11 Mart 2014 Salı

Cennetten Mektuplar #4854 – Her neye takılı kalıyorsanız, şayet ona takılı kalmasaydınız üzüntüyü bilmezdiniz

 field of flowers
Sevgili okuyucularım, resimdeki çiçekler Mor Alev Dostu’na teşekkür olarak gidiyor. Son günlerde üzerinde durduğum tarafsızlık-taraf olmak, teslimiyet, anı yaşamak ve sonuçtan kendini koparmak konusunda harika bir mektup var karşımızda. Orijinali için buraya tıklayabilirsiniz.

Tanrı dedi ki;

Yaşasın Hayat! Yaşasın Dünya ve onun üzerinde yaşayan muhteşem Varlıklar; Büyük, küçük, tüm canlılar! Her canlı yaşam sahnesinde kendine düşen rolü oynar, Filler de, Karıncalar da. Fikrimin sonucu yaratılan Dünya’dan dolayı kendime hayranlık duyuyorum. Ve bu fikir artık sizin de fikriniz.


Dünya’nın sürekli değiştiğini sakın unutmayın. Hiçbir şey aynı kalmıyor. Pencerenizden yansıyan güneşin konumu, her dakika değişiyor. Gökyüzü, ağaçlar, oluşumlar, her şey değişiyor ve sizler de tüm bunların çok sevgili tanıklarısınız. Dünya’nın yaratılışından çok önce sizlere, Güneş ışığının okyanusun üzerinde nasıl da güzel ışıldayacağı söylenseydi, bu olayı izlemek için para öderdiniz. Saatlerce kuyrukta beklerdiniz ve önünüzdeki manzara karşısında hayretler içerisinde kalırdınız.

Ya Yıldızlar? Yıldızların mucizevi güzelliklerini görebilmek için, hayatınız boyunca bir araya getirdiğiniz tüm birikimlerinizi bu uğurda verirdiniz.

Tüm bunlar, gece ve gündüz, yani her an sizin için ücretsiz. Bazen Ay’a ve Yıldızlara bir bakış atmadan yürüyüp gidiyorsunuz. Bunların hepsi ve gün içinde meydana gelen binlerce olay, cennetin size muhteşem hediyeleridir.

Peki, Su’ya ne demeli? Sevinç ve coşku için ne büyük bir sebep! Onu sıçratabilirsiniz. İçebilirsiniz. Ondan buz küpleri yapabilir, sonra da eritebilirsiniz. Sizce de, kendinize özgü bir mucize yaratıcısı değil misiniz?

Uzağı da görebiliyorsunuz, yakını da. Ve okuyabiliyorsunuz. Okumak, gezmek, hatırlamak ve unutmak gibi bir sürü yeteneğiniz var. Atomları madde olarak görebiliyor, kitap sayfalarını çevirebiliyorsunuz. Hikâyelerinizi kendiniz yazıyorsunuz ve sizler birer hikâyesiniz.

Ve Bebekler! Dünya için ne büyük bir nimet…

Yeryüzünde harika olmayan tek bir şey var mı? Bir Uğurböceği hayranlık uyandıracak bir canlı değil mi? Bir örümcek? Bir kelebek? Dünya’da olağanüstü olmayan tek bir şey, nedir?

Hele bir dikkatinizi verip, İnsan olarak ne kadar olağanüstü bir varlık olduğunuzu düşünün. Bir şeyler ifade eden sesler çıkarabiliyorsunuz. Duymak için kulaklarınız var. Üzerinde durabildiğiniz bacaklarınız var. Çiğnemek için dişleriniz ve yutmak için boğazınız var.

Evet, yarattıklarıma ve onların bana verdiği mutluluğa, aşığım.

Hâlbuki siz, Neşe’den daha çok Acı’yı düşünüyorsunuz. Dünya üzerindeki yaşamın mucizelerini unuttuğunuz anda, hüzün duygusunun içine giriyorsunuz. Kum saatindeki kum, parmaklarınız arasından akıp gidiyor. Hiçbir güzel şey aynı kalmadığından dolayı, üzüntü duyuyorsunuz. Hemen aklınızda, bir şeyleri kaybettiğiniz fikri oluşuyor.

Her neye takılı kalıyorsanız, şayet ona takılı kalmasaydınız üzüntüyü bilmezdiniz. Hüzünle hiç karşılaşmazdınız. Yaşamak veya ölmek düşüncesi, sizin için önemli olmazdı.

Peki, bunun aksi olsaydı, nasıl bir fark oluşurdu? Tabii ki sizin olaylara bakış açınıza göre, oluşan fark. Zira sizler hayatın içinde kendi usulünüze göre ilerliyorsunuz ve tüm farklılıklar da buradan kaynaklanıyor. Hem de gerçekten, farklılıklar olmadığı veya tamamen önemsiz oldukları halde.

Şayet gençliğe takılı kalmasaydınız, gençliğiniz geçip gidiyor diye üzülür müydünüz?

Sadece yaşayıp, bu Dünya’yı olduğu gibi sevseniz, ne olurdu? Burada olmanın ayrıcalıklığını, sıcak veya soğuk, hızlı veya yavaş, yuvarlak veya kare, yani görünüşe göre ne zıtlık varsa onları olduğu gibi sevseniz, ne olurdu?

Eğer Dünya’da sadece son bir saatiniz kaldığını bilseydiniz, ah nasıl da her bir deneyimin tadını çıkarmak isterdiniz.

Oluşturduğunuz her resim karesinin tadını çıkarırdınız. Bir filmin içinde yaşadığınızı görürdünüz ve bu film içindeki tüm renkleri, tüm gölgeleri, zengin veya fakir gibi bir araya getirdiğiniz ne varsa, her yönüyle çok severdiniz. Yaldızlı ve parlak olanları da, gösterişsiz ve süssüz olanları da severdiniz.

Severdiniz. Hem de nasıl severdiniz. Kendinizin henüz işlenmemiş ham elmas halinizi bile severdiniz.  Gördüğünüz her suratı severdiniz. Yaratılışın her parçasını severdiniz. Tam da şu anda yaşadığınız bu Dünya’da yaşıyor olmanın sevinciyle, takla atardınız. Severdiniz. Sevgi’yle harmanlanırdınız ve Sevgi’yi, sadece Sevgi’yi bilirdiniz.

Hayatta sadece bazı şeylerin sevilmeye değer ve bazılarının ise sevilmez olduğu fikrini, nereden çıkardınız? Bu farazi fikir olmasaydı, yaşamın her karesini hisseder ve ne bir dakikasını ne de bir santimini, asla kaçırmak istemezdiniz. Zira hepsi sizin için, değerli ve güzel ve inanılmaz olurdu.

Yeryüzünde hayat, işte böyle bir şeydir.

Telif Hakkı© 2014 Mor Alev. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (http://moralev.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir
Copyright © 2014  by Mor Alev. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. http://moralev.com/

0 comments:

Yorum Gönder