bu aynı mikrodalga fırının, zaten radyasyonlanmış olan
gıdayı yeniden radyasyonlaması gibi. Hiç mikrodalga fırını kafasına
geçirip gezecek kadar güvenli bulan kimse var mı? O halde?
İşte cep telefonunu kulağına tuttuğu zaman insanlara olan bu...
Süpermarkette çalışanlardan, taksi şoförlerine kadar, genç, yaşlı
çalışan bütün insanlar, gün boyunca cep telefonlarını sürekli olarak
kulaklarına yapışık halde tutuyorlar.
Böylesi tam bir ‘bilişsel uyumsuzluk’, yani iki, ya da daha fazla zıt inancı, aynı anda tutma hali. Kısaca bu durumda; “Mikrodalgaları beynime tutarken, bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum, ama bana zarar gelmez”
diyoruz. Yaptığım şu yorumun korkunçluğuna bakın. Zaten sistem de
bunu istiyor. Bir mobil iletişim ağı kuruyorsun, insanlar senin
teknolojini kafalarına tutuyorlar, sen elektromanyetik spektrumun en
tehlikeli olanını kullandığını biliyorsun, çünkü emellerini
gerçekleştirmenin en iyi yolu bu!
Bu kadar aptallık olabilir mi? Dünyadaki hükümetler, şirketler, tıp,
bilim ve güvenlik kuralları, bunların hepsi ne yapıyorlar? Yani bütün bu
potansiyel tehlikeyi bilmiyorlar öyle mi?
Tıpkı elektromanyetik bir denizde yüzen elektromanyetik balıklar
gibiyiz. Denize olan ne ise, aynısı balıklara da olur. Bütün balıkları
birden nasıl hedef alabilirsiniz? Bunu yapamayacağınızı bildiğiniz için,
balıkların içinde yüzdükleri denizi hedef almak gerekir. Peki bütün
insanların hepsini birden nasıl hedef alırsınız? Aynen bu şekilde.
Elektromanyetik komplonun ardında 4 ana amaç var:
- Nüfusu azaltma planı çerçevesinde insan sağlığına zarar vermek. Bununla ilgili, genetik olarak değiştirilmiş gıda, içme suyundaki florid, gıdalardaki kimyasal katkı maddeleri, ilaçlar ve sağlığa ve bağışıklık sistemine zarar verici bir sürü maddeyi içeren uzun bir liste var.
- Beyin dalgaları faaliyetlerini, elektromanyetik iletişim alanları ile senkronize etmek. Böylece düşünce ve algılamaların, bireysel ve kollektif insan zihnine doğrudan bu şekilde gitmesi sağlanır.
- İnsan bedeninde ve dünyanın enerjisinde öyle olumsuz bir elektromanyetik bozukluk yaratılır ki, beş duyu realitesinde hapis kalır, bütün gelişmiş farkındalık halinden koparılır, düşünce, algılama ve önsezileri, sadece sistemin bilgi kaynaklarına bağımlı kalır.
- Diğer boyuttan varlıkların, dünyanın atmosferini ve elektromanyetik durumunu değiştirip, kendileri için daha uygun olacak hale getirmeleridir. Bu onların, bizim realitemizde daha uzun kalabilmelerini sağlayacak, böylece maşa olarak kullandıkları elit soy ailelerinin kadın ve erkek bireylerini kullanmalarına gerek kalmayacaktır.
İnsan sağlığına yapılan saldırı zaten kendisini gösteriyor. Cep
telefonunuzu kulağınıza dayadığınız zaman, beyninizin o tarafı ısınmaya
başlıyor ve ne kadar uzun konuşursanız o kadar çok ısınıyor. A.B.D. İlaç
istismarı Ulusal Enstitüsü’nün direktörü olan Dr. Nora D.Volkow,
beynin, resmi güvenlik sınırlamalarının çok altındaki mikrodalga
seviyelerinden bile olumsuz etkilendiğini açıklıyor. Pekala, aşağıdaki
resimlere bir bakın, başka birşey söylemeyeceğim...
Soldaki resim: Zararlı cep telefonu radyasyonuna maruz kalmamış termografik kafa görüntüsü.
Sağdaki resim: 15 dakikalık bir
telefon görüşmesinden sonraki termografik kafa. Sarı ve kırmızı alanlar,
sağlığı olumsuz etkileyen termal etkiler.
Bana göre son derece şoke edici, ama risklerden habersiz birçok cahil
ana babanın, eline cep telefonu verdiği çocukların ortalama yaşının 8
oluşu da çok acı bir gerçek! Üstelik çocuklar, büyüklere oranla çok daha
büyük bir tehlike içersindeler.
Radyasyondan gıdaya, herşey için verilen güvenlik sınırları, samimi
olarak insan sağlığı düşünülerek hazırlanmış falan olamaz. Bu
sınırlamaları hükümetler tayin ettikleri için, bunların hepsi, yine aynı
şebekeler tarafından denetlenen şirketlerin getirdiği sınırlamalar
oluyor.
James Russell’ın filminde daha bir ‘uyanmış’ durumdaki bir bilimadamının
dediği gibi; eğer kimsenin hız limitini aşmayacağından emin olmak
isterseniz, saatte 1000 mil hız sınırı koyabilirsiniz.
Dolayısıyla cep telefonlarının iddia edilen güvenliliği, SAR/Spesifik
Absorbsiyon Oranı denilen birşeyle ölçülüyor. Bunun, insan bedeninin
hangi miktarda elektromanyetik enerji absorbe ettiğini tanımladığı iddia
ediliyor. En popüler mobil telefonlar da SAR’ın maksimumuna göre ayarlı
olduğuna göre, bu SAR limiti de güvenlik bakımından hiçbir işe
yaramıyor demektir. Bütün bunlar, şimdi anlatacağım nedenler yüzünden
çok sayıda insan için ölümcül olacaktır.
SAR limiti, 10.000 kişinin, karakteristik kafasına dayanılarak yapılmış
olan ‘SAM hayalet kafa’ kullanılarak yapılmış, ama öyle rastgele
kişiler kullanılmamış. Bu çok önemli, çünkü kafatası ne kadar büyük ve
kalın olursa beyine mobil telefon radyasyonundan daha çok korunma
sağlanıyor.
SAM kafası, rastgele seçilmiş kafalara göre yapılmış, (tamam, biz de
inandık). James Russell’ın filminde belirtildiği üzere, sekiz yaşındaki
bir çocuktan nispeten daha büyük ve kalın kafası olan Amerikalı
askerlerinin kafalarına dayalı. SAR’ın güvenlik oranı, bunu göz önüne
almadığına göre, o zaman mobil telefon kullanan çocukların beyinleri,
SAR limitlerinin çok üzerindeki radyasyon seviyesine maruz kalıyor
demektir.
Peki bu yıl Noel Baba çocuklara kaç cep telefonu getirdi dersiniz?
Güvenlik standartları Non İonize Radyasyon Korunma Uluslararası
Komisyonu tarafından belirleniyor. Bu organizasyonun kullandığı
‘yararsız’ ve ‘bağlantısız’ kelimeleri son derece değişken... Yani
beyine ve insan bedenine gelen potansiyel etkileri göz önüne almıyor ve
sadece ısınma etkisine bakıyor! Oysa o zaman bile limitler gözle görülür
bir şekilde ölümcül seviyede...
Bir
başka mobil telefon güvenilirlik ve koruma organizasyonu da
İngiltere’de yerleşik Mobil Telekomünikasyon ve Sağlık Araştırması
kurumu. Bence bir kuruluşun adının önüne ‘Araştırma’ kelimesini koymak,
Afrikalı diktatörlerin ülkelerini şiddet ve terörle yönetirken,
kendilerine demokrat demelerine benziyor. Yani isim, sadece göstermelik
ve sahte bir realite algılaması sağlama amaçlı. Bu organizasyon, kötü
şöhretli bir bilimsel çalışmayı, başından sonuna kadar finanse etmiş.
Birçok bilimadamı da buna alet oluyor. Hepsi satılık ruhlar.
Endüstrinin finanse ettiği araştırmalar cep telefonlarının güvenli
olduğunu söylerken, samimi dürüst kişilerin yaptığı bağımsız
araştırmalar ise bunun tersini söylüyor.
Cep telefonlarının uzun vadedeki etkilerini daha yeni görmeye başladık,
çünkü kanserlerin oluşması yıllar alıyor ve insanlar yaygın olarak cep
telefonu kullanmaya 1990’lı yıllarda başladılar. Sözde çalışmaların
çoğu, bu zaman ölçeğini hesaba almıyor. Bu sanayinin kesinlikle bunun
farkında olduğu besbelli, çünkü artık gelecekteki bir yasal eyleme
karşı, küçük bir uyarı yazısı koymaya başladılar.
İsveç, Orebro Üniversite Hastanesi’nde epidemioloji ve onkoloji
profesörü olan Dr. Lennart Hardell, mobil telefonlar ve beyin kanseri
arasındaki bağlantının kapsamlı bir araştırmasına başkanlık etmiş.
Çalışmada beyin kanseri olan 2000 kişinin cep telefonu kullandıkları
zamanki seviyeleri tespit edilmiş ve beyin tümörü riskini önemli
derecede arttırdığı görülmüş. Cep telefonlarının beyine yakın
kullanılmaları, yavaş yavaş intihardan başka birşey değil!
Ancak
sağlığa etkisi bundan da öteye gidiyor. Yani komplonun amaç listesi hep
aynı hedefe odaklanıyor. Beyinin ortasındaki epifiz bezine... Epifiz
bezini boz, hedefi onikiden vur! Epifiz bezinin bütün yönlerden saldırı
altında olmasına şaşmamak lazım. Diş macunları ve içme suyundaki florid
dahil, her çeşit elektromanyetik güç insanların üzerine salınıyor...
Epifiz
endokrin sisteminin ana bezlerinden birisi olup, hipofiz bezi ile
birlikte çalışır. Beyindeki, aynı zamanda ‘üçüncü göz’ de denilen, beş
duyunun ötesindeki algılamalara açılan özelliği oluşturur. Kontrol
sistemi bunun hiçbirini istemiyor, çünkü manipülasyonun ana amacı bu,
böylece insanların farkındalığını izole edip, sadece beş duyu
realitesinde tutacak. Şimdi.. florid görevini yaptıktan sonra artık
epifiz bezi bilgiyi algılayabilir mi?
< Epifiz bezi, burada, floridli ürünler nedeniyle floride olmuş.
Gölgelerdeki varlıklar, insan toplumunu yönetirlerken tam olarak
planlamış oldukları buydu. Dişler için faydalı olduğuna dair koca bir
yalan uydurdukları florid, aluminyum sanayinin bir atık maddesi olup
içme suyuna katılıyor.
Epifiz bezinin ‘gelişmiş farkındalık’a katkılarından birisi de DMT/
dimetiltriptamin salgısı olup, zihni daha da büyük farkındalığa açar.
Ayahuasca ve sihirli mantarlar gibi psikoaktif iksirlerde DMT vardır. Peki insan algılamasında epifiz bezi çalışmazsa sonuç ne olur? Gelişmiş algılamanın kapısı tamamen kapanır.
Epifiz bezinin çalışmamasının başka yaygın sonuçları da vardır, sağlık,
hatta yaşam için büyük bir tehdit oluşturur. Epifiz, hipofiz ve
endokrin sisteminin diğer bezleri ile iletişim içerisindedir. Bunlar
hipotalamus, tiroid, paratiroid, adrenalin ve üreme bezleridir. Kalbin
de çok önemli bez fonksiyonları vardır. Bu bezler sistemi, her bir
hücre, organ ve beden işlemini etkiler ve ruh hali, büyüme, doku,
metabolizma, cinsel fonksiyonlar ve üremeyi, hormon dediğimiz
kimyasalların salgılanması yoluyla düzenler. Endokrin bezleri, sinir
sistemiyle uyumlu bir şekilde çalışmak üzere dizayn edilmiştir.
Holografik varlığı, enerji varlığın en derin seviyelerine bağlayan çakra
girdap sistemi ile de doğrudan bir etkileşim içersindedir. Çalışmayan
endokrin bezleri çakraların çalışmasını bozar veya tam tersi olabilir.
Düzgün çalışmayan bu bezlerin gövdelerindeki kaos ve kıyımı bir düşünün.
Epifiz bezi elektromanyetik olarak hedef alındığı zaman bunlar olur ve
vurucu etki bütün sistemi bozar. Aynı şey günlük ritm için de
geçerlidir. Yaşıyan organizmalarda günlük beden ritmi uykuyu, hormon
salgılarını, beyin dalga faaliyetlerini, hücre üretimini ve gece gündüz
devresini düzenler. Bu ritmler ciddi bir şekilde bozulursa ciddi
hastalıklar oluşur. ‘Jet lag’, günlük ritm karıştığı zaman meydana
gelir.
Epifiz bezi, bir pirinç tanesinden biraz daha büyüktür, ama hayat,
farkındalık ve sağlık açısından hayati önemi vardır. Epifiz bezi,
melatonin hormonu salgılar ve sentezler, ama sadece karanlıkta. Bu
günlük ritmin bir parçasıdır.
Epifiz bezi ışığa çok duyarlıdır ve ışık az olursa daha çok melatonin
salgılar. Melatonin, uyku sırasında kanser hücrelerini ‘mopp’lar. Bu
nedenle karanlık bir ortamda uyumak önemlidir. Gece lambası da olsa
ışıkta uyumak veya odanın dışında sokak lambası bile olsa, melatonin
üretimini ciddi bir şekilde engeller. Çalışmalara göre, kanser
vakalarına, gece çalışıp gündüz uyuyan kişilerde daha çok rastlanır.
Gece uykusu olmazsa melatonin olmaz. Gece çalışmaları, genel olarak
günlük ritmi da bozar. Gece vardiyası çalışması göğüs kanserini yüzde
elli çoğaltır. Göğüs kanserine yakalanmış ortalama kadın sayısı, o
yaştaki kadınlar için gereken melatoninin sadece yüzde 10’una sahiptir.
Prostat kanseri olanlarda ise normal melatonin seviyesi yarıdadır. Aynı
şey otistik çocuklar için de söz konusudur.
Beyin, hücre tahribatını geceleri onarır. Hergün yarım milyar hücreyi
yeniler. Melatonin bunun için çok gerekli, inanılmaz derecede güçlü bir
antioksidan olup, sağlıklı hücrelere saldıran milyonlarca serbest
radikal-onarma işlemi sırasında arta kalan elektronlarla mücadele eder.
Bu saldırılar kansere yol açabilir, oysa melatonin bunun oluşmasını
engeller.
Melatonin yaşlanmaya ve kansere karşı da bir ajandır. Melatoninin
seviyesi düşünce bağışıklık zayıflığı, uyku bozukluğu ve kalp
problemleri gibi rahatsızlıklar başlar. Bütün denge, tıpkı ip cambazının
ipin üzerinde yürümesi gibidir. İnsan bedeni için de aynı şey söz
konusudur. Ufak bir dengesizlik olduğu anda, cambaz elindeki denge
sırığı ile birlikte aşağıya düşer.
Teknolojik olarak üretilmiş olan elektromanyetik alanlarla olan ise,
öyle ufak bir bir rahatsızlık gibi değil, insanlık tarihinde hiç olmamış
birşey! İnsan hayatı ile ilgili çılgınca bir deney yapılıyor.
Milyarlarca insanı yok etmek için büyük bir soğukkanlılıkla hesaplanmış
bir plan uygulanıyor...
Melatonin üretimi, sağlıklı bir hayat için o kadar önemlidir ki, eğer
teknolojik kaynaklardan kaynaklanan elektromanyetik alanlara maruz
iseniz, sadece karanlıkta uyumak da yeterli olmaz. Bunun sebebi, epifiz
bezi için ışığın da karanlığın da birer tetikleyici olmasıdır.
Melatoninin üretilmesi veya üretilmemesini aktive eden unsur ise, ışık
ile karanlık arasındaki ‘frekans farkı’dır.
Karanlık ve ışık, elektromanyetizmanın farklı ‘hal’leridir. Dolayısıyla
melatoninin salgılanmasını ya da salgılanmamasını sağlayan, bizim
algıladığımız şekliyle ışık ile karanlık arasındaki görsel fark değil,
budur. Bu çok bağlantılıdır, çünkü teknolojik olarak üretilmiş
elektromanyetizma, epifiz bezini, gecenin yarısında bile gün ışığında
olduğuna inandırır ve bu olduğu zaman da melatonin üretimi durur.
Çalışmalar,
asıl konunun bu olduğunu teyit ediyor. Buna hayvanlar ve böcekler de
dahil. Elektromanyetik alanlar, melatonin üretimini bloke ediyor.
Yeryüzü ve insan beden aklının, farklı frekanslar arasında uyum
içersinde olması gerekir. Dünyanın elektromanyetik rezonansı Schumann
Titreşim Boşluğu olarak bilinir. Bunu Alman fizikçi Winfried Otto
Schumann keşfetmiştir. ‘Boşluk’ kelimesi ile, dünyanın yüzeyi ile üst
atmosfer tabakalarından ‘İonosfer’ arasındaki elektromanyetik ortam
kastedilir. Schumann rezonansı çok düşük frekans/ ELF 6-8 Hertz oranını
kapsar. Yani insan beyin faaliyetleri ve biyolojik sistem ile aynıdır,
Schumann rezonansının frekansı olan 7.83 Hertz’de bir araya gelirler.
İnsan beyni meditasyon, sakinlik, gevşeklik ve yaratıcılık hallerinde,
alfa dalgaları yayar, ama bu dalgalar anksiyete ve stres yaratır ve
immün sistemi etkiler.
Bunun nedeni, hologramın her parçasının, bütünün küçük versiyonları
olması olmalı... Dünya mini bir evren, insan bedeni de mini dünya/evren.
Bu durumda dünya ve insan bedeni uyumlu bir rezonans içersindeler.
Tabii bunun başka nedenleri de var.
7.83
Hz frekansı, yunus balıklarının biyolojik rezonansı, örneğin
Schumann’ın Münih Üniversitesi’ndeki selefi Dr.Herbert König,
memelilerin beyin dalgalarının 6-8 Hz. olduğunu tespit etmiş. Hayatı
tek bir birleşik frekansa bağlayan egemen bir frekans düzeni var, bunun
vasıtasıyla ‘bilgi’ formundaki varlıklar ile düşünce dalgaları ve
alanları arasında iletişim kurulabiliyor. Doğal düzeni bozan ‘Kontrol
Sistemi’, dünyanın elektromanyetik alanını manipüle ederek bu uyumlu
birliği hedef alıyor. Schumann rezonansı, ortak ve uyumlu bir
osilasyondaki biyolojik hayatı bozan bir ses çatalı gibi çalışıyor.
Belirli bir nota çalmak için, kemanın iki ya da üç telini çekersiniz.
Başkası başka bir nota çalar veya hiç ses çıkmaz, ama çoğunluğun gücü
diğerlerinin de aynı şekilde titreşmesini sağlar.
Beyin faaliyetlerinin dış etki ile bozulması da aynıdır. Bu fenomene
Frequency Following Response/(FFR) diyorlar. Beyin, teknoloji ile
üretilmiş frekanslarla bozuluyor. Ritim sabit ve yeterince güçlü ise,
bunu müzik de yapıyor. Sonra da insan düşünce ve algılamasını
etkilemenin bütün kapıları açılıyor.
Şimdi elektromanyetik alıcı-verici teknolojisi labirentinde olanlar
bunlar... İnsan toplumunu gün geçtikçe daha fazla zehirliyorlar. Adım
adım bir frekans hapishanesi inşa ediyorlar, çünkü bu onlar için, insan
beyin ve bedenini, dünya gezegeninin elektromanyetik rezonansı ile
uyumlu bağlantısından koparmak için çok gerekli.
James Russell’ın filminde vurgulanan çalışmalar, Schumann rezonansının,
teknoloji tarafından üretilen elektromanyetik oluşum ile yok edilmeye
çalışıldığını teyit ediyor. Bir kez bunu başarırlarsa, zihin, beden ve
duygusallığın çeşitli seviyelerinde birbiri ile bağlantılı etki tepkiler
ile insan frekansı, kaybolmuş küçük bir çocuğa benzeyecek. Fizikçi
Wolfgang Ludwig şöyle diyor: “Bir şehrin çevresinde veya içinde
rezonans ölçmek imkansız hale geldi. Cep telefonlarının oluşturduğu
frekans kirliliği yüzünden ölçümlerimizi denizde yapmak zorunda
kalıyoruz.”
İnsanların,deney yapılması için teknolojik olarak Schumann
rezonansından koparılmaları ile derhal fiziksel, zihinsel ve duygusal
etkiler baş gösteriyormuş. Bir raporda ise şöyle deniliyor:
“Erling Andechs’teki Max Planck Davranış Psikolojisi Enstitüsü’nden
Prof.R.Wever, manyetik alanlardan tamamiyle temizlenmiş bir yeraltı
bunkeri yaptıklarını ve gönüllü öğrencileri dört hafta süreyle hermetik
sızdırmazlığı olan ortamda tuttuklarını anlattı. Öğrencilerin günlük
ritmleri değişti ve duygusal stres ve migren ağrıları oluştu. 7.8 Hz.
frekansı uygulanınca belirtiler kayboldu. Aynı tür şikayetler, Schumann
dalgalarından yoksun olan, ilk kez uzaya çıkan ilk astronot veya
kozmonotlarda da görülmüştü”.
Fransız virolojist Luc Montagnier, HIV virüsünü tanımlamış ve 2008’deki
Nobel Fizyoloji ödülünü bir başka bilimadamı ile paylaşmış olan bir
bilimadamı. Ancak asıl önemli keşfi DNA’nın, çok düşük, 7.83 HZ
frekansındaki elektromanyetik dalgalar yoluyla iletişim kurabildiği
imiş.
Bence bunu ilk keşfedenin onun olduğundan şüpheliyim, çünkü bilim
dışından da bunun çoktan farkında olanlar vardı. Ben bile 2003 yılında
çıkan “Tek Gerçek Sonsuz Sevgi, gerisi hep İllüzyon” adlı kitabımda, DNA iletişimi ile ilgili bilgiler vermiştim.
Ancak yine de, bu iddiaları ifşa eden ilk bilimadamı olarak, ‘Kurulmuş’
bir bilimin kollektif algılamasının, bir bezelye büyüklüğündeki kutuya
rahatlıkla sığacağını göstermiş oldu. Bulguları tahmin edileceği gibi
dikkate alınmadı, ama gerçekliğini koruduğu kesin.
Bu, DNA’nın frekans iletişimini bozan teknolojik olarak üretilmiş
elektromanyetik alanların, mutasyona neden olarak, hatta insan hayatının
sürmesini bloke ederek insan genetik yapısını bozduklarını gösteriyor.
Zaten sistemin de bütün istediği bu.
Kuşlar,
böcekler, hayvanlar ve insanlar, dünyanın manyetik alanı ile etkileşim
içindeler ve bu prosesin ortasında da günlük ritmi ve gece gündüz
melatonin devresini dengeleyen kriptokrom molekülü var.
Kriptokromlar, insanlar da dahil olmak üzere bazı canlıların, manyetik
alanları hissederek seyretmelerini sağlıyor. Bu gerçek, California
Üniversitesi’nde fizik ve astronomi profesörü olan Thorsten Ritz’in,
bir çeşit bülbül üzerinde yapmış olduğu çığır açıcı araştırmalarla teyit
edildi. Kriptokromlar, kuşlar ve balina gibi memeli hayvanların, uzak
mesafelere göç edip geri dönebilme yeteneklerinin sebebini oluşturuyor.
Kriptokromlar, arılara ve diğer böceklere de aynı seyretme özelliğini
sağlıyorlar. Arılar, A.B.D. dahil bütün dünyada Koloni Çöküşü diye
bilenen bir bozukluk yaşıyorlar. Bunun önemini vurgulamakta yarar var:
arılar, diğer bitki hayatları gibi, insanların temin ettikleri gıdaların
yüzde 70’ine polen yayıyorlar. Ayrıca açıklanamayan nedenlerle balina
ve yunusların, kitleler halinde kumsallarda öldükleri vakaları var. Bana
göre, bunun nedeni, hayvanların seyir sistemlerinde oluşan
elektromanyetik bozukluk ve bütün bunların hepsi birbirleriyle
bağlantılı.
Fizik profesörü Thorsten Ritz, kuşları, radyo frekans alanlarına maruz
bırakarak seyir yetenekleri üzerinde deneyler yapmış. Sonuçlara göre, bu
manyetik alanlar sadece kuşların göç özelliklerini bozmakla kalmamış,
çünkü bu frekanslar ayrıca, çok düşük yoğunlukta, yani resmi olarak
halkın güvenlik limitinin altında oluyormuş. Bunun, diğer hayvan ve
böcekleri de kapsayan bir durum olduğu görülüyor.
Manyetik pusulaları olan uzun bir canlı listesinde kuşlar, kelebekler ve
tabii ki arılar var. Koloni çöküşü adı verilen bozukluk, yetişkin
arıların gidip de geri dönmeyerek bütün koloniyi hareketsiz hale
getirmelerinden ibaret.
Dr.Jochen Kuhn, Almanya’daki Koblenz-Landau Üniversitesi’nde bazı
testler yapınca, hatanın insan teknolojisinde olduğunu, bulguların da
konuyu teyit ettiğini ortaya çıkarmış. Dr.Kuhn, mobil telefonu dört arı
kovanına yerleştirmiş, ama diğer dört kovana koymamış. Kullandıkları
telefon, mobil telefonun direğinin mini versiyonu olup, baz istasyonu
ile etkileşimde olan telefon gibi çalışıyor. Bu telefon direkleri şimdi
şehirlerin her yerinde var, hatta en izole yerlerde bile sayıları
gittikçe artıyor.
Dr.Kuhn , arıların normal bir şekilde, içinde mobil telefon olmayan
kovanlara döndüklerini, içinde mobil telefon olan kovanlara ise
dönemediklerini gözlemlemiş. Bulgular bundan daha açıklayıcı olamazdı
herhalde...
İnsanlardaki kriptokromlar da, kuşlar ve böceklerdeki gibi çalışıyor.
Dünyanın elektromanyetik alanının navigasyonunu içgüdü ile yapıyorlar
veya buna da ‘yön duygusu’ deniyor. Deneylerde insanların başına
mıknatıs takıldığı zaman yön duyguları bozuluyor.
Mobil
telefon ve diğer elektromanyetik komünikasyon direkleri, artık toplumu
iyice kirletmiş durumda. Apartman bloklarının, okulların, ofislerin,
sinemaların, sağlık kliniklerinin, spor merkezlerinin çatılarına
serbestçe yerleştiriliyorlar, çünkü şirketler bunları herkesin sağlığını
hiçe sayarak yapıyorlar.
İngiltere’de, bir mobil telefon baz istasyonu/ direği çevresine dağılmış
olan 18 evli küçük bir kasabadaki çeşitli vakalarda hep aynı belirtiler
ve hastalıklar baş gösterdi; göğüs kanseri, başka kanser hastalıkları,
üreme problemleri ve ağır başağrıları. Mobil telefon direkleri
çevresinde yaşayanlar arasında kanser vakalarının, depresyon ve çeşitli
rahatsızlıkların sayısındaki artış, artık çok yaygın bir gerçek oldu.
Elektrosensitivite
olarak bilinen rahatsızlık ise gittikçe artan elektromanyetik
alanlardan kaynaklanıyor. Belirtileri uykusuzluk, baş dönmesi,
başağrıları, kasılmalar, tutulmalar, endokrin hastalıkları, özellikle
tiroid etkileri, iç kanama ve kanser. Bu tür hassasiyeti olan çok kişi
sağlıkları olumsuz etkilendiği için elektromanyetik teknolojiden uzak
bölgelerde yaşamayı tercih ediyorlar.
Bütün bunlar olurken, 25 yıldır doğal elektromanyetik düzenin
düşünülerek yapılmış olduğuna dair hiçbir inandırıcı resmi araştırma
sonucu da yok, bu olumsuz sonuçlardan koruyacak bir önlem de...
Elektromanyetik enerji çok kısa bir sürede milyon katı arttı. Radyolojik
Korunma Kurulu’nun eski bir belgesinde, radyoaktif ortamın 50 yıldır
milyonlarca kere artmış olduğu ve gün geçttikçe de artmakta olduğu
belirtiliyor.
Hatta şimdi, bilimsel analizler yapmak, etkileri doğru düzgün ölçebilmek
için, bir kontrol popülasyonu bulmak için çabalıyoruz, çünkü mobil bir
telefonunuz yoksa bile veya bir mobil telefon direğine yakın
oturmasanız da, bir şekilde yine teknolojik elektromanyetizmaya maruz
kalıyorsunuz. Herkes sigara içerse, sigara içmenin kansere neden olduğu anlaşılabilir mi?
Unutmayın,
mobil telefonlar 1980’lerde ortaya çıktı , ama 1990’larda hangi
aşamaya geldi. Onların durmak istedikleri nokta da şimdi bulunduğumuz
nokta değil, daha fazlası, yani her hafta, her yıl daha fazla cep
telefonu kullandırmak ve çevreye daha fazla mobil telefon direkleri
kurmak.
Burada anlatmak istediğim şu ki; Kontrol Sistemi’nin belgelerindeki
planda hedeflenen, nüfusun 7 milyardan, yarım ila bir milyara
indirilmesi. Bunu zaten genetiği ile oynanmış gıdalar, yiyecek ve
içeceklerdeki kimyasal katkı maddeleri, içme suyundaki florid, uçakların
bıraktığı kimyasal metalik artıklar, aşılar, ilaçlar, yaşlılar için
ötenazi, savaşlar, ekonomik krizler, açlık ve daha birçok yolla
sağlıyorlar.
Ancak, bunların en önde geleni radyasyon. Bunu kitaplarımın çoğunda
ayrıntıları ile anlattım. Örneğin Fukushima olayı, ‘Kim olduğunuz
Hatırlayın’ adlı kitabımda da anlatmış olduğum üzere kesinlikle bir kaza
değildi. İnsanların yaşadıkları dünyanın elektromanyetik ortamını,
radyasyona maruz bırakmak için çok önemli bir katkıda bulundular.
Elektromanyetik bozukluk her an biraz daha arttırılıyor.
Buna Alaska’daki HAARP ağı da dahil. Atmosferin ‘İonosfer’ tabakasına
çok güçlü radyo dalgaları göndererek radyoaktivite yayıyor, sonra bu
dalgaları sektirip dünyaya geri , yani Schumann kavitesinin yer aldığı
toprak ile ionosfer arasındaki elektromanyetik kaviteye gönderiyorlar.
Sonra, A.B.D.’ndeki ‘GWEN sistemi’ gibi iletişim şebekelerinin
direkleri, 200 mil arayla birbirleriyle iletişim içersindeler ve tüm
Amerika boyunca bütün toprağı kaplayan müthiş bir elektromanyetik alan
oluşturuyorlar. Bir başka görünmeyen elektromanyetik cani de, acil
servisler ve yasal kurumlar için kullanılan TETRA komünikasyon sistemi.
İşte Kontrol Sistemi’nin muhteşem elektromanyetik bozukluk sağlama
yolları bunlar, çünkü bunlar işlerini insanların görmediği bir alemde
gerçekleştiriyorlar.
Yaklaşık çeyrek asırdır benimle o kadar çok dalga geçtiler, o kadar çok
alay ettiler ki, artık hiç aldırmıyorum. Popülarite kazanmak için değil,
‘gerçek’i bulmak için araştırıyorum. Her ne kadar inanılmaz da
görünse, keşfettiğim konuların hepsi doğru ve gerçek, bu yüzden ne
olursa olsun bunları insanlara anlatmaya çalışıyorum...
Şimdi en sonunda, dünyadaki olaylar ve kişisel deneyimleri sayesinde
çok sayıda insan, gözlerini bu gerçeğe açıyor. Bu ‘gerçek’, bu ‘realite’
şudur:
İnsanlar, kendileri ve dünya açısından sahte bir algılama ile manipüle
ediliyorlar. Bunu yapan, çok çeşitli şekiller alabilen insan olmayan bir
güç, ama en basit anlamıyla bozuk bir enerji formu ve düşük seviyede
bir spiritüel farkındalık... Spiritüel açıdan bir bunama ‘hali’. Ancak
bu, teknolojik ve gerçeği manipüle etme bakımından çok kurnaz...
Bu güç, insan gözünün algılayamayacağı bir boyutta yer alıyor. Zaten
bütün ‘yaratılış/varoluş’ da insan gözünün algılayamayacağı boyutta,
ancak bunlar, insanların algılamasını, insan toplumunu doğrudan
insanların akıllarını; büyük devletler, büyük bankalar, teknoloji
devleri, ‘Büyük Ecza’, büyük gıda şirketleri, büyük petrol şirketleri,
büyük enerji şirketleri ve büyük medya kuruluşlarının sahibi olan veya
bunları yöneten ailelere hakim olarak manipüle ediyorlar.
Farklı boyuttaki ‘efendi’lerinin planlarına göre hizmet eden bu
aileler, yasaları yürürlüğe sokturuyor, dünya ve üzerinde yaşayanlar
arasındaki frekans bağlantısını ve dünyanın elektromanyetik düzenini
bozmak için gereken teknolojiyi empoze ediyorlar. Gizlenen
manipülatörlerin, insan gözünün algılayabileceği menzilin dışında,
insanların arasında görülmeden yaşayabilmeleri için, dünyanın
elektromanyetik alanını değiştirmeleri gerekiyor, zaten bunun için
uğraşıyorlar.
Bunlar, enerji varlıklar ve dünyanın elektromanyetik alanını kendi
frekanslarına uydurmaya çalışıyorlar. Onlar için uygunluk, insanlar için
uygun olmama anlamına geliyor. İşte gözümüzün önünde, doğal
yaşantımızın içinde olanlar bunlar...
Yaşamasını istedikleri insanlar, kendi yeni elektromanyetik
düzenlerine uyacak şekilde özel olarak değiştirilmiş köle olarak
kullanılacak olanlar. Bu doğru olamaz mı? Kesinlikle doğru. Neler
olduğunu kesin olarak anlayabilmemiz için, bunu bu anlayış çerçevesinde
değerlendirmeli ve işlerine bir çengel atmalıyız. The Matrix filminde
Morpheus’un Neo’ya dediği gibi; “Bunun kolay olacağını söylemedim Neo. Sadece onun ‘gerçek’ olacağını söyledim.”
İnsanların bu olumsuz etkileri azaltmak için yapabilecekleri basit
şeyler var, mesela cep telefonlarının kullanımını azaltıp, sabit telefon
hattı kullanabilirler. Kablosuz Internet de dahil, kablosuz olan herşey
tehlike arzediyor. Akıllı sayaçlar ile iletişimi olan kablosuz alanlar
da aynı derecede tehlikeli, dolayısıyla kullanmayı reddetmek de yarar
var.
Eğer cep telefonunuz olmadan yaşayamayacağınızı düşünüyorsanız, o zaman
en azından kısa konuşmalar yapın, uzun konuşmalarınız sabit hatta
saklayın. Cep telefonunuzu kulağınıza dayamayın, mümkün olduğu kadar
uzakta tutun. Ve asla ve asla cep telefonunuzu bir çocuğun yanında
tutmayın.
Çalışan cep telefonu tehlikeli, ama en büyük tehlike onu kulağınıza
dayamaktan geliyor. Benim de acil görüşmeler için bir cep telefonum var,
ama yüzde 99.999 bir çekmecede kapalı olarak duruyor. Çok nadir, ayda
bir kullanırım, çünkü işimi sabit hatlı telefon ile de gayet rahat
halledebiliyorum.
Bir telefon istasyon direğine yakın oturuyorsanız oradan taşının,
okulların ve diğer kuruluşların tepesine yerleştirilmiş olanların
kaldırılmaları için mücadele edin. Okullarda kablosuz Internet
kullanılmaması için uğraşın, çünkü bunlar çocukları teknolojik
elektromanyetizmaya boğuyorlar. Kablolu Internet kullanmayı tercih
edin. Yapılacak çok şey var, kendi hayatınız ve sevdiklerinizin hayatı
bunlara bağlı. Durum bu kadar ciddi!
James Russell’ın belgeselinin linki:
0 comments:
Yorum Gönder