30 Aralık 2012 Pazar

Agarta Dünya Kralı - Rene Guenon


   
   Ruh ve Madde Yayınları


Agarta Orta Asya ve Tibet geleneklerine göre Asya daki sıradağların içinde, kimi ezoterik bilgilere göre de Dünya'nın merkezinde yer alan ve tüm kıtalara muazzam tünellerle bağlanabilen bir üstün uygarlıktır.
Efsanevi Mu ve Atlantis kıtalarının tahrip olmasından önce buralarda yaşayan çok yüksek düzeydeki inisiye rahipler tarafından kurulmuş olduğuna ve bu üstün varlıkların yeryüzünde olup bitmekte olanları psişik yeteneklerini de kullanarak kontrol altında bulundurduklarına inanılır. Göktürk, Hun ve Uygur efsanelerinde de "Ataların Kutsal Mağaraları" ve bu mağaralar kanalıyla ulaşılan "Gizli Ülke" ifadeleriyle yer almaktadır..
Bu kitap bugün için Agarta konusunda en ciddi ve güvenilir üç kaynağı; yani René Guénon un Dünya nın Kralı isimli eserinin tümünü, Ferdinand Ossendowski nin ve Saint Yves D Alveydre in eserlerinin Agarta ya ilişkin bölümlerini ve diğer bazı kaynakları bir arada sunmakta ve bir ilki gerçekleştirmektedir.


Hint ve Yahudi ezoterizminin bazı bilgilerine dayanarak meydana getirilen bir geleneğe ilaveten Batı'nın ezoterik gelenekleriyle birleştirilen İDARECİ PLANLAR bilgisinin uyarlanmış bir ifadesiyle karşı karşıyayız.
Çok kadim uygarlıkların kendilerine ait tekamül seviyelerinin gerekleri olarak meydana getirdikleri bilgi sistemlerinin günümüze yansıyan zahiri bilgiİerinin bir yekünu olan bu kitaptaki bilgilerin tek bir amacı vardır; Kozmik ve Dünyasal İdareci Planlar vardır ve Onlar hakiki kudret sahibidirler.
R.Guenon'un orijinal eserine yapılan eklerle, kitabın anla¬şılırlık seviyesini artırma yoluna gidilmiştir. Böylesi zor bir çeviriyi ve eklemeleri yapan Haluk ÖZDEN' e teşekkür ederiz.
Ergün ARIKDAL
Ruh ve Madde Yayınları

Agarta, Dünya Kralı
Rene Guenon

Evrensel Tarih ancak tüm insanlığın fikirlerini ve yaşadığı olayları gerçek biçimde yansıttığı takdirde doğru kabul edilebilir. O hiç kimsenin tekeli altında değildir. Çağdaş yazarlar arasında Saint Yves, sadece tek bir şeyin yaratıcısı olduğunu iddia etmektedir: Bu, Sinarşi fikridir.
Antik çağdan itibaren bu fikir yalnızca Dorlar' a ait kutsal metinlerde değil, ayrıca Ram Devresi'nin tüm organizasyonunda da kendini gösteriyordu. Hükümdarların Misyonu ve Yahudilerin Misyonu adlı eserlerde modern bir Sinarşi'nin kuruluşundan itibaren Avrupa Öğretim Odası'nın doğal ve kutsal bilimlerin yeniden oluşturulması için gerekli tüm bilgileri alacak olduğu belirtilmiştir. Saint Yves bu verilmiş sözü şunları ekleyerek doğrulamaktadır: "Ram Paradeşa' sı, onun Üniversite tapınağı, tradisyonlan, dörtlü öğretim hiyerarşisi günümüzde de olduğu gibi ve değişmez biçimde varlığını sürdürmektedir.
Bu kitabı saygılarımla onun Ruhani Lideri'ne ithaf ediyorum."

Agarta'nın Organizasyonu
Saint Yves tarafından yeniden keşfedilmiş olan, dünya üzerindeki ert eski tradisyon ile en eski zihinsel ve sosyal yapıyı güvencesi altındabulunduran otorite, yeryüzünün en eski üniversitesi olan Paradeşa' da bulunmaktadır. Bunları kaleme aldığı dönemde (1886) dünyanın öğretim birliğinin yaşları şöyleydi:
Muhammed'in ... 1264 yıl.
İsa Mesih'in ...... 1886 yıl.
Musa'nın ........... 5647 yıl.
Manu'nun ..... 55647 yıl.
Paradeşa'nın yüksek rahiplerinin üniversitelerini halk kitlelerinden gizlemelerinin sebebi nedir? Gizlemişlerdir, çünkü onların harika bilimleri, tıpkı bizim bilimimiz gibi kötülüğü, Tanrı karşıtını, Mesih karşıtım. anarşinin genel yönetimini tüm insanlığa karşı silahlandırmakta kullanılırdı,
Sırlar ancak ve ancak Musa ve İsa Mesih' in verdikleri sözlerin Hıristiyanlar tarafından tutulmasından. yani yeryüzündeki anarşinin yerini Sinarşi'ye bırakmasından sonra yürürlükten kaldırılacaktır.
Bununla birlikte, kendiliğinden inisiye olan Saint Yves, öğretebilecek olduklarını söylemeyeceğine ilişkin hiç kimseye herhangi bir söz vermemiştir, bunlar insanlığın çıkarlarına ters düşse bile. Demek ki, Ram Devresi'nin başkent tapınağında, ismi şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği" anlamına gelen Agarta' da kendisini izlememize izin verilmiştir. Bu mistik ad ona M.Ö. 3000 yıllarında, İrşu'nun bölücü hareketinden sonra verilmiştir.
Agarta nerededir?
Bu hususta şu aydınlatıcı bilgiler şimdilik yeterlidir: Ram' dan (Rama)" önce merkezi güneş kenti Ayodhya' da idi. Ram' dan 3000 yıl sonra (M.Ö. 3700) ilk yer değişimini yaşadı. İrşu'dan 1400 yıl sonra (M.Ö. 1800) ikinci bir değişim yaşadı; bunu milyonlarca Asyalı bilirdi. Ancak, bunlar arasında Himalayalar bölgesindeki yeni konumu hakkında bilgi vererek sadakate ihanet edecek tek birini bile bulmak mümkün değildir.
Agarta'nın kutsal ülkesi bağımsızdır, sinarşik olarak organize edilmiştir ve halkının nüfusu 20 milyon kadardır, Orada bizim acı verici mahkemelerimize ve cezaevlerimize rastlanmaz. Ölüm cezası asla uygulanmaz. Güvenlik kadro¬su aile babalarından oluşur. Suçlular inisiyelerin ve hizmet punditlerinin ellerine terk edilir; ancak iki taraf da daima barış istediğinden her verilmiş olan zararın ardından bunun giderilmesi için isteyerek, gönüllü şekilde onarıma ve tazmin etmeye girişilir.
Orada bizlerin sinarşik olmayan uygarlıklarımızın büyük acılarının, yani geniş yığınların sefaleti, fahişelik, ayyaşlık, yöneticilerin acımasız bireyciliği. yönetilenlerin bozguncu zihniyeti, her türden ihmal ve yetersizlik gibi niteliklerin hiç birine rastlanamayacağını söylemeye gerek yok.
Bu ülkenin bölgelerinin başına yerleştirilmiş olan Rajalar (ya da Raca) yüksek seviyeden inisiyelerdir. Onların hakimliklerinde etkili ve buyurgan bir karakter vardır ve bu husus Yahudiler Misyonu'nda incelenmiştir.
Agarta' da kast yoktur. Hindu paryalarının en sonuncusunun bile çocuğu kutsal üniversiteye kabul edilebilir ve oradan çıkmasına ya da orada liyakatlerine göre tüm hiyerarşi derecelerine ulaşarak kalmasına da İzin verilir. Takdim, çocuğunu adayan anne tarafından doğumdan hemen sonra yapılır. Bu, Kuzu Devresi'nin tüm tapınaklarının Nazareatı' dır.
Şimdi de en aşağıdan başlayarak zirveye doğru Agarta' nın merkezi organizasyonuna bakalım. Milyonlarca Dvija ("iki kere doğmuş" demektir) ve Yogi( Tanrı ile birleşmiş anlamına gelir) Agarta'nın simetrik biçimde bölünmüş olan dış mahallelerinde yaşarlar ve başlıca yeraltı yapılarına dağılmış durumdadırlar."
Onların üstünde beş bin Pundit ("Bilgin" anlamındadır) öğretimi sağlar ve iç güvenlik görevini yerine getirirler. Onların sayısı Veda dininin hermetik (gizli, örtülü) köklerinin sayısına karşılık gelir.
Bunların ardından, giderek nüfusu daha azalan yarım daireler şeklinde, 365 Bagvanda' dan ("kardinal" demektir) oluşan güneşsel bölgeler gelir.
Bundan sonra gelen çember, Agarta'nın merkezine en yakın olandır. Yüksek İnisiyasyon'u temsil eden 12 üyeden oluşur. Bunların sayısı, diğerlerinin yanısıra Zodyak'ın 12 burcuna da karşılık gelir.
55.700 senedir tüm sanatların ve bilimlerin gerçek sentezini içeren kütüphaneler, ilahiliğe saygısı olmayanlara kapalıdır. Bunlar yerin derinliklerinde bulunurlar. Ram Devresi'ne ait olan bölümleri, Koç İmparatorluğunun ve kolonilerinin bulunduğu bölgelerin yeraltIarında yerleştirilmiştir. Daha önceki devrelerin kütüphaneleri ise denizlerin ve tufan öncesi Amerika'nın yeraltı yapılarına dek uzanmaktadır.
Paradeşa'nın gerçek üniversite arşivleri binlerce kilometre uzunluğundadır. Avrupa genel anarşik yönetimini bırakıp üçlü Sinarşik yönetime geçtiği gün, Binbir Gece Masalları'ndakileri andıran bu harikalar ve daha birçokları onun ilk Anfiksiyon vari Öğretim Birliği'ne kapılarını açacaklardır.
Bu arada, toprağı eşelemeye koyulacak olan düşüncesizlerin vay haline! Onlar bu işten yalnızca kesin bir yıkım ve kaçınılmaz bir düş kırıklığı elde edeceklerdir. Bu gezegen kütüphanesine ait katalogun tüm bilgisine ancak Agarta' nın Ruhani Lideri ve onun yardımcıları sahiptirler.
Ah! Şu anarşi, uluslararası ilişkilere hükmetmeseydi, tüm kültlerimiz (tapıncalarımız) ve üniversitelerimizde ne harikulade bir rönesans yaşanırdı. Dünya, rahiplerimize ve şu hayran olunası bilim adamlarımıza tüm sırlarını vermekle kalmaz, onlar bunun tüm zekasına, altın anahtarına da sahip olabilirlerdi. Bu durumda geçmişin ilahiliğine karşı saygısızca davranılmayacak ve müzelerimizi doldurmak amacıyla antik mezarlardan kolu bacağı kopmuş kalıntılar sökülüp alınmayacaktı. Antik çağ büyük bir saygı ve sevgiye yeniden bizzat kendi yerinde oluşturulacaktı: Mısır' da, Etiyopya' da, İran' da (Pers ülkesi), Kafkasya' da, vs ... Şayet bilim, kahinlerin önceden bildirdiklerini sonunda gerçekleştirmiş olsaydı, İnsanlığın kanlı üyelerini ilahi konçerto biraraya getirmiş olacaktı. Antik Mısır'ın arıtılmış sırlarıyla, Yunanistan'ın Örfe dönemindeki olağanüstü güzellikteki ihtişamıyla, Yahudiye'nin de Süleyman devrindekinden de daha güzel biçimde yeniden doğdukları görülecekti. Her şey köklerin yüksekliklerinden Yerin merkezi fırınına varıncaya kadar yenilenmiş. aydınlatılmış ve bilinmiş olacaktı. Öğretim fakültelerinin birbirine yakınlaşması tüm sıkıntılara kesin bir çözüm getirecekti.
Can çekişmekte olan anarşinin. son kanlı çırpırtışları arasından geçerek bu Sinarşi egemenliğine doğru yol almaktayız. Büyük Babil'in çöküşü artık görünmeye başlamıştır ve bu kitap da bunun ön belirtilerini haber vermek için yazılmıştır.
Agarta'nın merkezi hiyerarşisi Kozmik Sırlar ayinini yapmak üzere büyük dua saatlerinde bir araya geldiğinde, dünyanın yüzeyinde garip bir akustik fenomen meydana gelir. Yolcular ve kervanlar dururlar. İnsanlar ve hayvanlar inlerler. Onlara dünya sanki şarkı söylemek için dudaklarını açmış gibi gelir. Görünür hiçbir nedeni olmayan bir ahenk adeta "Sözle Anlatılmayan"ı aramaya çalışıyormuşcasına uzay boşluğunda dalgalanır. Araplar ya da Parsisler (Earslar), Yahudiler ya da Afganlar, Budistler ya da Brahmanlar, Tatarlar ya da
Çinliler, tüm yolcular derin bir tefekküre dalarlar ve Büyük Evrensel Ruh'ta birleşmiş olarak dudaklarını mırıldanırlar.
Sırlarla çevrili gerçek ışık piramit olan Paradeşa'run hiyerarşik görünümü şöyledir: Otorite, orada İlahi Zihin' dedir: kudret, Evrensel Ruh'un yargılayıcı Aklındadır; ekonomi ise Kozmos'un fiziksel Organizasyonundadır.
Müritlerin eğitimleri günümüzde de Ram Devri'ndekinin aynısıdır; çünkü bireşimsel Hakikat bir kere öğrenildi mi, kişisel gelişme, zihinlerde ve ruhlarda onu muhafaza etmek ve hiç durmaksızın yaymak üzere ona kadar yükselmekten ibarettir.
Tüm öğrenciler sonuncuya kadar yükselmek üzere ilk basamaktan başlamak zorundadırlar. Musa'nın, Orfe'nin, Fisagor'un, Solon'un, Zerdüşt'ün, Krişna'nın, Daruel'in vs. yapmış oldukları budur. Newton da Paradeşe ya gelseydi aynı şeyleri yapmak zorunda kalacaktı, yani ya ABC' den başlayacak ya da uzaklaşmak zorunda kalacaktı.
Okuyucunun Yahudilerin Misyonu'nda da ele alınmış olduğunu göreceği gibi, Vattan adı verilen evrensel bir dil vardır. Bu, Yuhanna'nın da sözünü ettiği dildir". Bu dil sadedir. ilkelerinde bilgecedir. sonsuz uygulamalarında ise kesindir. Dvijalar ulusunu oluşturan sayısız İnsan onu öğrenmekle meşgul olmakta ve ondan harika keşiflerde bulunmak için yararlanmaktadır. Kutsal dillerin incelenmesi İlahi Zihin'in asli yapısını açığa çıkardığı zaman denetlemeler dönemi de başlamış olur. Sınavlardan yüzünün akı ile geçen Dvija, kendisini Yogi olmaya götürecek incelemelerine başlar. Bizim Batı' da tüm bildiklerimiz ve tüm bilmediklerimiz, orada yeryüzünde bir eşi benzeri daha bulunmayan öğretim misyonerleri olan üstatlar tarafından öğretilmektedir. Yerkürenin ateşten derinliklerinden, yeraltının gaz ve tatlı ya da tuzlu .su akın¬tılarına, denizlerin dipsiz derinliklerine, küremizin enlemesine ve boylamasına manyetik akımlarına, havanın görünmez' cevherlerine, elektriğe, mevsimleri meydana getiren evrensel ahenklere varıncaya kadar tüm bilgiler derinleştirilmiştir. Fi¬zik ve kimya öyle bir seviyeye ulaştırılmıştır ki, şayet bunları gösterme imkanımız olsaydı herhalde kabullenilmeleri imkansız olurdu. Orada sayımı ve dökümünün yapılmadığı ve sayısız derecede gözlemlerin ve deneyleriri konusu olmamış tek bir böcek ya da bitki bile yoktur. Orada, ölümün sırlarına da nüfuz edilmiştir.
Agarta'nın Öğretisi
Agarta'nın kapsadığı şaşırtıcı deneyler birikimi arasında beşeri ayıklanmaya ilişkin olanları görülmemiş bir seviyeye ulaşır, Ram Devresi' nin bilginleri türlerin sırrına ve insan fizyolojisinin en alt ve en üst sınırlarına ilişkin sırların derinliklerine nüfuz edebilmek için olabilecek her şeyi denediler.
Görünmez krallıklar ile ilişkiler, uykunun yasaları, ruhsal yükseliş için uygun olan gıda rejimleri. psişik güç, rüyalar, bedeni uyur vaziyette bırakarak uyanmanın yöntemi... Tüm bunlar incelendi, uygulandı ve bilindi.
Ancak zekanın, duygunun ve içgüdünün mutlak arılığına ulaşmadan ve kutsal bilimin kontrolüne sahip bulunmadan ebediyetin kapılarını zorlayacak olanların vay haline! İşte bu nedenden dolayı İrşu'nun bölücü hareketi gibi kutsal olana saygısızlığın korkunç boyutlardaki örnekleri, her geçip gittikleri yerlerde en korkunç cezaları kendilerine cezbetmişlerdir, Bu cezalar daha hala son bulmuş değildir.
Himalayalar'ın arı dorukları, ayak basılmamış karları ve berrak selleri, İndus ya da Ganjin çirkef ve ceset dolu bulanık suları yüzünden reddedilebilir mi? Ve bünyesinden tüm zihinsel ya da manevi kokuşmuşluğu, tüm bağnazlığı, tüm kurnazlığı, tüm düşünce ya da İrade keyfiliğini, tüm bari inancı, tüm putperestliği, tüm kara büyüyü daima dışarı itmiş olan Agarta hiç kınanabilir mi?
Bu yüzden, Agarta' nın hizmet servisleri öğrenciler tarafından güven altına alınmıştır. Ancak, eskiden bu böyle değildi. Dvijalar'ın odalarını. Punditlerin konutlarını, üniversite'nin laboratuarlarını ve gözlemevlerini toplama ve temizleme işlerini aşağı konumda bulunan ilkel kavimler görüyorlardı.
Budist bölünmeden (ayrılıktan, aykırılıktan) sonra, bu ücretli hizmetkarlar bir tür isyan başlattılar. Kendilerinin sayıca üstün olduğunu görerek, kendi ölçülerinde bir anarşi kurmak amacıyla hiyerarşiyi devirmeye yeltendiler. Felsefe salonlarının temizliğini yapanlar inisiyasyon şartlarının tersine olan öğüt ve telkinlerde bulunmaya koyuldular. Atölyelerin ve laboratuarların işlerini görenler ise kendilerine yüksek bilgin süsü vererek alelacele şekilde maji uygulaması yapmaya giriştiler. Tabii ki, kaçınılmaz biçimde kara büyünün kucağına düştüler ve sonuç olarak kitleler halinde topluca kovuldular; bu da yeryüzündeki kimi yerleşik, kimi de göçebe olan değişik kabilelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Yerleşik kabileler arasında bir tanesi, Sivaistler adı verilen kabile, Druidler döneminin en iğrenç dümenlerini yineleyerek Hindistan'ı sayısız insan kurban etmelerle kan denizine dönüştüreni olmuştur. Agarta tarafından derece derece frenlerımiş olsa bile, etkisi hala devam etmektedir.
Agarta' dan kovulanlardan oluşmuş göçebe kabileler arasında çingeneler de (Bohemyalılar)" yer alır, İnisiyeler ile eski temaslarının yüzeysel bilgileri ve sisli anılarıyla dolu bir halde, bir yığın batıl itikat içinde boğulup gitmiş yöntemleri ve şaşırtıcı uygulamalarıyla Avrupa' da dolanıp durmaktadırlar. Bu zavallı insanlar, dünyada Sinarşi yönetimi kurulduğu zaman asli vatanlarına geri döneceklerdir.
Agarta' dan kovulanlara ilişkin söylenecekler arasında "fakirlere" de değinmek gerekir (Hint Fakirleri). Bunlar çoğunlukla, Agarta' da öğrenci iken öğrenimlerine yüksek seviyelere ulaşmadan önce son vermiş ve kendilerini Orta Çağdaki dilenci keşişlerindeki benzer bir dini hayata adamış olan kişi¬lerdir. Onlar, Hindistan'ın en ücra köşelerindeki köylere kadar ezoterik öğretimin kutsal masasındaki birkaç kırıntıyı götürmüş ve böylece tüm Hindistan'a Agarta'nın daima mevcut olduğunu sürekli olarak kanıtlayıp durmuş insanlardır.
İnceleme kitaplarının orijinal metinlerini hiç kimse Agarta' dan dışarı çıkaramaz. Bunun izleri ancak hafızada muhafaza edilmelidir.
M.Ö. 6. yy.da, bir gezintiden sonra odasına dönen Sakya Muni, sessizlik içinde hazırlamış olduğu devrimci hareketi gerçekleştirmek için üzerinde tüm hesaplarını kurmuş olduğu tetkik defterlerini yerlerinde bulamayınca korkunç bir çığlık attı ve Brahatma'nın ikamet ettiği merkezi tapınağa boşuna koştu. Kapılar kendisine acımasızca kapalı tutuldu. Tüm 'gece boyunca maji bilgilerinin hepsini boş yere uygulayıp durdu. Yüce Hiyerarşi her şeyi önceden görmüştü ve her şeyi biliyordu. Böylece Budizm'in kurucusu! bir an önce oradan uzaklaşmak ve hafızasında tutabildiklerini hiç vakit kaybetmeden ilk müritlerine yazdırmak zorunda kaldı.
Burada açıklanan kutsal Agarta, özellikle bağnazlığın karşısındadır, Uygulamakta olduğu tüm sanatları ve tüm bilimleri, sırların gizleri ile birlikte beyaz ırka azar azar verebilmek için, ondan yalnızca sinarşik bir hareket beklemektedir.
1886 senesinde görev başında bulunan Brahatma, ruhani liderlik koltuğuna 1848' de oturmuştu. Hindistan'ın İngilizler tarafından geçici olarak işgal edilişini Yukarı' dan emredilmiş bir sınav olarak kabul ediyordu. Bunun, meyvelerini verdiği andan itibaren sona ereceğini biliyordu. Birleşmenin ya da kurtuluşun kesin tarihini bilmekteydi.
Saint Yves'in yaşamında çok önemli bir anısı olan 1877 senesinde, Brahatma, sırlar yasasının yürürlükten kaldırılması ve Hristiyanlık tarafından yeterince hazırlanmış insanlık için organizasyonunun Üçlü Yasası'na dönüşün başlatılmasını haber veren bir işaret aldı.

Sekinah ve Metatron
Rene Guenon

Önceden edinmiş oldukları bir takım fikirlerle anlayışları tuhaf bir biçimde sınırlı hale gelmiş bazı korkak kişiler, sırf " Dünyanın Kralı " tanımı ile bile paniğe kapılmışlar ve bunu hemen, İncil' de söz konusu edilen Princeps hujus mundi' ile kıyaslamışlardır. Böyle bir benzetmenin tamamen yanlış ve temelden yoksun olduğu meydandadır. Bunu bir kenara atmak amacıyla, bu "Dünyanın Kralı" unvanının İbrancada ve Arapça' da yaygın biçimde Tanrı'yı kastetmek için kullanıldığını belirtebiliriz.
Bu arada, şu noktada birkaç enteresan gözlem yapma fırsatı doğabileceğinden, bu konuyla ilgili olarak İbrani Kabalası'nın bu etüdümüzün ana konusu ile doğrudan bağlantılı olan ve "göksel (semavi) aracılar'a ilişkin kuramlarını incelemeden geçemeyeceğiz.
Söz konusu olan "göksel aracılar", Sekinah' ve Metatron' dur ve şunu da hemen belirtmeliyiz ki, en genel anlamıyla Sekinah, Tanrı'nın "gerçek katı'dır (huzuru). Kutsal Kitap'ın özellikle bundan bahseden bölümleri, bilhassa ruhsal bir merkezin kuruluşundan söz edilen kısımlardır:
"Alemin Prensi" anlamına gelir, Hz,İsa'yı kastetmek için kullanılmış bir ifadedir.  Ya da Sekinan.
Tabemakl'ın (ahit sandığının korunduğu çadır) yapılması, Süleyman ve Zerubbabel Tapınaklarnın inşa edilmesi gibi... Kurallara uygun olarak saptanmış şartlarda inşa edilen böyle bir merkez, daima "Işık" olarak temsil edilmiş olan ilahi tezahürün yeri olmalıdır. Ve ayrıca, Masonluğun muhafaza etmiş olduğu şu "çok aydınlatılmış ve çok düzenli yer" ifadesi, tapmakların yapımına başkanlık eden ve aslında hiç de Yahudiler'e özgü olmayan antik çağların o rahipliğe ait bili¬minin bir hatırası gibidir. Bu konuya daha sonra tekrar geri döneceğiz. "Ruhsal tesirler" kuramını da geliştirmek niyetinde değiliz. ("Ruhsal tesirler" ifadesini "takdisler" sözcüğüne tercih ediyoruz; çünkü bu, İbrancadaki berakotsözcüğünün bir çevirisi olmaktadır; Arapça' daki baraka sözcüğü de  bu anlamı gayet belirgin olarak korumuştur.) Ancak, yalnızca bu tek görüş açısına bağlı kalarak bile M. Vulliaud'nun Yahudi Kabolası hakkındaki eserinde aktardığı ve Elias Levita'ya ait olan "Kabala Üstatları bu konuda büyük sırlara sahiptirler" sözünü açıklayabilmek mümkün olmaktadır.
Sekinah, kendini sayısız görünümler altında gösterir; bunlar içinde başlıca iki tanesi vardır, biri içsel, diğeri de dışsal olmak üzere ... Diğer taraftan da, Hıristiyan tradisyonunda bu her iki görünümü de olabildiğince açık seçik biçimde belirleyen bir cümle vardır: "Gloria in excelsis Deo, et in terra Pax hominibus bonae voluntatis." Gloriaoa Pax sözcükleri sırasıyla, Prensip' e göre içsel görünüme, tezahür etmiş aleme göre de dışsal görünüme ilişkindirler. Ve şayet bu sözler bu şekilde kabul edilecek olurlarsa, bunların "Tanrı'nın bizimle" veya "bizde" Emmanuel) doğuşunu duyurmak için Melekler (Malakim) tarafından hangi nedenle söylenmiş oldukları derhal anlaşılabilir. Birinci görünüme ilişkin olarak, tanrıbilimcilerin, içinde ve aynı zamanda da yine onun vasıtasıyla mutluluk verici rüyetin (in excelsis) oluştuğu "zafer ışığı" hakkındaki kuramlarını hatırlatmak yerinde olur.
Ve ikinciye gelince, burada bir süre önce değinmiş olduğumuz ve ezoterik anlamı bakımından da her yerde, bu dünyada (in terra) kurulmuş olan ruhsal merkezlerin temel niteliklerinden biri olarak gösterilmiş olan "Barış"; (la Paix) görmekteyiz. Diğer taraftan zaten Arapça bir terim ve açıkça İbrancadaki Sekinah'ın aynısı olan Sakinah (Sekene) terimi I/Büyük Barış" olarak tercüme edilir ki, bu da Rozkruvalarm (Rose-Croix) Pax Profunda'eının tam karşılığıdır; ve buna dayanarak, bu kişilerin "Kutsal-Ruh'un Tapmağı" ifadesinden neyi anladıklarnı izah etmek mümkün olmaktadır, tıpkı İncil' de bulunan ve içinde "Barış'tan  söz edilen sayısız metni açıklamanın mümkün hale gelişi ve hatta"Sekinah'a ilişkin gizli tradisyonun Mesih'in ışığı ile herhangi bir bağlantısının oluşu" gibi; M. Villaud'nın bu son bilgiyi verirken "Pardes' a (yani ileride de göreceğimiz gibi, en yüksek ruhsal merkeze) açılan yolu izleyenlere ayrılmış olan" tradisyondan söz etmesi hiç de amaçsız gibi değildir.
Bu husus, buna bağlı olan diğer bir açıklamayı getirmektedir: Ardından, M. Villaud "Kabile'ye ilişkin bir sır dan söz eder. Bu, bir anlamda "Barış" (sulh) fikrine de bağlıdır ve bu konuyla alakalı olarak Zohar'da. bulunan şu metni: "Adenden çıkan ırmağın adı Iobel'dir," ardından da, Yeremya'ya ait olan"Köklerini ırmağa doğru salacak," ifadesini aktarır ve bundan da, "Kabile'nin ana fikrinin, her şeyin ilk haline geri dönüşü" olduğu sonucu çıkar. Burada ilim tradisyonlarda ele alınmış olan ve bizim de "Danie Ezoterizmi" adlı eserimizde üzerinde biraz durabilme fırsatını bulmuş olduğumuz şu "ilksel hal" e geri dönüşün söz konusu edildiği apaçıktır. Ve eğer 'Tüm şeylerin ilk hallerine geri dönüşleri Mesih çağının işareti olacaktır," diye de eklersek, bu incelemeyi okumuş olanlarımız orada "Dünya Cenneti" ve "Göksel Kudüs" arasındaki ilişkilere ait olarak söylediklerimizi gayet iyi anımsayacaklardır.
Zaten gerçeği söylemek gerekirse, tüm bunlarda söz konusu olan şey daima, devresel tezahürün değişik safhalarında, tüm milletlere ait tradisyonlara bağlı simgeciliğin (sembolizmin) kalp ile, yani varlığın merkezi ve "Tanrı Evi" (Hindu doktrinindeki Brahma - Pura) ile kıyasladığı, Pardes' dir. Tıpkı, yine bunun bir imajı olan ve bu nedenden ötürü İbrancadaki kelime kökeni bakımından Sekinah' dan kaynaklanan miskan ya da 'Tanrı'nın ikametgahı" olarak isimlendirilen Tabernakl  ( ahit sandığının muhafaza edildiği çadır) gibi...
Diğer bir bakış açısıyla ise, Sekinan. Sefıroi'un (Sefirler) bir sentezidir. Sefirot ağacında, "sağ sütun" Merhamet'in tarafı, "sol sütun" ise Sertliğin tarafıdır. Demek ki bu her iki görünümü Sekinuh'da da bulmafnlz gerekir ve şunu da hemen belirtmeliyiz ki, Sertlik Adalet ile, Merhamet de Barış ile aynıdır. "Şayet insan günah işler ve Sekinah' dan uzaklaşırsa Sertliğe bağlı olan güçlerin Sarimnüfuzları altına girer ve bu durumda Sekinah'a "sertliğin eli" adı verilir; ve bu da adaletin eli" (ya da "adaletin pençesi" - ç.n.) sembolünü çağrıştırmaktadır. Ancak bunun tam tersine, şayet "insan Sekinah' a yaklaşırsa, hürriyetine kavuşur" ve Sekinah bu durumda Tanrı'nın "sağ eli"dir; yani '''adaletin eli" artik "kutsayan el" haline dönüşmüştür. En yüksek ruhsal merkezin diğer bir tanimlaması olan" Adalet Evi'nin (Beyt-Din) sırları burada yatmaktadır ; ve ele almış bulunduğumuz her iki taraf, Hıristiyanların "Son Hüküm" tasvirlerinde seçilmişlerin ve lanetlenmişlerin (cehennem azabına mahkum edilmişlerin) tasnif edilip sevk edildikleri taraflardır.
Bununla, Fisagorcuların Y harfi ile temsil ettikleri, egzoterik bir biçim altında Herkül'ün Fazilet ile Rezilet arasındaki mücadelesini anlatan mitin temsil ettiği, Latinler' de Janus sembolizmine dahil olan göksel ve cehennemsel iki kapının temsil ettiği, Hindular' da ise aynı şekilde, Ganeşa  sembolizmine bağlı olan vükselici ve inici iki devresel safhanın  temsil ettikleri iki yol arasında bağlantı kurulabilir ve son olarak da, doğru niyet" ve "iyi niyet" (bonne votante hüsnüniyet) ("Pax hominibus bonae oolunlaiis" ve zaman zaman değinmiş olduğumuz çeşitli semboller hakkında biraz bilgisi olanlar, noel bayramı¬nın, kış gün dönü mü dönemi ile eşzamana rasgelmesinin sebepsiz olmadığını göreceklerdir gibi ifadelerin.
Stoacılar dan Kant' a kadar yol açmış oldukları tüm dışsal, felsefi ve manevi yorumlar bir tarafa itilerek ele alındıklarında, bu bakış açısı altında gerçekte neyi söylemek istediklerini anlamak kolay olmaktadır.
"Kabala, Sekinah'a kendininkilerle aynı isimleri taşıyan ve dolayısıyla aynı karakterlere sahip olan bir Paredre' verir"  ve bu, doğal olarak, Sekinan'ınkendisinden bir o kadar farklı görünümlere sahiptir; adı Metatron'dur ve bu isim sayısal ba¬kımdan Saday'ın sayısal değerine eşittir. Saday, "Mutlak Kudret Sahibi" demektir. (Bunun, Hz. İbrahim'in Tanrısının adı olduğu söylenir.)Metatron sözcüğününün etimolojisi kesinliğe kavuşamayanbir durum gösterir; bu konuda ortaya konulmuş sayısız kuramlar arasında en enteresan olanlardan biri, onu Kaldece' deki Mitra' dan türetendir.
Mitra, "yağmur" anlamına gelir ve ayrıca, kökü bakımından da "ışık" ile bir bağlantısı vardır. Böyle olmakla birlikte, Hindu ve Zerdüşti Mitra ile olan benzerliğin. Yahudiliğin bunu yabancı doktrinlerden almış olduğunu düşünmek için yeterli bir sebep oluşturduğuna inanmamak gerekir; çünkü değişik tradisyonlar arasındaki bağları zihnimizde böyle tamamen dışsal bir açıdan ele alarak canlandırmamız hatalı olur ve hemen hemen tüm tradisyonlarda yağmur, "ruhsal tesirlerini Gökten Yer'e inişinin sembolü olarak vasıflandırılmıştır, Bu hususa ilişkin olarak İbrani doktrininin, "Hayat Ağacından sadır olan ve kendisi vasıtasıyla ölülerin diriltilmesinin gerçekleştirilebildiği bir "ışık çiği'nden ve semavi (göksel) tesirin tüm alemlerle temas etmesini temsil eden ve böylelikle de, özellikle simyagerlerin ve Roz kruvaların sembolizmini anımsatan bir "çiğ" yayılmasından söz ettiğini belirtmemiz gerekir.
"Metatron terimi koruyucu (hami), Tanrı, gönderilmiş (haberci, resul) ve aracı (mutavassıt) gibi tüm anlamları içerir"; o, duyularla algılanan alem de teofanilerin' failidir"; o, "Huzur Meleği"dir ve aynı zamanda da "Alemin Prensidir (Sar haolam) ve bu son tanımla da, konumuzdan hiç de uzak¬laşmamış olduğumuzu görmekteyiz, Daha önceden açıklamış olduğumuz tradisyonel sembolizmi (geleneksel simgeciliği) kullanmak amacıyla! inisiyatik hiyerarşinin liderinin "Dünyasal Kutup" olması gibi, Metatran da "Göksel Kutuptur diyebiliriz. Ve bu sonuncusu kendini ilkinde yansıtır ve onunlaAlemin Ekseni" vasıtasıyla doğrudan ilişki halindedir. "Onun adı Mikail' dir, Tanrı'nın önünde kurban ve adak olan Büyük Rahip'tir, Ve Yahudilerin yeryüzünde yaptıkları şeyler göksel alemde cereyan edenlerin tiplerinden uyarlanmıştır. Büyük Ruhani Reis (Grand Pontife) dünyada Mikail,  Rahmet Prensi'ni sembolize etmektedir ... Kutsal Kitap'ın Mikail'in bekrisinden bahseden tüm bölümlerinde söz konusu olan şey, Sekinah'ın zaferidir."
Burada Yahudiler için söylediklerimiz, gerçekten Ortodoks bir tradisyona sahip bulunan tüm milletler için aynen geçerlidir. Bunlar için, "tüm diğerlerinin kendisinden türemiş oldukları ve kendisine bağımlı bulundukları o ilksel tradisyonun temsilcileri" tanımı yerinde olur. Ve bu, daha önceden de imada bulunmuş olduğumuz, göksel alemin imajı olan "Kutsal Toprak" sembolizmi ile de bağlantılıdır. Diğer taraftan, yukarıda söylemiş olduklarımızın ışığı altında,Metat¬ran sadece Rahmet görünümüne sahip değildir; onda Adalet görünümü de vardır; o sadece "Büyük Rahip" (Kohen ha-ga¬dol) değildir, ayrıca "Büyük Prens" (Sar ha-gadol) ve göksel orduların reisi" dir. Yani, onda krallık kudretinin prensibi ve aracılık" fonksiyonunun karşılığı olan ruhani liderlik, prensibi vardır. Şunu da belirtelim ki Melek, yani "kral" ve Melek, yani "melek" (Türkçesi) ve:ya "gönderilmiş", aynı kelimenin iki değişik biçiminden ibarettirler. Ayrıca Malaki, yani "benim elçim" (Tanrı'nın gönderdiği, habercisi ya da "içinde Taran bulunan melek", Maleak ha-Elohim), Mikail'in harfleriyle meydana getirilmiştir.
Eğer Mikail, gördüğümüz gibi Metatron ile bir ise, yine de onun görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir. ışıklı yüzünün yanı sıra onun bir de karanlık yüzü vardır ve bu da yine aynı şekilde Sarha olam adı verilen Samael  tarafından temsil edilmektedir. Burada, bu kavramların çıkış noktasına yeniden dönmüş bulunuyoruz. Burada, İncil' de sözü edilen Princeps hujus mimdi, yani alt bir anlamdaki ifadesiyle "bu dünyanın geniesi" olan, yalnızca ve yalnızca hakim ruhu bu son görünümdür. Ve tıpkı, bir gölgesi gibi olduğu Metatran ile olan bağları, aynı tanımın iki anlamda birden kullanıldığını doğrulamakta ve ayrıca Apokalips'te (Yuhanna'nın Vahyi) sözü edilen "Hayvan'ın sayısı", yani 666'nın niçin aynı zamanda güneşsel sayı olduğunu da açıklığa kavuşturmaktadır.
Diğer taraftan Aziz Hippolyte'e  göre, Mesih'in ve Antekrist'in (Deccal) her ikisi de aslan işaretine sahiptirler ki, bu da güneşsel bir semboldür. Aynı açıklama yılan ve diğer birçok sembol için de geçerlidir. Kabalist görüş açısıyla ise, burada söz konusu olan, Metatron'un yine bu iki karşıt çehresidir, Sembollerin bu çift anlamı üzerine genel olarak formülleştirilmiş kuramların sahasına daha çok dalmak niyetinde değiliz, ancak yine de ışıklı görünüm ile karanlık görünüm arasındaki karışıklık ve belirsizlik durumunun "satanizm"! oluşturduğunu belirtmeliyiz. Ve "Dünyanın Kralı" tabirinde cehennemsel bir anlam keşfettiklerini zannedenler. şüphesiz ki, ellerinde olmadan veya cahilliklerinin eseri olarak bu karışıklığın ve belirsizliğin içine sürüklenmiş kişilerdir (Bu ifade onları mazur göstermek. için değil, onlar adına bir özür olarak kabul edilmelidir).
En Yüksek Üç İşlev
Rene Guenon

Saint Yves'in aktardığı bilgilere göre, Agarta'nın en yüksek başkanı Brahatma (Brahmaima yazmak daha doğru olur) unvanını taşımaktadır. Brahatma, "ruhların İlahi Ruh'taki desteği" anlamına gelmektedir."
İki yardımcısı vardır; bunlar Mahatma, yani "Evrensel Ruhun temsilcisi" veMahanga, yani "Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun sembolü" unvanlarına sahiptirler, Bu, Batı doktrinlerinin "ruh, can, beden" üçlemesiyle temsil ettikleri ve burada makrokozmos ile mikrokozmos arasındaki benzeşime göre uygulanmış olan hiyerarşik bölünmedir. Bu terimlerin Sanskritçe' de prensipleri tanımlamak için kullanıldığını, insanlar içinse ancak o kişiler bu prensiplerin bir temsilcisi olduklarında kullanılabildiğini ve hatta bu durumda bile kişiliklere değil, esas olarak yerine getirilmekte olan vazifeye bağlı olduklarını belirtmek gerekir. Ossendowski'ye göre Mahatma gelecekte olacakları bilmektedir" ve Mahanga da "bu olayların sebeplerini yönetmektedir"; Brahatma'ya gelince, o, "Tanrı ile yüz yüze gelerek konuşabilir" ve şayet onun, yeryüzü alemi ile yüksek haller ve bunlardan geçerek de en yüksek prensip ile doğrudan ilişkinin gerçekleştirildiği merkezi nokta olduğu anımsanırsa, bunun ne anlama geldiği kolayca anlaşılabilir.
Zaten, kısıtlı bir anlamda ve yalnızca yeryüzü dünyasına bağlı olarak değerlendirildiği zaman "Dünyanın Kralı" ifadesi bir hayli uygunsuz bir havaya bürünmektedir.
Bazı görüşlere bakılırsa Brahatma için "Üç Alemin Efendisi"  tanımını kullanmak daha doğru olacaktır, çünkü bütün gerçek hiyerarşilerde en üst derecenin sahibi, bu nedenden ötürü aynı zamanda kendi altında olan ve kendisine bağlı diğer tüm seviyelerinde sahibidir ve "üç alem" (Hindu tradisyonundaki meydana getirirler), biraz daha ileride açıklayacağımız         sırasıyla biraz evvel saydığımız üç işlev ile ilişkili sahalardır.
"Tapmaktan çıktığı zaman Dünyanın Kralı İlahi Işık saçmaktadır," demektedir, Ossendowski.
İbraniler'in Tevrat'ı da, aynı şeyi Musa'nın Sina Dağı'ndan inişi  için söyler ve bu yaklaşımla alakalı olarak İslam tradisyonunun Musa'yı kendi çağının "Kutubu" olarak kabul ettiğini belirtmemiz gerekir (El -Kuib); Kabala da da onun bizzat Metatran tarafından eğitilmiş olduğunun belirtilmesi bu nedenle değil midir zaten? Ayrıca, dünyanın başlıca ve en önemli ruhsal merkezi ile ona bağımlı alınası muhtemel ve onu sadece özel şekilde belirli milletlere uyarlanmış hususi tradisyonlara bağlı olarak temsil etmekte olan ikinci derecedeki merkezleri birbirinden ayırt etmemiz yerinde olur. Bu noktada fazla takılmamaya özen göstererek şunu da belirtelim ki Musa'ya ait olan "yasa koyucu" (Arapça' da rasül) işlevi, Mantı isminin belirlediği kudretin bir temsilcisi olma seviyesini gerektirmektedir .. Diğer taraftan bu Manu isminde mevcut bulunan anlamlardan biri de tam tamına İlahi Işığın yansımasını belirlemektedir .
Lamalardan biri Ossendovvski'ye, "Dünyanın Kralı, in¬sanlığın kaderini yönetenlerin tümünün düşünceleriyle bağlantı halindedir... Onların niyetlerini ve fikirlerini bilir. Şayet bunlar Tanrı' nın hoşuna giden nitelikte olursa, Dünyanın Kralı da bunları görünmez yardımıyla güçlendirir; şayet Tanrı'nın hoşuna gitmeyecek olurlarsa Dünyanın Kralı bunların başarısız olmalarını sağlar. Bu kudret Agarti'ya, tüm dualarımıza başlarken kullandığımız esrarengiz kelime Om 'un ilimi tarafından verilmiştir," der. Bu ifadenin hemen ardından da, kutsal Om hecesinin anlamı hakkında sadece belirsiz bir fikre sahip olanları bir hayli şaşırtacak olan şu cümle gelmektedir:
"Om, eski bir azizin, Gerolar'ın ilkinin (Ossendowski guru yerine, goro yazmıştır), bundan 300 000 sene önce yaşamış ilk Core'nun adıdır." Bu cümle şayet şu husus üzerinde düşünülmezse pek anlaşılamayacaktır: Söz konusu edilen ve bize göre hayli belirsiz biçimde tanımlanmış olan bu çağ, şimdiki Manu' nun çağından çok önce yer almaktadır; diğer taraftan bizim Kaipa'ınızın birinci Manusu ya da diğer bir deyişle Adi¬ Manu, Svayambuva olarak isimlendirilmektedir (yedincisinin adı Yaioasnaıa' dır), yani "kendi kendine var olan" ya da ebedi Logos (Kelam) olan Sva-yambu' dan çıkmıştır. Logos, ya da onu doğrudan doğruya temsil eden kişi, Gurular'in ya da diğer bir ifadeyle "Ruhsal Efendiler" in ilki olarak tanımlanabilir; ve Om, gerçekte Logosun bir adıdır.
Diğer taraftan, Om kelimesi daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi Brahaimaile iki yardımcısı arasındaki hiyerarşik görev dağılımının anahtarını sunmaktadır. Hindu tradisyonuna göre bu kutsal heceyi meydana getiren üç unsur, sırasıyla biraz önce değinmiş olduğumuz o Üç alemi" temsil etmektedir. Tribuoana'nınüç terimi: Toprak (Bu), Atmosfer (Buoas) ve Gök (Svar) olarak., Diğer bir ifade ile, sırasıyla, bedensel tezahür alemi, süptil ya da psişik tezahür alemi ve tezahür etmemiş olan alem ya da diğer bir deyişle prensipler alemi.
Bunlar, tıpkı daha önceki satırlarda unvanlarıyla ilgili açıklamalara başvurulduğunda da görüleceği gibi, aşağıdan yukarıya doğru Mahanga, Mahatma ve Brahatma'run kendilerine özel alanlarıdır. Ve bu değişik sahalar arasında mevcut bulunan birbirine tabi oluş ilişkileri, biraz evvel Brahatma için kullandığımız "Üç Alemin Efendisi" tanımını da doğrulamaktadır: "O, her şeyin sahibidir. her şeyi bilendir (tüm sonuçları doğrudan doğruya sebepleri içinde görür), içteki emredicidir (dünyanın merkezinde oturur, onu içeriden yönetir ve hareketini kendisi ona katılmaksızın idare eder), kaynaktır (tüm yasal kudretin), tüm varlıkların kökeni, ve sonudur (yasasını temsil ettiği devresel tezahürün)." Doğruluk derecesi en az bununki kadar olan başka bir sembolizmden yararlanmamız için diyebiliriz ki, Mahanga inisiyatik üçgenin tabanını,Brahatma da bunun zirvesini temsil ederler. Mahatma ise etkinliğiaracı uzaydalı kendini gösteren, aracılık eden bir prensibi vücuda getirmektedir (Bu, hermetistlerin Anıma Mundi'si, yani kozmik hayatiyettir). Ve tüm bunlar Saint Yves'in vattan, Ossendowski'nin de oaiiannan adını verdikleri kutsal alfabenin bunlara ilişkin harfleri vasıtasıyla gayet açık şekilde temsil edilmişlerdir. Omhecesini meydana getiren unsurlar olan üç matra'nın bağlandıkları geometrik şekiller (düz çizgi, spiral ve nokta) vasıtasıyla ifadesi de aynı şeydir.
Tüm bunlara daha belirgin bir açıklama getirelim: Brahaima kudret bolluğuna sahiptir. Onda, prensipsel bir tür ilgisizlik hali olarak kabul edilen ruhani liderlik ve krallık gibi iki kudret vardır. Ardından bu iki kudret tezahür etmek amacıyla birbirlerinden ayrılırlar; Mahatma özellikle ruhani kudreti ve Mahanga da krallığa ait kudreti temsil ederler. Bu farklılaşma Brahmanlar ve Kşatriua'lar arasındaki farklılığa denktir. Ancak zaten "kastlar ötesi" olmaları sebebiyle Mahatma ve Mahanga'nın bizzat kendileri de tıpkı Brahatma gibi aynı zamanda hem ruhanilik hem de krallığa ait kudrete sahip bulunmaktadırlar
. Bu hususla alakalı olarak şimdiye dek asla tatminkar biçimde açıklanamamış, ancak hayli önemli olan bir noktayı be1irginleştirmemiz gerekmektedir: Daha önce, İncil' de sözü geçen ve kendilerinde her iki kudreti de birleşti¬ren "Ma] Krallar" dan söz etmiştik. Şimdi de diyoruz ki bu esrarengiz kişiler aslında Aparta'nın üç liderini temsil etmektedirler . Mahanga, Mesih' e altın sunar ve onu "Kral" olarak selamlar; Mahatma ona günlük (tütsü) sunar ve onu "Rahip" olarak selamlar; son olarak da Brahatma ona mürrisafi (bozulmazlık pelesenki,Amrita'nın imajı) takdim eder ve onu "Peygamber" ya da en yüksek ruhsal üstat olarak selamlar. İlksel tradisyonun otantik (gerçek) temsilcileri tarafından her birinin ayrı ayrı mensup bulundukları kendi yetki alanlarını teşkil eden üç alemde Mesih' e takdim etmiş oldukları bu hürmet, fark edildiği gibi, aynı zamanda Hıristiyanlığın kusursuz OrtodoksIuğu'nun bunun karşısındaki güvencesini oluşturmaktadır.
Ossendowski doğal olarak bu kavramları düşünemezdi, ancak yine de şayet bazı şeyleri daha derinlemesine anlamış olsaydı -ki bunu yapmamıştır- en azından Agarta'nın yüce üçlüsü ile Lamaizm'inki arasındaki büyük benzeşimi belirtmesi, gerekirdi. Kendisi Lamaizm'in üçlüsünü şöyle aktarmıştır:
Dalay Lama, "Buda'nın kutsallığını (ya da saf ruhsallığını) gerçekleştirir" ; Taşı Lama, onun ilmini (Ossendowski' nin inandığı biçimde "majik" değil, "teurjik" olmalıdır) gerçekleştirir" ve Bogdo Han, onun maddi ve savaşçı gücünü temsil eder"; bu sıralama, "üç alem" e göre olan dağılımın tamamen aynısıdır.
Ossendowski, kendisine Agarti' nin başşehri. tapınaklar ve manastırlarla kaplı bir dağın zirvesinde Dolay Lamanın sarayı Potalalnın yer aldığı Lhassa'yı anımsatır," şeklinde yapılan tanımlamayı daha kolayca açıklayabilirdi. Birtakım şeyleri bu tarzda ifade etmek, bağlantıları tersine çevirdiği için hatalı olmaktadır; çünkü gerçekte, bir görünümün ancak kendi prototipini anımsattığı söylenebilir ve bunun tersi, yani prototipin görünümü anımsattığı ifadesi yanlış olur.
Lamaizm'in merkezi de gerçek "Dünyanın Merkezinin" ancak bir görünümünden ibaret olabilir. Ancak nerede bulunursa bulunsunlar, bu türden olan tüm merkezlerin topografya bakımından bazı ortak özellikleri vardır; çünkü hiç de birbiriyle ilgisiz olmayan bu özelliklerin tartışılmaz bir sembolik değerleri mevcuttur ve ek olarak da bunlar, "ruhsal tesirlerin" etkilerini tayin eden yasalar ile ilişki halinde olmak zorundadırlar. Bu noktada, tradisyonel ilmin sahasına giren ve "kutsal coğrafya" adı verilen bir husus ortaya çıkmaktadır.
Aynı ölçüde dikkati çeken başka bir uygunluk daha vardır: Saint Yves, inisiyatik hiyerarşinin, bilhassa zaman bölümleriyle bağlantılı olan bazı sembolik sayılar ile ilişki halindeki çeşitli derecelerinin ya da çemberlerinin tanımını yaptığında, ifadesinien yüksek nitelikte olan ve esrarengiz merkeze de en durumdaki çember, en yüksek inisiyasyonu temsil eden ve diğer şeylerin yanısıra Zodyak kuşağının da bir karşılığı niteliğindeki on iki üyeden oluşur" şeklinde bitirmektedir. Bu yapıya, Dalay Lama'nın on iki büyük Namşan'dan (ya da Nomkan) oluşan "dairesel konsey"inde yeniden rastlıyoruz. , aynı şeye; başta "Yuvarlak Masa Şövalyelerine" ilişkin olanı almak üzere bazı Batı tradisyonlannda da rastlanır. Kozmik düzen açısından bakıldığında, Agarta'nın iç çemberinin on iki üyesi, yalnızca Zodyak'ın on iki burcunu değil, buna ek olarak Güneş'in bu Zodyak burçları ile ilişki halindeki çeşitli formlarını, yani on iki Aditya'yı da temsil etmektedir: Ve doğal olarak, tıpkı Manu Vaivasvata'nın "Güneşin Oğlu" diye adlandınlışı gibi, "Dünyanın Kralı"nın amblemlerinden biri de Güneş'tir.
Bütün bunlardan ortaya çıkan ilk sonuç, tüm ülkelerdeki az ya da çok saklı, ya da en azından içine girebilmenin gayet zor olduğu ruhsal merkezlere ilişkin tanımlamaların birbirleriyle sıkı bağları bulunduğudur. Bu hususta yapılacak en akla yakın açıklama; bazı durumlarda da göründüğü gibi bu tanımlamalar, her ne kadar değişik merkezlere ilişkin olsalar dahi, tüm bunların yine de tek ve en yüksek bir merkezin sudürları olduklarıdır; tıpkı tüm tradisyonların, büyük ilksel tradisyonun uyarlamaları oldukları gibi ...
Luz" ya da Ölümsüzlük Ülkesi
Rene Guenon

Dünyamız uluslarının büyük bir bölümünde "Yeraltı dünyası" na ilişkin tradisyonlara rastlanır; bunların hepsini burada biraraya getirmek niyetinde değiliz; zaten aralarından bazılarının bizim şu anda meşgul olduğumuz mesele ile pek doğrudan bir bağlantıları da yoktur. Bununla beraber, genel bir bakış neticesinde "mağaralar kültü"nün daima az ya da çok "içteki yer" ya da "merkezi yer" fikrine bağlı olduğu ve buna göre de mağara ve kalp (yürek) sembollerinin birbirlerine çok yakın olduklarını gözlemlemek mümkündür.
Diğer taraftan, tıpkı Amerika' da ve belki başka yerlerde olduğu gibi, Orta Asya' da da içlerinde asırlardan beri bazı inisiyatik merkezlerin varlıklarını sürdürdüğü mağaralar ve yeraltı geçitleri gerçekten mevcuttur. Ancak bu olgunun dışında, bu konuyla alakah her şeyde, saptanması hiç de zor olmayan bir sembolizm kısmı da vardır. Ve bu inisiyatik merkezlerin kurulması için yeraltındaki bölgelerin tercih dilmesinin basit birer tedbir neticesi olmayıp, kesin olarak sembolik düzenden kaynaklanan nedenlere dayandığını düşünmekteyiz. Saint Yves belki bu sembolizmi açıklayabilirdi ima bunu yapmadı ve bu yüzden de kitabın bazı bö1ümlerinle fantazik bir hava vardır. Ossendowski ise, kendisine söylenen sözlerdeki biçimsel anlamın ötesini görebilecek ve buna nüfuz edebilecek bir yeterliliğe sahip değildi.
Biraz önce ima etmiş olduğumuz tradisyonlar içinde bir anesi özel bir öneme sahiptir: Bu tradisyon Musevilikte yer alır ve Luz adı verilen esrarengiz bir kentle ilgilidir. Bu isim esas olarak Yakup peygamberin rüyet gördüğü ve bunun ardından da Beyt-El yani "Tanrı Evi" adını verdiği yere ittir; bu konuya daha ileride yeniden döneceğiz. "Ölüm Meleği" nin bu kente giremediği ve orada hiçbir kudretnin kalmadığı söylenmiştir. Ve de gayet özel ve anlamlı bir kıyaslama neticesi, bazıları bu kentin Persler' e göre "Ölümsüzlük Ülkesi" olan Alborj'un yanında olduğunu ifade ederler.
Luz'un yanında, altında bir yeraltı geçidine girmeyi sağlayan bir oyuğun bulunduğu bir badem ağacının (İbrancada buna da Luz adı verilir) yer aldığı ve bu yeraltı geçidinin bizzat kente açıldığı söylenmektedir. Değişik anlamlan açısından Luz sözcüğü ilk başta, tüm saklı, üstü örtülü, gizli, suskun olanı tanımlayan bir kökten türemiştir; Göğü tanımlayan sözcüklerin de başlangıçta aynı anlama geldiklerini belirtmek yerinde olur. Kölum (coelum) sözcüğü ile Yunanca' daki" oyuk" anlamına gelen koilon  sözcüğü (bunun mağara "caverne" ile bir bağlantısı olması mümkündür ve Varron bu yakınlığı şu terimlerle ifade eder: a eavo coelum) arasında bir yakınlık kurarlar; ancak en eski ve en doğru şeklin kaelum (caelum) olduğunu ve bunun da "saklamak" (Frcacher) anlamına gelen kaelare'yi (caelare) çok yakından anımsattığını belirtmek yerinde olur.
Diğer taraftan Sanskritçe' deki Varuna, "örtmek" anlamına gelen var kökünden (bu, aynı zamanda kal kökünün de anlamıdır: Latince' de geçen ve kaelare'nin diğer bir şekli olan eelare de buna bağlıdır; bunun da Yunanca' daki eşanlamlısıkaluptein'dir ve Yunanca'daki Uranos da yine bu var isminin kolayca ur'adönüşmüş olan farklı bir biçiminden başka bir şey değildir. Bu sözcükler "örten", "saklayan" ve hatta "saklanmış olan" anlamlarına gelebilirler ve bu sonuncusunun da çift anlamı vardır: Birincisi, duyulardan gizlenmiş olandır ve bu duyularüstü sahadır; ikinci olarak da gizleme ya da karartma devreleri içinde tradisyonun dışsal ya da açık biçimde tezahür edişinin Sona ermesi, "göksel dünyalının böylece "yeraltı dünyasına dönüşmesi anlamına gelir.
Diğer bir bağlantının ışığında, Gök ile de bir yakınlık kurulabilir: Laz' a "mavi kent" adı verilir ve safir taşının rengi olan mavi, göksel (semavi) renktir. Hindistan' da atmosferin mavi renginin, Meru Dağı'nın safirden yapılmış olan ve Jambudvipa'ya bakan güney yüzünde ışığın yansıması ile oluştuğu söylenir. Bunun da aynı sembolizme bağlı olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Jambudvipaherkesin inandığı şekilde sadece Hindistaa demekdeğildir; o gerçekte bugünkü halindeki tüm yeryüzü alemini temsil etmektedir.
Ve bu dünyanın tümüyle Meru'nun güneyinde yer aldığı kabul edilebilir, çünkü Meru kuzey kutbu ile bir tutulmaktadır. Yedi dvipa'lar ("adalar" ya da "kıtalar" anlamına gelir) bazı devresel periyotlar esnasında sırayla yükselirler; öyle ki, her biri o penyodun (devrenin) yeryüzü alemi olarak kabul edilirler. Bunlar, merkezi Meru olan ve buna bağlı olarak da uzayın yedi bölgesine göre yönIendirilmiş ve yerlerinin saptanmış olduğu bir lotus meydana getirirler. Demek ki Meru'nun, yedi dvipalar'dan her birine ayrı ayrı yönelik olan bir yüzü vardır.
Şayet bu yüzlerin her biri gökkuşağının bir rengini taşıyorsa, bu durumda, bu renklerin sentezi beyazdır, ki bu da her yerde ruhsalotoriteye atfedilen renktir. Ayrıca, Meru'nun bizzat kendi rengi de beyazdır (onun gerçekte "Beyaz Dağ" olarak tanımlandığını göreceğiz) ve diğerleri ise yalnızca onun değişik dvipalar'auygun olarak büründüğü çehreleri temsil ederler. Her bir duipa'nın tezahür ettiği devre içerisinde Meru farklı bir pozisyona geçiyor gibidir; ancak gerçekte hareketsizdir ve yerinden oynamaz; çünkü o, merkezdir ve bir devreden diğerine değişiklik gösteren şey, yeryüzü dünyasının onun çevresindeki konumudur.
Çeşitli anlamları epeyce dikkat çekici olan İbranca Luz sözcüğüne tekrar dönelim: Bu sözcüğün sıradan anlamı "badem" (ve daha kapsamlı olarak, meyvesinden çok ağacı tanımlaması bakımından "badem ağacı") yada "çekirdektir. Çekirdek daha "içerideki" ve daha "gizli" olan bir şeydir ve tamamen kapalıdır, ki buradan da "dokunulmazlık" (masuniyet) fikri ortaya çıkar (aynı şey Agarta adında da vardır). Luz sözcüğü aynı zamanda sembolik olarak, ruhun ölümden sonra tekrar dirilişe kadar bağlı kalacağı çok sert bir kemik olarak temsil edilen, tahrip edilemezliği oları cismani bir partiküle verilen isimdir. Nasıl ki çekirdek tohumu içeriyorsa ve nasıl ki kemik iliği içeriyorsa, buluz da aynı şekilde, varlığın yeniden eski haline döndürülebilmesi (ıslah edilmesi, onarılması) için gerekli gizli mevcut unsurları içermektedir. Bu ıslah, kurumuş kemiklere yeniden hayat verecek oları "semavi çiğ"in etkisi altında gerçekleşecektir.
Aziz Pavlus'un şu sözü de zaten bunu ima eder: "Çürümede ekilir, şan içinde yeniden dirilecektir."Burada da, her zaman olduğu gibi "şan", yukarı alem de tasavvur edilen Sekinah' a aittir ve biraz önce de gördüğümüz gibi, "semavi çiğ" ile bunun arasında sıkı bir ilişki vardır. Tahrip edilemez olan (mahvolmayan) olan Luz, insan varlığında mevcut olan" ölümsüzlük çekirdeği" dir. Tıpkı, aynı isimle tanımlanan bölgenin ölümsüzlük ülkesi" oluşu gibi: Burada her iki durumda da "Ölüm Meleğinin kudreti geçersiz kalmaktadır. Bu; bir tür Ölümsüz'ün yumurtası ya da tohumudur ; bunu, içinden kelebeğin çıktığı krizalit ile de kıyaslamak mümkündür; bu karşılaştırma, yeniden diriliş olgusu ile gerçek anlamını bulmaktadır.
Luz'u omurganın aşağı ucuna yerleştirirler. Bu biraz garip gelse de Hindu tradisyonunda, insanın içinde var olduğu kabul edilen Şakti'nin  bir şekli olan ve kundalini  adı verilen güç hakkında söylenenler göz önüne alındığında anlam kazanmaktadır. Bu güç, süptil (seyyal) organizmanın, yine aynı şekilde omurganın, kesinlikle aşağı ucuna denk gelen bir bölgesinde yer alan ve kendi üzerine sarılmış olarak gösterilen bir yılan figürü ile temsil edilmiştir. Ancak bu güç, örneğin, Ha ta- Yoga uygulamalarının etkisiyle uyanmakta, açılmakta ve değişik pleksusları ifade eden "çarklar" (tekerlekler - şakralar) ya da "lotüsler"den geçerek "üçüncü göz"e, yani Şiua'run alnındaki göze ulaşmaktadır, Bu aşama, insanoğlunun "ebediyet duyusu"nu ve bunun neticesinde, daha başka bir yerde değinmiş olduğumuz o gizli ölümsüzlüğü elde ettiği "ilksel hal" e yeniden kavuşmasını temsil eder.
Buraya kadar hala daha beşer halindeyizdir; ancak bir sonraki aşamada, sonunda kundalini baştaki taça ulaşır ve bu son safha, varlığın yüksek hallerinin bilfiil olarak fethedilmesi demektir. Bu yaklaşımdan çıkarılabilecek olan sonuç; luzun organizmanın aşağı kısmında yer alışının yalnızca "insanın seviye yitirmiş olması" şartlarında geçerli olduğudur. Ve tüm yeryüzü insanlığı açısından ele alındığında, yüce ruhsal merkezin "yeraltı dünyasında yer alışı da bu nedendendir.
Ruhsal Merkezlerin İsimleri ve
Sembolik Temsilleri
Rene Guenon

" Yüce Ülke " ile ilgili olarak birbiriyle uyum gösteren daha başka tradisyonlardan da söz edebilirdik; özellikle burayı tanımlayan ve muhtemelen Paradeşa'dan da daha eski olan başka bir isim daha vardır: Bu, Tula' dır; Yunanlılar bunu Tule (Thule) yapmışlardır. Daha önce de görmüş olduğumuz gibi bu Tule, büyük olasılıkla, baş!angıçtaki "dört üstadın adası" ile aym şeydi. Zaten bu Tula adının çeşitli bölgelere verilmiş olduğunu gözden kaçırmamak gerekir; çünkü günümüzde bile bu isme Rusya' da ve Orta Amerika' da rastlanmaktadır.
Hiç şüphesiz bu bölgelerin, az ya da çok, eski bir çağda ilksel Tula'nın kudretinin bir su duru gibi olan ruhsal kudretin mevcut bulunduğu yerler oldu klan düşünülebilir, Meksika'daki Tula'nın kökeninin Toltekler'e bağlı olduğu bilinmektedir. Toltekler'in "suların ortasındaki ülke" anlamına gelen Azilan'dangelmiş oldukları söylenirdi ki bu, besbelli ki Atlantis'ten başka bir yer değildi ve bu TuZa adını da oradan, asli vatanlarından getirmişlerdi. Bu ismi verdikleri merkez büyük olasılıkla, belli bir ölçüde, kayıp kıtadaki merkezin yerini tutuyor olmalıydı.
Ancak, diğer taraftan Atlantis Tula'sını Hiperboreen Tula'dan ayırt etmek gerekir ve aslında, şimdiki Manvantara'nın tümünde, ilk ve yüce merkezin temsilcisi olan bu ikinci Tula'dır. "Kutsal ada" da aslında odur ve daha önce de söylemiş olduğumuz gibi, bulunduğu mevkii başlangıçta kutupta yer alıyordu. Dünyanın her yerinde aynı anlama gelen isimlerle tanımlanmış olan diğer tüm "kutsal adalar", bunun birer görünümünden ibarettirler. Ve bu durum,Manvantara ya bağlı ve sadece ikinci dereceden bir tarihi devreyi yönetmiş olan Atlantis tradisyonundaki ruhsal merkez için bile aynıdır.
Tula sözcüğü, Sanskritçe' de "terazi" anlamına gelir ve özellikle Zodyak'taki bu adı taşıyan burcu belirtir. Ancak bir Çin tradisyonuna göre Göksel Terazi, ilk başlarda Büyük Ayı idi. Bu epeyce önemli bir husustur, çünkü Büyük Ayı'ya ilişkinsembolizm, doğalolarak Kutup ile ilgili sembolizme sıkı sıkıya bağlıdır. Burada, tamamen özel bir inceleme gerektiren bu konu üstünde daha fazla durmayacağız. Kutupsal Terazi ile Zodyak'taki Terazi arasındaki olası bir bağlantıyı da tetkik etmek gerekirdi. Terazi zaten Adalet işareti" olarak kabul edilmiştir ve daha önce, Melki-Sedek' e ilişkin olarak, terazinin Adalet'in sıfatı olduğu hakkında söylemiş olduklarımız, onun adının yüce ruhsal merkezi tanımlamakta olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır.
Tukıya "beyaz ada" adı da verilmiştir ve bu rengin ruhsal otoriteyi temsil eden renk olduğunu daha önce de belirtmiştik. Amerikan tradisyonlarında. Aztlan'ı beyaz bir dağ sembolü ile temsil ederler; ancak bu temsil en başta Hiper boreen Tula ve "kutupsal dağ" için kullanılmaktaydı. Hindistan' da, genellikle kuzeydeki uzak bölgelerde yer aldığı düşünülen "Beyaz Ada" (Şveta-dvipa)  "Ebedi Mutluluğa Ermişlerin Ülkesi" olarak kabul edilir ki bu da onun açık bir şekilde 'Yaşayanların Ülkesi" ile aynı olduğunu gösterir. Bu arada, gayet belirgin bir istisna vardır: Kelt tradisyonları Azizler Adası" ya da "Ebedi Mutluluğa Ermişlerin Adası" olarak özellikle "yeşil ada" dan söz ederler; ancak bu adanın ortasında, hiçbir tufan tarafından batırılamamış  ve tepesi de lal renginde olan "beyaz dağ" yükselmektedir. Bu Güneş Dağı" adı da verilen dağ, Meru ile aynı şeydir: Meni da "beyaz dağ" dır; denizin ortasında yer almasından dolayı yeşil bir kuşakla çevrelenmiştir  ve zirvesinde de ışık üçgeni parıIdamaktadır.
Ruhsal merkezlerin "beyaz ada" gibi tanımlamalarına yine hatırlatalım, bu tanımlama yalnızca en iyi uyduğu yüce merkez için değil, tıpkı diğerleri gibi, ikinci dereceden merkezlere de uygulanabilmiştir. Beyazlık fikrini veren bölgelerin, memleketlerin veya şehirlerin isimlerini de eklemek gerekir. Bunların sayısı bir hayli kabarıktır: Albion, Albanie (Arnavutluk), Roma'nın anası olan Uzun Albe (Albe la Longue) kenti ve aynı adı taşımış olması muhtemel diğer antik kentler gibi...  Yunanlılar: da Argps kentinin adı aynı anlama gelir. Bu olguların nedenleri, ileride söyleyeceklerimiz sayesinde daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır.
Ruhsal merkezin, kutsal dağı da içinde bulunduran bir ada olarak temsil edilişine ilişkin olarak üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır; çünkü böyle bir mevkinin bil¬fiil mevcut olmasının yanısıra (her ne kadar tüm "Kutsal Topraklar" ada olmasalar bile), aynı zamanda sembolik bir anlamı da olmalıdır.
Tarihi olaylar ve özellikle de dinler tarihine ait olaylar, sembolizmin temelini oluşturan ve tüm alemleri tam ve evrensel ahenk içinde birleştiren karşılıklı oluş (uygunluk) yasası gereğince, yüksek düzene ait hakikatlerin birer ifadesidirler. Burada söz konusu olan temsil edişin ortaya koyduğu başlıca fikir, daha önce de Kutup'un bir karakteristiği olarak belirtmiş bulunduğumuz "istikrar" fikridir: Ada, sürekli hareket halindeki dalgaların ortasında hiç hareketsiz durmaktadır; dalgaların hareketi burada dış dünyanın bir imajıdır. Ve "Kurtuluş Dağı"na, "Barış Mabedi;'ne ulaşabilmek için "tutkular denizi"ni aşmak gerekmektedir.
Ruhsal Merkezlerin Yerleri
Rene Guenon

Şimdiye kadar yaptığımız çalışmada "yüce ülkelinin gerçek yerinin neresi olduğu konusunu hep bir kenara bıraktık. Aslında bu çok karmaşık ve bizim de bu çalışmadaki asıl hedefimizin yanında ikinci derecede kalan bir husustur. Adına Manvantara denilen çok daha geniş bir devrenin alt bölümlerini oluşturan çeşitli devrelere göre, birbirini takip eden değişik yerleştirmelerin yapılmış olduğunu düşünmek yerinde olacağa benzemektedir.
Manvantara'nın bütününü herhangi bir şekilde zaman dışı olarak ele alacak olursak, bu yerleşimler arasında, tüm Manvantara'ya hakim olan esas ve ilksel tradisyonun birer uyarlaması durumundaki tradisyonel formların oluşturulmasına karşılık gelen bir hiyerarşik düzenin varlığını müşahede etmek mümkün olur. Diğer taraftan, aynı zamanda esas merkezin dışında, buna bağlı ve bunun birer imajı niteliğinde olan diğer pek çok merkezlerin de mevcut olabileceğini bir defa daha hatırlatmamız yerinde olur. Bu durum bir karışıklık kaynağıdır ve hatta bu ikincil merkezler daha dışta olmalarından dolayı yüce merkezden çok daha görünür vaziyettedirler.
Bu son husus ile ilgili olarak özellikle Lamaizmin merkezi olan (Lhassa) ileAgarta arasındaki benzerliği daha önce de belirtmiştik. Batı' da bile hala, en azından iki kentin varlığı bilinmektedir ki bunların topografya bakımından durumları birtakım özellikler arz eder ve esas bakımından her ikisinin de varlığı benzer bir nedene dayanmaktadır: Bu kentler Roma ve Kudüs'tür (ve bu ikincisinin, Melki-Sedek'in esrarengiz Salem'inin bilfiil görünür bir imajı olduğunu daha önce belirtmiştik). Daha önce de söylemiş olduğumuz gibi, antik çağlarda kutsal ya da ruhani denebilecek bir coğrafya vardı.
Kentlerin ve tapınakların yerleri öyle keyfe bağlı olarak seçilmezdi; tersine, çok keşin yasalara göre saptanırdı. Bundan da, "ruhani sanat" ve "krallığa ait sanat" ile inşaatçıların sanatıçı arasında bağlar bulunduğu anlaşılmaktadır; tabii ki eskiden esnaf loncalarının gerçek bir inisiyatik tradisyonun hakimiyetinde oluşlarının sebepleri de açığa çıkmış olmaktadır . Zaten, bir kentin kurulması ile bir doktrinin (ya da zamanın ve mekanın belli şartlarına uyarlanmış yerli bir tradisyonel biçimin) oluşturulması arasında bir bağlantı mevcuttu; öyle ki, birincisi genelde bu ikincisini sembolize etmekte (simgeleştirmekte) idi. Doğal olarak, dünyanın bir bölümünün metropolü durumunda olacak bir kentin kurulması gereken bölgeyi saptamak söz konusu olduğunda, tamamen özel birtakım önlemlere başvurmak gerekiyordu. Ve bu kentlerin isimleri ve kuruluşları esnasındaki mevcut koşullara İlişkin anlatılmış olanlar, bu bakış açısı altında titizlikle incelenmelidir.
Konumuz ile ancak dolaylı bir bağlantısı olan bu hususlar üzerinde daha fazla durmak istemeyiz; yine de bu sözünü ettiğimiz türden bir merkezin prehelenik (Helen öncesi) dönemde Girit'te mevcut olduğunu belirtmek yerinde olur. Ve hiç şüphesiz, Mısır' da, birbirini takip eden çağlar boyunca bunlardan birçoğu kurulmuştu, tıpkı, Memfis ve Teb gibi ... Aynı zamanda bir Yunan sitesinin de adı olan bu ikincisi, ruhsal merkezler bakımından dikkatimizi daha çok çekmektedir; çünkü görünürde İbrancadaki Tebah (Thebah), yani tufanda¬ki Gemi' dir. Bu da yüce merkezin temsillerinden biridir; iki devre arasındaki, dünyanın yeni bir hale geçmesini sağlamak için eski halini tahrip eden kozmik bir tufan ile kendini gösteren bir geçiş dönemi içinde, bir tür sarıp sarmalanmış ve örtülmüş olan tradisyonun muhafaza edilişinin özel bir sembolüdür. Tearat'taki Nuh'un rolü  Hint tradisyonundaki Satyavrata'nın oynadığı role benzer. Satyavrata daha sonra Vaİvasvata adı altında şimdiki Manu durumuna gelmiştir. Ancak, bu son tradisyon şimdiki Manvantara'nın başlangıcı ile ilgilidir; halbuki Tevrat'taki tufan sadece bu Manvantara'ya dahil bulunan çok daha dar bir başka devrenin başlangıcını işaret eder : Burada söz konusu olan şeyaynı olay değil, ancak birbirine benzeyen iki ayrı olaydır .
Kayda değer diğer bir nokta da Nuh'un Gemisi ile gökkuşağının sembolik anlamları arasındaki ilişkidir. Tevrat'taki metinde bu ilişki, tufan soner erdikten sonra gökkuşağının Tanrı ile yeryüzü yaratıkları arasındaki birleşmenin bir işareti olarak belirmesi şeklinde verilmiştir. Nuh'un Gemisi tufan sırasında aşağıdaki sular Okyanusu üzerinde yüzer; gökkuşağı ise, düzenin yeniden kurulması ve her şeyin yenilenmesi esnasında "bulutlar arasında", yani yukarıdaki suların bölgesinde belirir. Demek ki kelimenin en biçimsel anlamıyla bile bir benzeşim söz konusudur, yani her iki figür de birbirinin tersi ve aynı zamanda tamamlayıcısı durumundadırlar:
Geminin dışbükeyliği aşağı, gökkuşağınınki ise yukarı doğru dönüktür ve bunların her ikisinin birleşmesi tam bir dairesel ya da devresel bir figür meydana getirir; her ikisi de bu bütünün bir yarısı durumundadırlar. Bu figür, devrenin başında gerçekten tamamlanmış (bütün) durumundaydı: Bu, yatay kesiti Yeryüzü Cenneti'nin daire biçimindeki çevresi ile temsil edilen bir kürenin dikey kesitidir ; ve bu küre de "kutupsal dağ" dan çıkan dört. ırmağın oluşturduğu 'bir haç tarafından bölünmüştür. Yeniden kuruluş aynı devrenin sonunda gerçekleştirilmelidir; ancak bu durumda, Göksel Kudüs şeklinde bulunan dairenin yerine bir dörtgen konmuştur ve bu da hermetistlerin sembolik olarakdairenin karelemesi" diye tanımladıkları şeyin gerçekleşmesini gösterir: İlksel ve merkezi noktanın genleşmesi (büyümesi) yoluyla imkanların gelişmesini temsil eden küre, söz konusu olan' devre için bu gelişim tamamlandığında ve amaçlanan denge kurulduğunda bir küp haline dönüşür.

Agarta ve Dünya Kralı
Rene Guenon

Raymond Bernard 'Tuhaf Olanla Karşılaşmalar" adlı kitabında (17-18) bizlere şu açıklamalarda bulunmaktadır:
"Tradisyon, dünyanın okült bir yönetimi olduğundan söz etmekten asla vazgeçmemiştir ve bu yönetime çağlar boyunca pek çok isimler verilmiş ve ikamet yeri olarak da değişik yerler gösterilmiştir."
Aynı yazar, ardından şunları belirtiyor:
"Şunu kesin bir şekilde belirtebilirim ki, dünyanın okült yönetimi otuz seneden beri hiçbir bakımdan artık eskisi gibi değildir. Üstelik artık Gobi çölünde de yer almamaktadır. Modern dünyanın şartları her bakımdan göz önünde bulundurmuştur ve zaten de, ağır bir gelişim içerisinde, yeni şartlara göre sürekli olarak bir ayarlama yapılmıştır."
Raymond Bernard'a göre, Saint Yves d' Alveydre'ın Hint Misyonu adlı eserinde, Dünya Kralı'nın krallığı olan yeraltı Krallığı Agarta'nın varlığını açıkladığı dönemden bu yana her yerde büyük bir gelişme yaşanmıştır:
" ... Saint Yves d' Alveydre, Agarta'nın üzerindeki örtünün bir köşesini tutup kaldırdığında bunu, eserini yazdığı dönemdeki Agarta'nın kendini dışarıya takdim edişine, yapıları ve etkinliklerini yürütüşüne göre yapmıştı.
Üstat Raymond Bernard, Fransız Roskruvalan'nın o dönemdeki (1966)başkanıdır.
Aynı şekilde diğer güvenilir kaynaklardan da elde edilen bilgilere göre, dünyanın bu okült yönetiminin 'merkezi' o dönemde Gobi çölde sabitleşmiş durumdaydı."
Geçen yüzyılda yaşamış olan Alman mistiği Anne-Catrine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya' daki peygamberler Dağı adı verilen,Dünyanın Kralı'nın erişilmez mekanını görmüştü."
Saint Yves d' Alveydre' e göre esrarengiz Agarta Krallığının, Sanskritçe' de, "Tanrı Ruhu'nda canın desteği" anlamına gelen Brahatma ya da Brahmatma adı verilen bir hükümdarı vardır. Markid' Alveydre, kendisinden şahsen bir mektup aldığını bile iddia etmektedir.
Saint Yves' e göre Dünyanın Kralı' nın iki yardımcısı vardı; bunlardan biri "Evrensel Ruh'u temsil ediyordu", diğeri de "Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun sembolü" idi.
Saint Yves d' Alveydre'in tanıklığına, Ferdinand Ossendowski'nin Moğolistan'da karşılaşmış olduğu uygulamalara ve diğer birçok tanıklıklara da dayanarak, bu esrarengiz Dünyanın Kralı tamamen gerçektir.
Ossendowski'ye göre ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lincoln' a göre bu Dünyanın Kralı yalnızca bir ilah olmakla kalmayıp, aynı zamanda, insanlığın kaderinin eksiksiz olarak gerçekleşmesini de görüp gözetmektedir.
Maceraperest Trebitsch Lincoln 1937 senesinde yayınlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu:
"Tibet' te yaşayan Dünyanın Kralı, siz kokuşmuş Batılılar' a karşı pek yakında, varlığını henüz bilmediğiniz ve karşısında tamamen çaresiz kalacağınız güçlerini harekete geçirecektir."
Ayrıca, bir Orta Asya efsanesi olan ve bizim alışılmış zamanımızın dışında bir yerde bulunan gizli bir lama manastırı olan Şangrila efsanesi de anımsanabilir. İngiliz romancısı olan James Milton bu konuya "Kayıp Ufuklar" adlı kitabında değinmektedir.
Rene Guenon'un, "Dünyanın Kralı" isimli kitabında aktardıklarına bakılırsa, birtakım şeyleri daha ayrıntılı biçimde gördüğü bir gerçektir. Dünyanın Kralı'na ilişkin olarak şunları yazmaktadır (bu ifadesi onu yine de, gözle görülür ve elle tutulur bir hükümdarın varlığına inanmaktan alıkoymamaktadır: Bu, Agarta'nın Man usudur):
" ... bu prensip, kendisi vasıtasıyla ilksel bilgeliğin çağlar boyunca onu alabilecek kapasitede olanlara ulaştığı, kökeni beşeri olmayan ve kutsal tradisyonun deposunu bütünüyle muhafaza etmekle görevli bir organizasyonun yeryüzü aleminde kurmuş bulunduğu bir ruhsal merkez tarafından tezahür ettirilmekte olabilir."
Bu Dünyanın Kralı, Ferdinand Ossendowski'nin de Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar isimli kitabında yazdığı gibi, insanlığın okült yönetimi ile temasta olmalıdır. Bir lama, Ossendowski'ye şöyle der: "Dünyanın Kralı, insanlığın kaderini yönetenlerin tümünün de düşünceleri ile bağlantıdadır. Onların niyetlerini ve fikirlerini bilir. Şayet bu niyet ve düşünceler Tanrı'nın hoşuna giderse, Dünyanın Kralı görünmez yardımı vasıtasıyla bunları başarıya ulaştırır; şayet Tanrı'nın hoşuna gitmezlerse, Kral bunların başarısız olmasını sağlar."
İnsanlar arasındaki kavgalar, kanlı ve cinayetle sonuçlanan karşıtlıklar sahnesinin önüne dikilen zıt düşünce ve değerlendirmelere rağmen tarihin yönlenişi ve oluşumu, gerçekte metotlu üstün bir planın yansıması mıdır? Agarta'nın hükümdarı olan ünlü Dünya Kralı'na gelince, burada söz konusu olan bir mitos ya da doğaüstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir şahıstır.
Ayrıca, Dünyanın Kralı'nın pek çok kereler Orta Asya' da, Hindistan' da ve Tayland'da, beyaz bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş ve elindeki üzerinde birkuzu bulunan altın bir elmadan topuz u olan bir asa ile halkı kutsadığını anlatan. bir dizi kesin tanıklık da mevcuttur. Bu ortaya çıkışlarından biri 1938 senesinde, İngiltere Kralı VI. George'un Hindistan İmparatoru olarak taç giymesi şerefine yapılan kutlama törenleri sırasında gerçekleşmiştir: Dünyanın Kralı, Britanyalı efendilerine bağlılık yemini etmek için gelmiş olan Hint hükümdarları (rajalar ve maharajalar) kortejine şahsen katılmış, ancak ci bu boyun eğme seremonilerinden hiç birine iştirak etmemiştir".
Ünlü Fransız bayan seyyah Simone de Villermont orada hazır bulunuyordu: Tanığı olduğu bu olayı, Paris'te "Natya nisiyatik merkezi" adına verdiği bir konferans esnasında, ,1957 yılında anlatmıştı.
Kendisini Saint Germain Kontu olarak tanıtan ve 1972 yılında ORTF (Fransız RadyoJelevizyon Kurumu) kameraları önünde titiz bir denetim altında kurşun bir teli altına dönüştürerek Paris'in gündemine konu olan Richard Chanfrey de -tıpkı Saint Yves d' Alveydre'in daha önceden yapmış olduğu gibi- Agarta'yı yerin derinliklerine yerleştirmektedir, İşte, kendisinin Pascal Seuran' a yaptığı açıklamalar":
Agarta, der Saint Germain, yeraltı dünyasıdır. Çünkü dünyanın içi oyuktur. Büyük Üstatlara göre Agarta, Hermes'in yirmi iki arkanı (Tarot) ve kutsal alfabenin yirmi iki harfi içinde Mistik Sıfırı temsil eder. Mistik Sıfır, Bulunamaz' dır, o her şey ya da hiçbir şeydir: Uyumsal birlik için her şeydir, onsuz hiçbir şey olmaz, Agarta'nın birinci sahanlığı yerin 2400 metre altında bulunur. Girişi, insanların, hayvanların ve yeryüzünün çeşitli bölgelerine serpiştirilmiş olan üslerden gelen aygıtların geçebilecekleri. yeterli bir büyüklüktedir. Volkanik kökenli doğal kanallar dünyanın kalbine inerler.
Agarta'nın ilk salonunun uzunluğu 800 metre, genişliği 420 metre, yüksekliği de 110 metredir. Bu, içi oyuk bir piramittir.
Bu salondan yeraltı dünyasına doğru kanallar çıkarsa da Agarta sakinlerinin pek çoğu oralarda yaşayamazIar, çünkü oranın atmosferi onlara uygun değildir. Orada korkunç bir sıcaklık hüküm sürer. Dünyanın merkezinde yaşayanlara gelince, onlar, tıpkı Saint Germain gibi, doğrudan Atlantislilerin torunları olan inisiyelerdir.
Bunların pek çoğu oradan hiç çıkmazlar. Bu kudrete sahip olan azınlık ise, bu işi özel şartlara göre ayarlanmış ve onlara yolculukları sırasında yeryüzü atmosferine direnebilme imkanı sağlayan 'uçan daireler vasıtasıyla gerçekleştirirler, Bir kere üsse ulaştılar mı, bundan sonra dünyaya uyum sağlayabilirler; görünüşte diğer tüm insanlar gibi bir yaşam sürdürebilirler,"
Çağdaş "Saint Germain", çeşitli katedrallerin (ve özellikle de Chartres' daki) labirent yollarında saklı bulunan olağanüstü büyülü sırrı şöyle açıklıyor":
"Bütün mesaj iletici yapıya sahip katedrallerde labirent mevcuttur. Labirent ruhun ve hayatın dolambaçlarını (kıvrımlarını) temsil eder. Daire olarak değil, düz bir hat olarak yorumlanmahdır.
Şayet bunu bir kağıt üzerinde açabilecek olsaydık ve resmini yapsaydık, tam olarak titreşim dalgasının grafiğini oluştururdu. Bu hat, antigravitasyonu ve antimaddeyi açıklayabilirdi. Tabii ki bunun katedrallerde daireden başka bir şekil halinde olması mümkün değildir.
Labirent, anti ağırlığın anahtarını vermektedir. Ancak, onu yalnızca açıldığı zaman verir. Hiç kimse onu nasıl açıp yayacağım bilmez ve bilemeyecektir de, sadece inisiyeler hariç, ki ben böyleyim.
Şayet labirent doğru bir hat haline getirilebilseydi, bu altın çağ olurdu ... "
. Bu olağanüstü iddianın tüm sorumluluğunu kendisine bırakıyoruz. GH. Williamson'a göre (Aslanın Gizli İnleri, ) Dünyanın Kralı, tufan öncesi insanları arasında hayatta kalmış olanların sonuncusudur:
And Dağları'ndaki bu sitede Büyük Efendi yaşar ... O, gezegenimizde devlerin dolaştıkları devirlerde yeryüzünde yaşamış olan büyük insanların, o Eskilerin içinden, hayatta kalmış olandır. Onun yönetimi altında 144 kişi çalışmaktadır ve bunların arasında bazıları, bir zamanlar bu dünyanın 'büyükleri' olmuşlardır."
Bu esrarengiz Agarta, yerin derinliklerinde oldukça uzaklara kadar yayılmış olmalıydı. İyi amabu Agarta adı da nereden geliyordu? Sanskritçe' de agartasıfatı "ele geçirilemez" ya da "ulaşılamaz" anlamına gelir. Ancak agarta sözcüğü aynı zamanda, "uzun gemi" anlamına gelen arga' dan türemiştir ve "yeraltı bölmesi" anlamına gelmektedir. Ezoteristlerin bir kısmı böylesine yürekli etimolojiler de vermektedirler.
Agarta'ya götüren başlıca beş giriş bulunduğu ifade dilir": Himalayalar' da; Gobi çölünde, gizli krallığın başkenti Şambala'vaı çıkan giriş; Saint Michel Tepesi'nde; Britanya'daki Broseliyand (Broceliande) ormanında yer alan eski kent Neant Fetruis' de; Gize' deki Sfenks'in ayakları arasında.
Geçen yüzyılın sonunda, içinde Agarta'nın varlığını açıkladığı "Hint Misyonu’’adlı eserini kaleme aldığı sırada, Saint Yves d Alveydre, aynı zamanda Fransa Cumhurbaşkanı'na, İngiltere Kraliçesi'ne ve Rus Çarı 'na dünya işlerinin okült denetiminden söz eden mektuplar göndermişti. Şunu belirtmek gerekir ki, Saint Yves, Asya'nın gelecekteki uyanışına ilişkin olarak, çarpıcı biçimde gerçekleşmiş olan bir kehanette de bulunmuştur:
"Eğer İngiltere bu yüzyılın sonunda görüleceği kesin olan bağımsızlık patlamasını önceden sezip bunu doyuma ulaştırmak yolunda gerekli önlemleri akıllılıkla, bilgelikle ve insanlıkla almayı başaramazsa, Ruslar' ın, Asya' nın özgürleşmesinin en müthiş yardımcıları olma durumuna ister istemez sürüklenecekleri gözardı edilemez." Ve ardından şu uyarıda bulunuyordu: "Önümüzdeki 50 yılın sonunda Asya'nın kendi eski Kelt sentezi ruhunda yeniden doğduğunu göreceksiniz. Onun sizin tüm çılgınlıklarınızdan kendini bilgece sakındığını, kendini sizden yine sizi kullanmak suretiyle dikkatlice kurtaracağını göreceksiniz. Ve şayet genel yönetim sisteminde hala Nemrut düzenine göre devam etmekte ısrar edecek olursanız, karşılıklı olarak uzuvlarınızı koparmayı sürdüreceksiniz demektir. Siz, kulaklarım Hıristiyanlık vaadinin yumuşak başlı ve ahenkli çağrılarına tıkamış olan sizler, Son Hüküm'ün gök gürültüsünü andıran borularını duymaya mecbur kalacaksınız. Sizin kendi askeri eğitmenlerinizin rehberliğiyle, başta Çin ve İslam dünyası olmak üzere Asya, elde silah, Tanrı'nın egemenliği yasasına olan bağlılıkları ve uyumları ölçüsünde kendisini rahatsız edip karıştırmanıza engel olacak ve İbrahim'in, Musa'nın ve İsa Mesih'in, reddetmiş olacağınız sosyal ahitlerinin altını imzalamaya sizi mecbur edecektir."
Agarta'nın yaklaşık yarım milyarlık bir nüfusa sahip olduğunu açıklamakta tereddüt etmeyen Saint Yves d' Alveydre, aynı eserinde şunlarıda söylüyordu:
"Agarta nerededir? Tam olarak hangi bölgede yer almaktadır? Oraya girebilmek için hangi yollardan, hangi milletlerin topraklarından geçmek gerekir? Bana bu soruyu sormaktan geri kalmayacak olan diplomatlara ve askeri yetkililere, sinarşik antlaşma yapılmadıkça ya da en azından imzalanmadıkça yanıt vermemem daha uygundur. Ancak, tüm Asya boyunca, karşılıklı rekabet halinde bulunan bazı güçlerin bu kutsal ülkenin çok yakınından geçtiklerini ve bundan hiçbir şüphe dahi duymadıklarını biliyorum. Ayrıca, gerçekleşmesi mümkün bir savaş sırasında bunların ordularının ya onun içinden ya da çok yakınından geçmek zorunda kalacaklarını da biliyorum. İşte bu yüzden, tıpkı Agarta'ya olduğu gibi, bu Avrupalı milletlere de duyduğum dostluk yüzünden, başlamış olduğum ifşaatı sürdürmekten çekinmiyorum."
Dünyanın Kralı, Orta çağ Batı dünyasının ilişki kurabilmek için pek çok girişimde bulunmuş olduğu ve Frida Wion tarafından" aşağıdaki satırlarla yeniden bir portresi çizilen esrarlı Rahip Jean'dan başkası olamazdı.
'Yüzünden asalet akan, ağırbaşlı tavırlı, beyaz bir ata binmiş, başında en kıymetli taşlarla donatılmış ve pırıl pırıl parlayan bir altın taç olan, erguvan kırmızısından ipek ve nadide kürkler giyinmiş ve sağ elinde zümrütten bir asa tutan, haçın ve ruhban sınıfının azalarının arkasında giden, maj krallar soyundan gelen bir kral; Haçlılar'ın Kutsal Toprakları fethedebilmelerine yardım etmek amacıyla dünyanın dibinden, esrarengiz bir girişten çıkıp gelmiş olan bir kral."
"Bu kral, rahiptir. O, Süleyman' dan daha güçlüdür, orduları sayısızdır ve yenilmezdir, krallığı muazzamdır ve zenginliği efsanevidir."
"12. yy.ın ikinci yansındaki Avrupa' da, halk bu kralı peri masallarındakini andıran bu görünüm altında tasvir ediyordu; henüz kısa bir zaman öncesine kadar varlığından bile haberleri yoktu ve gelmekte olduğu onlara bildirilmişti."
Saint Yves d' Alveydre bizlere Agarta' da kullanılan kutsal yazının varlığını da açıklamaktadır: Bu yazı oatiain ya da vatannan adı verilen alfabe ile yazılmaktadır. Ayrıca, bizlere Agarta' da bulunan ve tufan öncesi uygarlıklara ait bütün eski gizli kitapları bir araya toplayan fantastik kütüphanelerin varlığını da açıklar:
"Geçmiş devrelerin (siklusların) kütüphaneleri kadim güney kıtasını diplere gömen denizlerin altına ve tufan öncesi eski Amerika'nın yeraltı yapılarına kadar uzanmaktadır." Asla zarar verilemez nitelikli saklama yerlerinde, geçmişin olduğu kadar gelecekte de ortaya çıkacak olan tüm keşifleri, tüm teknik buluşları kaydetmektedir.
Orta Çağda Papa III. Aleksandrın, günün birinde Tataristan' dan (Orta Asya) gönderilmiş ve esrarengiz Rahip Jean imzasını taşıyan bir mektup almış olduğu tamamen doğrudur. Rahip Jean kendini o mektupta şöyle tanımlıyordu:
Dünyanın tüm krallarının üstünde olan, sınırsız kudrete sahip Kral.
Diğer taraftan, Agarta'ya İlişkin tradisyonlarda belli sayıda efsanelere ve büyüleyici mitoslara rastlanması da hayli anlamlıdır: Tüm doğal afetlerden uzakta olan ve hatta, zaman akışının yıpratıcı etkisine dahi maruz bulunmayan dünyasal bir merkezi bölgeye, beşeriyetin algı alanının dışında kalan yüce bir inisiyatik dünya merkezine ilişkin olanlar, yeraltı dünyasına ve oradan yayılan telürik güçlere ilişkin büyüleyici öyküler gibi... Burada söz konusu olan, sadece sembolik tradisyonlardan ve basit efsanevi mitoslardan mı ibarettir? Bu konuda en ayrıntılı yaklaşım Rene Guenon' a aittir, Dünyanın Kralı isimli kitabında şöyle yazmaktadır:
" ... Tıpkı Amerika'da olduğu gibi Orta Asya'da da ve hatta belki daha başka yerlerde, içlerinde kendilerini asırlardan beri ayakta tutmayı başarabilmiş olan inisiyatik merkezlerin bulunduğu mağaralar ve yeraltı galerileri mevcuttur. Ancak bu olgunun dışında. bu konuyla alakalı her şeyde, saptanması hiç de zor olmayan bir sembolizm kısmı da vardır. Ve bu inisiyatik merkezlerin kurulması için yeraltındaki bölgelerin tercih edilmesinin basit birer önlem neticesi olmayıp, kesin olarak sembolik düzenden kaynaklanan nedenlere dayandığım düşünmekteyiz."
Raymond Bernard ise, Tuhaf Olanla Karşılaşmalar adlı kitabında (s. 21-23) kendisine, ince tülden bir sarık taşıyan, kendini Maha adıyla tanıtan ve tüm dünya işlerini denetleyen Yüce Konsey'in şefi olarak takdim eden, basbayağı etten ve kemikten, Doğulu bir zat tarafından yapılan garip ifşaatları anlatmaktadır. Bu esrarengiz Maha, Agarta'ya ilişkin olarak şu açıklamaları yapmıştır:
Agarta' dan yalnızca söz edildiğini duymuş olabilirsiniz, ancak malesef bu isim bile artık ona uygun değildir, Gerçek ve kesin isimçok az sayıda insan tarafından bilinmektedir ve bunun başkalarına söylenmemesi gerekmektedir. Bu isim A. ... dır. Dünyanın okült yönetimi .. Bu ifade ne kadar da hatalıdır! Ancak, bununla beraber Yüce Konsey'i ve onu oluşturan on ikileri ne kadar da iyi tanımlamaktadır! Tüm, çağlarda içine düşülmüş olan bir yanlışlık da, Yüce Konsey'in üyelerinin ebedi olduklarına inanmak olmuştur. Yüce Konsey ebedidir, ama üyeleri, tıpkı sizin ve benim gibi ölümlüdür. Onları farklı kılan bir şey varsa, o da 'bilgileridir'; bilgileri ve bu dünyanın geleceği hakkındaki olağanüstü vizyonları (riayetleri) ve kavrayışları! Bir üye öldüğü zaman, onun yerine geçmek üzere seçilmiş olan üye derhal yerini alır ve üç ay boyunca selefinin bırakmış olduğu 'bilgi' vedeneyim' e alışır. Ayrıca, ilk kez olarak Yüce Konsey/in bir araya gelmiş olan üyeleri ile temasa geçmiş olur. Böylelikle, intikal kesilmemiş olur."
Bu Yüce Konsey nedir ve kudretleri tam olarak nelerdir? 'Yüce Konsey, bu dünyanın evriminde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Bunun, aşamalarını da bilir. İnisiye çevreleri içindeki bazı inisiyeler btmlarm bazılarım tanırlar; örneğin Balık Burcu çağı ya da Kova Burcu çağı gibi ... Ancak, daha başkaları da vardır ki, bunları Yüce Konsey'in dışındaki hiç kimse bilemez. Yüce Konsey'in başlıca rolü ne midir? Her bir aşamanın öngörülen zaman içinde tamamlanmasını ayarlamak ya da duruma göre işi çabuklaştırmak ya da geciktirmektir. Yüce Konsey'in, pek tabii olarak olaylara etkide bulunabilme imkanları mevcuttur ve beşeriyetın hatasından ve yeni şartlara, orasını burasını zedelemeden uyum gösterme konusunda zorlanmasından dolayı meydana gelen önlenemez ve beklenmedik olguları, Yüce Konsey ötelerden görür.
Yüce Konsey, kendinden daha yukarıda olanın, Görünmez Sürekliliğin ya da diğer bir ifadesiyle, yüksek bir hiyerarşinin Varlıklarının koludur. Evren öyle bir birliktir ki her varlık ve her şey onun zincir baklalarından biridir. Bir husus daha: Yüce Konsey/in üyeleri yılda dört kere, belirli dönemlerde kurul halinde toplanırlar. Ayrıca yıl boyunca, onlardan her biri, şayet arzu ederse tüm diğerleri ile temas durumuna geçebilir."
Demek ki, etten ve kemikten insanlardan oluşan bu Yüce Konsey, spiralin birbiri ardısıra gelen devreleri (siklusları) boyunca beşeriyetin bütününün evriminin gerçekleşmesi için -tesadüfi engeller, karışıklıklar ve çatışmalar da hesaba katılarak- bütün bir planın engellenemez olan gerçekleşişini görüp gözetmektedir.
Maha'nın ifşaatlarını izlemeye devam edelim:
"Politika, 'insanların' bir işidir. Tasarılarımızın gerçekleşmesine kimi zaman hizmet ederse de, kimi zaman bunun tam tersi olur. Tüm dünya genelinde onu yalandan izliyoruz ve ondan kendi sonuçlarımızı çekip çıkarıyoruz; hepsi bu. Doğal olarak, şayet dünya evrimini engelleyecek olursa, o zaman müdahale ederiz, ama tabii ki politika ile hiçbir alakası olmayan yöntemler vasıtasıyla ... Her ne olursa olsun, bunlar daha etkilidirler,"
Yüce Konsey'in üzerinde (Maha'nın ifadesine göre) dünya üstü bütün bir kozmik hiyerarşi mevcuttur:
'Yüce Konsey, A. .. , kozmik hiyerarşik bütünlüğün göze görünür birinci zincir baklasıdır. böylece o, ezelden beri ön görülmüş olan devreler boyunca insanlığın düzenli bir toplum olarak ahenkli gelişimini görüp gözetmek misyonuna sa¬hip olan, zincirin temel baklasıdır. Bu devrelerin sayısı 12' dir. Bunlar Zodyak burçları ile temsil edilmişlerdir ve yaklaşık olarak 24.000 senelik bir zamana yayılırlar. Bunun ardından da kolektif ve kişisel yargı ve on iki devrelik yeni bir döneme başlamak üzere hareket ediş gelir."24 Raslantısal gecikmeler ya da erken bitişler olsa da, dünya yine de bu önüne geçilmez devreleri izlemektedir, izleyecektir. İzlemek zorundadır.
"Onlar (Yüce Konsey'in on iki bilgesi) milletlerin alma ve hazmetme kapasitesine orantılı olarak uygarlığın dinsel, bilimsel, sanatsal ya da felsefi tüketimine hizmet etmek zorunda olan şeyleri analiz ederler, ölçüp biçerler, dozunu ayarlarlar ve süzerler.?"
Yeniden Dünyanın Kralı'na dönelim. Saint Yves d' Alveydre, cumhurbaşkanına, kendisini Agarta'nın yöneticileri ile temasa geçirmeyi teklif etmekte tereddüt etmemişti'" (Başkanın ona cevap verme lütfunda bulunup bulunmadığı konusunda herhangi bir bilgi yok.): Şayet beni çağırtmak konusunda bir karar verirse, ülkemin lideri için, gizliliğin zorunlu kurallarına rağmen bunu bir İstisna olarak kabul etmek zorunda olduğumu ve buna dayanarak kendisine bazı açıklamalar yapmaktan şeref duyacağımı şimdiden bildiriyorum. Kendisiyle başbaşa yapacağım görüşmede, yüksek okullarımızın ödül almış kişileri ya da profesörlerinin arasında Koç Burcu Sinarşik Üniversitesinde öğretilen bilimleri ve sanatları inceleyip gerçekliklerini saptamak isteyecek olanların inisiyasyona kabul edilmelerini Agarta' dan resmen talep etmek amacıyla izlenmesi gereken yolu sözlü olarak aktaracağım."
Bolşevik devriminden sonra, maden araştırmaları yapmakta olduğu Sibirya' dan kaçan Polonyalı Jeolog Ferdinand Ossendowski'ye, çok yüksek mevkideki bir Moğollama, Saint Yves d' Alveydre'ninkileri bütünüyle doğrulayan açıklamalarda bulunur.
"Narabanşi Kür Hutuktusu Celil Camsrap'ın ağzından daha fazla bilgi aldım. O bana yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli Dünya Kralı'nın ortaya çıkışım, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu ipnozda, bu ortak hayalde ya da her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, yalnızca bir sır değil, Rusya'nın siyasi hayatının gidişine etki edebilecek gerçek ve egemen bir güç gizli idi. "(Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar) Gobi çölünün sırlarına gelince, bu konu hiç de öyle uydurma değildir.
Profesör Rameau de Saint Sauveur, Club Marylen kayıtlarında şu açıklama da bulunuyordu:
"Bir zamanlar çevresi kapalı bir deniz' olan Gobi çölü, onlar (Baavi' den gelmiş olan uzaylılar) tarafından Beyaz Ada ya da daha doğrusu Yabancı Denizin Beyaz Adası adı verilmiş olan muhteşem bir adaya sahipti. Burası uzaylıların önemli bir iniş noktası oldu. Günümüzde bu adadan geriye, Atis tepesi kalmıştır: Daima aynı yerde, Moğolistan' da, Güney Altay dağ kollarında, Lob Norun (45. paralelin 130 km üstünde) 600 km kuzey doğusunda yer almaktadır. Orada önemli bir yeraltı galeriler şebekesi vardır: Çin ve SSCB bunu bilmektedirler. Bazılan orada Agarta'nın gizli bir girişi olduğunu düşünmüşlerdir."
Hiç kuşkusuz, tufan öncesine ait, çok uzaklarda kalmış uygarlıkların tüm mirasını bizlere birdenbire açıklayıverecek olan şaşırtıcı arkeolojik keşiflerin eşiğinde bulunuyoruz.
Buna ilişkin olarak, Amerikalı ünlü medyom Edgar Cayce şu haberi vermişti":
Ossendowski bu üç ismi Brahitma, Mahitma ve Mahinga olarak yazmıştır, Çünkü elde ettiği bilgiler Saint Yves d'Alueudre'inkiler gibi Hint değil, Moğol kaynaklıdır, Ancak, hepsi de aslında aynıdır.
1978 senesinde, Sfenks'in ayaklarından birinin çok uzağında olmayan bir yerde, küçük bir piramidin içinde yer alan ve eski Mısır ve batık kıta Atlantis hakkında çok değerli anıları içeren arşivlerle dolu bir mezar keşfedilecektir.
Frida Wion, Meçhul Krallık adlı kitabında şunları açıklamaktan çekinmiyor:
"Öyle görünüyor ki, yardımcıları ile çevrili ve kendisine beşeriyetin seçkin tabakasının hizmet ettiği, bir insan bedeni içerisinde öğreneceği hiçbir şey bulunmayan ve dünya ile sakinlerinin evrimini yönetmek misyonuna sahip esrarengiz bir varlığı keşfetmiş bulunuyoruz. Ancak onların ve bizlerin .arasından gerçeğin bazı parçalarının muhafızları, kutsala yabancı olanları gelecekteki Tapınağa girişlerine hazırlamak için göreve atandılar. Başlarında ezoterik ve inisiyatik merkezler bulunan popüler egzoterik (dışrak) dinler, binlerce yıl boyunca işte böyle yaratıldılar."
Rene Cuenon ise şöyle diyordu:
" Bu Dünyanın Kralı ismi tarihi ya da efsanevi bir kişiliği tanımlamamaktadır. Onun temsil ettiği, gerçekte bir prensiptir: Saf ruhsal ışığı ve dünyamızın ya da bizim varoluş devremizin şartlarına özgü Kanun'u (Dharma) yansıtan Kozmik Zeka' dır ... Diğer taraftan şunu da öncelikle belirtmek gerekir ki bu prensip, kendisi vasıtasıyla ilksel Bilgeliğin çağlar boyunca onu alabilecek kapasitede olanlara ulaştığı, kökeni 'beşeri olmayan' ve kutsal tradisyonun deposunu bütünüyle muhafaza etmekle görevli bir organizasyonun yeryüzü aleminde kurmuş bulunduğu bir ruhsal merkez tarafından tezahür ettirilmekte olabilir. "
Gerçek tradisyonel bakış açılarına göre Agarta, çevresinde fenomenlerin, alemlerin dönüşünün gerçekleştiği sabit ve değişmez noktayı somut biçimde temsil etmenin yöntemlerinden biridir.
Demek ki bu, esrarengiz merkezi, çevresinde her şeyin hareket ettiği hareketsiz ekseni sembolize etmektedir: Ayrıca, Rene Cuenon tarafından KabalacılarınMetatron'u ve başmelek Mikail ile paralellik kurulan Bu Alemin Prensi kavramı üzerinde düşünmek faydalı olur:
Eğer Mikail Metatran ile bir ise, yine de onun görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir.Tşıklı yüzünün yanısıra, onun bir de karanlık yüzü vardır ... " Kendisinden Tekinn'de ve aynı şekilde Aziz Pavlus'un İbraniier'e Mektubu'nda söz edilen, Salem Kralı esrarengiz Melkisedek de kim olabilir? Rene Cuenon, bu insanüstü kişiliğe de değinmektedir:
Anasızdır, babasızdır, soyağacı yoktur, hayatının başı ve sonu yoktur, ancak böylece o, Tanrı Oğlu'na benzer kılınmıştır: Bu Melkisedek daima rahip kalır."
Bununla birlikte, Dünyanın Kralı'nın, dünya düzenine göre hem ruhsal otoriteyi hem de maddi kudreti kendinde birleştiren gerçek bir kişilik olarak kabul edilmesi de gayet normal değil midir?
Saint Yves d' Alveydre' nin açıklamalarının aynısını yeniden yapmış olan Ossendowski'ye göre Dünyanın Kralına Brahatma adı da verilir.
Dünyamızın yüksek han er (Yüce Prensipten çıkan) ile temas ettiği merkezi noktada yer alan bu şahıs, Agarta'nın yönetiminde iki yardımcıya sahiptir:Mahatma (gelecekteki olayları bilir) ve Mahanga (bu olayların nedenlerini yönetir, yönlendirir).
Yüce bir inisiyatik merkezin var olduğu kabul etmek gayet normal değil midir? Frida Wion şöyle yazıyor: "Bir inisiyatik merkezin konumu asla değişmez değildir; politik yada dinsel kaplara göre yer değiştirir, hatta bölünebilir de ...Dünyanın Kralı, lider, çağın gereklerine en iyi cevap verebilecek ve kendisinin de bulunduğu bir yere krallığını yerleştirir. Şayet efsanelerde bir kutsal coğrafya mevcut ise, bu, Merkezin konumundan dolayı böyledir, çünkü onun varlığından dolayı her bölge kutsallasın Mısır' dan, Çin' den İrlanda'ya, ardından da Delf'e geçmiştir. Günümüzde nerededir? Yoksa çoktan başka bir gezegene mi geçmiştir?"
Tabii ki bu, maddi olgular ile görünmez küreler arasındaki apaçık temas imkanlarını ortadan kaldırmaz. Bazı şartlar altında -insanlara ait bilinen yazılardan hiç birine ait olmayan esrarengiz harflerle yazılmış olan- birtakım kayıtların aniden ortaya çıkışlarından söz eden tradisyonların doğrulanması kolay olmayacaktır.
Ve yeni bir devrenin başlangıcımr, gelecekteki çekirdeğini oluşturan sırların. gizemlerin varlıklarını sürdürdükleri -hatta çağın en derinliklerinde bile (aşağı inici spiralin son noktası)¬ bölgeyi dünyanın tüm kalbine yerleştirmek gerekmez mi?
Bu hususta, Rene Guenon'un şu açıklaması üzerinde düşünelim:
" Gemi (Nuh'un Gemisi), dünyanın yeniden ıslah edilmesi gerekli olan ve onun gelecekteki halinin tohumlarını teşkil eden tüm unsurları içinde bulundurmaktadır."

Agarta, Agarta Yer Altı Uygarlığı, Agarta Mahatmalar Misyonu - Bilim Araştırma Merkezi
Konular;
1.Bölüm - Batı'da Agharta Kavramı

2.Bölüm - Agharta ve Okült Bilgiler

3. Bölüm - Gizemli Rahip Jean Krallığı

4. Bölüm - Agharta İnisiyesi APOLLONİUS
5. Bölüm - Asya'da Yeraltı Tünel Sistemleri

6. Bölüm - Agharta ve Saint - Yves d'alveydre Misyonu

7.Bölüm - Agharta ve OSSENDOWSKI Misyonu

8.Bölüm - Agharta ve RENE GUENON Misyonu

9. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler

10. Bölüm - Atlantis'in Tünel Sistemleri

11.Bölüm - Agarta ve Ufo'lar

12. Bölüm - Agarta ve Gizemi

Ek Bölüm


Batı da Agharta Kavramı
Bilim Araştırma Grubu

Bilgelik Üstadları'nın talebesi olduğunu ileri süren ünlü Sovyet okültisti ve yazarı Mme H.P. Blavatsky, daha on yaşındayken teyzesine şunları söylemişti:
..Dünyanın tüm bilgisine sahip olan Bilgeler'in mevcudiyeti daima söz konusudur. Onlar, Doğa'nın Güçlerine tümüyle egemendirler ve kendilerini, sadece, Onlar'ı bilmeye ve görmeye layık olan kişilere ifşa ederler ...
İyi belirlenmemiş ve bazen çelişmeli kavramlar ıçermesine rağmen, «Agharta», okültistleri derin derin düşündüren bir kelimedir. Gerçekte, Tibet veya Moğolistan sınırında kurulmuş bir gizemli yeraltı kırallığımı, yoksa esrarengiz bir gizli topluluk mu söz konusudur? Her iki yorumun da kendi taraftarları vardır, fakat hepsi de bizi, her bir görüsün,hakikatin bir parçasını taşıdığını düşünmeye şevk ediyor.
Eğer Agharta konusunda, süzülmüş olan nadir enformasyonların sentezi yapılırsa,Agharta, tek kendisinin sahip olduğu binlerce sırrı uygulaması sayesinde, dünyanın büyük bir spiritüel aydınlanmaya girişmesi ve amaç gözeten dünyasal bir bilgeler, filozoflar, kurulu olmalıydı. [Agharta'nın] mekanı ise Tiyeh-Şan Dağları'ndaki (Tanrı Dağları) bir kutsal yer olan Ch'an-Cheng Lob olmalıydı.

Agharta ve Saint- Yves  d'Alveydre Misyonu
Agharta adından Batı'da ilk defa,bu son yüzyılda Saint-Yves d'Alveydre söz etmiştir. Mütecessis bir kişi, Martinist tarikatın büyük üstadı, sinarşinin, müjdecisi  olan bu okültist ve aynı zamanda da, alt seviyeden metallerin sülfürasyonu yoluyla altın ve gümüş üretimi için formüller kuran bu alşimist, İbraniceyi ve Sanskrit dilini mükemmelen biliyordu ve bu sayede Kabala'nın ve Brahmanizm'in kaynağına inmeyi başarabilmişti.
1842'de doğan Bröton kökenli Marki Saint-yves d'Alveydre Kontes Weller ile evlendi ve böylece Avrupa yüksek aristokrasisi ile oluşan akrabalık bağları, ona, Baint-Petersbourg imparatorluk erkanı ile temaslar kurmasında kolaylık sağladı. Ve bu ilişkisi de, ona, Çarlık kolonisi olan Orta Asya'nın manastırlarının inisiyeleriyle tanışma imkanı verdi. Öğrenmiş olduklarını, yayımladığı «Hint Misyonu» (Mission de I'Inde) adlı eserinde belirtti. Ancak, kendisine ait olmayan sırları ifşa etmiş olmaktan pişmanlık duyduğundan, kitabının tüm baskısını imha etti. Ne varki Papus'nün eline ulaşan bir nüsha bu imha edilişin dışında kalmıştı ve bu nüsha 1910'da ikinci bir baskının yapılmasını sağladı.

Agha'rta ve Jacolliot, Blavatsky, Guenon Misyonu
Saint-Yves dAlveydre'den sonra,eski Fransa,konsolosu Louts Jacolliot «Hint'te Kitab-ı Mukaddes" (la Bible dans l'Inde) adlı kitabında Agharta'ya yaklaşımlar yapmıştır. Daha sonra, bu gizemli merkezden Söz etme sırası, konuyu «Gizli Doktrin» (la Doctrine Secrete) ve(Aşikar Edilmiş lzis (Isis Devoilee) adlı eserlerinde ele alan, Teozofi'nin kurucusu H.P.Blavatsky'ye geldi .. Bir süre sonra, RelJ,e Guenon «Dünya'nın Kralı,) (Le Roi du Monde)' adlı eserinde Agharta hakkında geniş bilgiler verdi.
Ona göre, Gobi'nin ileri uygarlığına binlerce yıl önce son verdiren şey, doğal veya sebep olunan bir afet idi. Bu yüzden, ‘’ Dış Zekalar'ın Oğulları» diye adlandırılan ki bu adlandırmada muhakkak dünya dışı bir köken görmeye çalışmak şart değildir-  dünyanın bu kısmındaki Spiritüel Üstadlar, Himalayalar altındaki sınırsız, bir mağaralar şebekesini kendilerine sığınak edindiler. Onlar az zaman sonra iki gruba ayrıldılar: Dünyaya iştirak etmezlik ve seyretme (temasa etme) şehri Agharta'ya yerleştirilen (sağ el yolu» ile şiddet (zor) şehri Şambala'ya isnat edilen «sol el yolu».

Agharta ve F. Ossendowski Misyonu
Bununla birlikte, Agharta hakkında en eksiksiz ve en şaşırtıcı enformasyonlar Ferdinand Ossendowski'den gelmiştir. Amiral Kolçak Hükümeti'nin eski bakanı ' olan ve bolşevik devrimine karşı koymaya teşebbüs eden bu Polonyalı, Kızıl Ordu karşısında, Moğolistan ve Çin'in bir bölümünden geçerek kaçmak zorunda kaldı. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında, bir süre, dolaysız olarak aldığı enformasyonları toplamış olduğu manastarlarda kaldı, ki bu enfotmasyonlan 1924'te «Hayvanlar, insanlar ve Tanrılar» (Betes, Hommes et Dieux) adlı kitabında açıklamıştır.
Ferdinand Ossendowski'ye anlatıldığına göre, altı bin yıldan fazla bir zaman önce, kutsal bir kişi tüm kabilesiyle birlikte, uçsuz bucaksız bir mağarada kayboldu ve orada bir yeraltı krallığı kurdu: Eski kayıp bilime sahip olan Agharti. Bu krallığın başında tüm tar biat kuvvetlerini bilen, bütün insanların ruhlarını ve mukadderatın büyük kitabını okuyan Dünya'nın Kralı bulunur. Görünmez olan Dünya'nın Kralı, emirlerini icraya hazır sekiz yüz milyon kişiye hükmetmektedir.
Bir gün Lama Turgut, Ossendowski'ye şunları soyler: «Agharti'nin merkezi, büyük rahip ve bilginlerin kaldığı şehirlerle çevrilidir. Agharti'nin merkezi, manastır ve mabetlerle kaplı bir dağın tepesinde olan Dalay Lama'nın sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa'yı hatırlatır. Dünya'nın' Kralı'nın tahtı, insan biçiminde [Yani insan bedenine] enkarne olmuş iki milyon tanrı ile çevrilidir. Bunlar Ermiş Panditalar'dır. [Dünya'nın Kralı'nın bulunduğu] sarayın kendisi ise, Yer'in, Cehennem'in ve Göğün görünür ve görünmez tüm kudreitlerine sahip olan ve de insanların ölüm ve dirimleri için her şeyi yapabilmeye muktedir olan Gorolar'ın saraylarıyla çevrilidir. Şayet bizim çılgın beşeriyetimiz onlara karşı savaşacak olsaydı, onlar gezegenimizin yüzeyini hallaç pamuğu gibi atıp çöle çevirebilirlerdi.»

Agharta ve 'Gizli Dokuzlar' İlintisi
Bu veçhe altında, Agharta lejandı, meçhul Dokuzlar (Gizli Dokuzlar ) tradisyonuna bağlanır ki, onların, varlığını Louis Pauwels ve Jacques Bergier, «Majisyenlerin Sabahı» (Matin desmagicıens) adlı eserlerinde Fransız okuyucularına açıklamışlardır. Bu tradisyon, İ.ö. ,273'te hükümdarlık yapan ve Hint'te Budizmi yaygınlaştırmış olan İmparator Asoka'ya bağlanır. Asoka, kıtayı harabeye çeviren bir sürü savaştan sonra, insanlara 'bilimin kötüye kullanılmasını yasakladı. Kendilerine tüm  mevcut bilim yolları gizlerini açıklamış olduğu dokuz bilgeyi yanına aldı.
Pauwels ve Bergier şöyle yazıyorlar: «Iki bin yıldan çok bir süre boyunca birikmiş tecrübeler,çalışmalar ve dökümanlardan yararlanan, dokuz insanın muktedir olduğu'  ( müthiş )sırlar kudretini bir düşünün! Bu insanların amacı neydi? Yıkım vasıtalarını kafirlerin ellerine bırakmamak ve insanlık için faydalı araştırmalar sürdürmek idi. Bu insanlar uzak geçmişten gelen teknik sırları muhafaza etmek için kendi üyelerini kendileri seçmek suretiyle kendilerini yenileyeceklerdir.»

Agharta ve Potala'nın Altındaki Siteler
Bundan baska, Agharta yeraltı sitesi  gizemi ile Lobsang Rampa'nın ifşaatları arasında da bazı yaklaşımlar görülebilir. Lama Lobsang Rampa, «Üçüncü Göz» (Le Troisieme' Oeil) adlı eserinde, inisiyasyonun son aşamasına ulaşmış olduktan sonra, üç metafizikçi Büyük Lama kılavuzluğu ile Lhasa'nın, toprağın derinliklerinde yer alan bir mahzenine (crypte) indirildiğini anlatmaktadır.

Agharta ve Kut Huml Lal Singh - Kwang Misyonu
İkinci, Dünya Savaşı ertesinde, Kut Humi Lal Sipg Kwang Hsih adındaki yüksek dereceden  bir inisiyetinin «İnisiyasyon ve Bilim» (Initiation et science) adlı okültist yayında, Agharta konusunda ifşaatlar yaptığı zamana dek Agharta'dan pek söz edilmemekteydi. Kut Humi, yeraltı sitesi hakkında daha önce tüm söylenmiş olanları hatırlatmakla yetinerek, yeni veriler getirmiyor idiyse de, gizli topluluk veçhesi üzerinde duruyordu, Kut Humi'nin dediğine bakılırsa,pireysel bir inisiyasyon söz konusuydu ; ki bu görüşüyle, (ancak) uzun bir çile çekişin, bireysel bir inisiyasyonun nihayetinde inisiye olunduğu fikrinde olan Rene Guenon'un görüşüne katılmış olmaktadır.
Sözü, Kut Humi'ye bırakıyoruz: «Agharta'ya katılınmaz, oraya üye olunmaz ve bilhas sa oraya atanılmaz veya oraya [görev yapmak üzere] seçilinmez. Spiritüel tam yetki sadece ve sadece Aghartalıya aittirki,bu yetkili duruma gelinmesi  ise göreve ilahi atanış yoluyla olur.( Göreve bu ilahi atanışın ) gerçekleşme ve uygulama vetiresi ezoterik inisiyasyondur. Zira, insanı en mükemmel ve transandantal anlamda degiştirmek ve sağlığa kavuşturmak, ancak spiritüel bilimle mümkündür .
Aghartalı'nın durumu, en iyi bir şekilde, Himalayalar'ın Yogini'nin,TienTi Huan'ın yada  ilk ibraniler'in 'Kozmik insanı'nı en derin belirleyici vasfıyla belirtilebilir. Hakiki Aghartalılar kendilerini birbirlerinde bulmuşlardır ve onlar, tüm dünyada bilincin gelişmesi ve kendilerinin çoktan ulaşmış bulundukları spiritüel birliğin gerçekleşmesini kolaylaştırmak için beşeriyetin sağlığa kavuşturulması işlemine katkıda bulunmaya her an hazırdırlar.
«Agharta, daima, kalabalık ya da medeni merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden ve genel kalabalıktan uzak bölgelerde, Kurul ya da 'Kurultay' halinde zaman zaman toplanır. Onların kararları daima oybirliğiyle alınır ve onların bu kararları, bu kozmik topluluğun majik kudreti ve yüksek bilgeliğinden dolayı, doğrudan doğruya uygulanan kararlardır; ki bu kozmik topluluğun psişik, astral ve spiritüel güçleri,özellikle bir sebep hizmetinde kullanıldıkları [yani bir amaç üzre uygulanmaya başlandıkları] zaman maddi [etkileme]imkanları sınırsız gibi olur ve [güçler, o zaman]en müthiş [durumlarına ulaşmış] olurlar»
Agharta hakkında ne kadar aydınlatıcı bilgi vermiş olursa olsun, yine de, Kut Humi, Agharta'nın tüm sırlarını açıklamış olmaktan uzaktır, kuşkusuz. Bir Tibet'in lama manastırlarında mahfuz kutsal arşivlerin içindedir; ki onların sadece çok küçük bir kısmı dışarıya yansıtılmıştır. Tibet'in Çin'e ilhakından beri, bu kutsal kitaplar (-elde edilmesi imkansız değilse de)' erişilemez olmuşlardır.
Agharta ile 'Meçhul Dokuzlar' ( 'Gizli Dokuzlar') arasında ne gibi münasebetler vardır? Aghartalılar, kimilerinin dediği gibi gerçekten, Atlantis ya da onun gibi kayıp bir uygarlığın sırlarının varisleri miydiler? Aryen ideolojileri nazi şeflerini bir hayli etkilemiş olan Thu1egrubu üyeleri ile Aghartalılar arasında ne gibi bir ilişki vardır? Bugünkü bilgilerle cevapsız kalan bir yığın soru ...

Agharta ve Okült Bilgiler
Bilim Araştırma Grubu

Bogdolar, yani kutsal kişiler, bize birkaç kez, Yeraltı Krallığı'nın gizeminin, Shensi'nin 7 Piramidi'nin açıldığı zaman çözüleceğini söylemişlerdi. Mısır'daki piramitleri duymuştuk ama, ASYA'daki Piramitter ise daha başka bir şeydi. Bu piramitler, Shensi eyaletinin başkenti Sionfu'nun batısında yer alıyordu.

R. C. Anderson

Raymond Bernard, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar> (Rencontresavec l'insolite) adlı kitabında sunlan söylemektedir;
«Dünya'nın Okült Yönetimi'nin varlığını, tradisyonlar, her zaman için doğrulamışlardır. Bu Yönetim'e çağlar boyunca pek çok ad verilmis ve ikamet yeri olarak da bir çok deiğişik mekan gösterilmiştir.
«Ancak, açıkça beyan ediyorum ki, otuz yıl kadar bir zamandır. Artık bu atfetmelerin [yani isim, mekan. vb.] hiçbiri geçerli değildir. Ayrıca, ( Dünya'nın Okült Yönetimi) artık Gobi Çölü'nde bulunmamaktadır. Modern dünyanın şartları her bakımdan gözönünde bulundurulmuştur. Ve yavaş bir gelişme içinde yeni şartlara sürekli. Bir uyarlama yoluyla bu hep böyle olmuştur:»
Raymond Bernard'a göre, Saint-Yves'in, «Hint Misyonu» (Mission de l'Inde) adlı eserinde. Dünya'nın Kralı'nın krallığı olan ve ozamana dek işitilmemiş olan Agartha yeraltı krallığının varlığını açıkladığı dönemden bu yana birçok şey son derece değişmişti:
«( Saint-Yves d'Alveydre, eserini yazdığı zamanki Agartha'nın durumu ile Agartha'nın şu anki yapısı vefaaliyetlerine ilişkin, Agartha'nın üzerindeki perdenin sadece bir köşesini kaldırdı . Aynı şekilde, diğer emin kaynaklardan, bu Dünya'nınyönetimi'nin meka¬nının bu dönemde Gobi Çölü'nde bulunduğu  öğreniliyordu.»
Son yüzyılın Alman mistiği Anne-Catherine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya'da, Peygamberler Dağı adını verdiği Dünya'nın Kralı’nın erişilmez mekanını görmüştü.
Saint-Yves d'Alveydre'e göre esrarengiz : Agartha Krallığı'nın, Sanskrit dilinde «Tanrı'nın Zihni'n de ruhların dayanağı (desteği)» anlamına gelen Brahatma ya da Brahmatmü adında bir hükümdar vardır. Marlti Saint-Yves d' Alveydre, Dünya'nın Kralı'ndan sahsen bir mektup aldığını da açıklamıştır.
Saint-Yves'e göre, Dünya'nın Kralı'nın iki yardımcısı bulunuyordu: Biri «Evrensel Can temsilcisi», diğeri «Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun timsali> idi.
Saint- Yves d'Alveydre'in tanıklığına, Moğolistan'da Ferdinand Ossendowski'nin tanıklığına ve diğer tanıklıklara göre, bu esrarengiz ve Dünya'nın Kralı gerçekliği kesin bir hakikattir.
Ossendowski'ye ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lancoln'a göre, Dünya'nın Kralı Tanrısal niteliğe sahip bir insan olup, beşeriyetin mukadderatının eksiksizce yerine gelmesini gözetmekteydi.
Trebitsch-Liricoln, 1937 Ekimi'nde yayımlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu;
«Tibet'te yaşamakta olan Dünya'nın Kralı,  yakında sizi kokuşmuş Batılılar'a karşı varlığı henüz sizin için meçhul olan kudret  ve kuvvetlerini harekete geçirecektir ve onlara karşı çaresiz olacaksınız.»
Rene Guenon'un, «Dünya'nın Kralı» (LeRoi du Monde ) adlı eserinde [Dünya'nın Kralı ile ilgili ] birçok şeyi daha ayrıntılı bir şekilde gördüğü bir gerçektir. Bolşevik devriminden sonra Sibirya'yı ( orada maden araştırması yapmaktaydı ) terk eden Polonyalı jeolog Ferdinand Ossendowski; çok yüksek mevkiiden bir moğol lamanın ağzından, Saint-Yves d' Alveydre’in açıklamalarını tamamen doğrulamakta olan ifşaatlar elde etti. [F. Ossendowski'nin tasvir ettiği]Dünya'nın Kralı, Ossendowski'nin« Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar» (Betes, Hommes et Dieux) adlı kitabında yazmış olduğu gibi, beşeriyetin okült idaresi ile temas halinde idi.
[Beşeriyet içindeki] çatışmalar, kanlı çarpışmalar manzarası her ne kadar karşıt fikirlerin mevcudiyetinin bir sonucu gibi gözüküyorsa da; tarihin yönleri işi ve oluşumu, metodlu üstün bir planın yansıması mıydı?
Agartha hükümdarı olan ünlü «Dünya'nın Kralı» kavramına gelince, dünyanın gizli mukadderatının efendisi bir mit veya bir doğaüstü varlık olmayıp, tamamiyle et ve kemikten bir şahıs sözkonusudur .
Dünya'nın Kralı'nın bir çok defa Orta Asya'da; Hint'te ve Tayland'da ortaya çıktığını belirten birsürü kesin tanıklık mevcuttur. Dünya'nın Kralı, bu görünmelerde, beyaz bir fil ya da lekesiz biratın üstünde idi ve üzerinde kuzu olan altın elma sembolik motim asası ile halkı takdis ediyordu.
Hatta, bu görünmelerden biri 1938'de, ingiltere kralı VI. George'un Hint imparatoru olarak yapılan taç giyme töreninde, Delhi'de yer alacaktı; Dünyanın Kralı, Hint hükümdarları (racalar ve Mahatacalat) kortejine şahsen katılmış ki bu Hint hükümdarları Britanyalı efendilerine bağlılık yemini etmek için gelmişlerdi - fakat boyun eğme seremonillerinden hiç birine katılmamıştı .
Büyük Fransız bayan seyyah Simone de Villermont Orada bulunuyordu ve olayın tanığı olarak,bunu, 1957'¬de Paris'te «Natya İnisiyatik Merkezi» adına verilen bir konteransta açıklamıştı.
Kendisinin Kont Saint-Germain olduğunu ileri süren ve adı 1972'de altına dönüşüm hususunda Paris günlüğüne konu olan Richard Chanfrey, ki bu dönüşüm kendi gayretiyle O.R.T.F.'nin (Organisation de Radio et Television Française) kameraları önünde yapılmıştı Agartha'yı (-daha önce Saint-Yves d'Alveydre'in yapmış olduğu gibi-) yerin derinliklerine yerleştiriyordu.
Pascal Seuran'a şu açıklamaları yapmıştır': . «Agartha der.. Saint-Germain, yeraltı dünyasıdır. Zira yer oyuktur.Büyük Efendiler için, Agartha, Hermes'in 22 arkanı  ve kutsal alfabenin 22 harfi arasında mistik sıfır'ı temsil eder. Mistik Sıfır, bulunmazdır, o herşey ya da hiçbir şeydir: Her uyumsal (armonik) ünite onsuz hiçbirşeydir.
((Agartha'nın ilk sahalığı yerin 2400 m. altındadır. [Sahanlığın giriş] açıklığı, insanlardan başka, hayvanların ve aynı zamanda Yer üstündeki çeşitli üslerden gelen aygıtların da geçebileceği büyüklüktedir. Volkanik menşeli doğal kanallar Yer'in kalbine inmektedir.
({Agartha'nın ilk salonu 800 m. uzunluğunda, 420 m. genişliğinde ve 110 m. yüksekliğindedir. Bu, [içi] oyuk bir piramittir.
«Bu salondan, kanallar yeraltı alemine doğru dalıp giderlerse de, Agartha sakinlerinin bir çoğu oralara asla gitmezler. Oralarda yaşayamazlar, zira oradaki atmosfer onlar için yapılmamıştır. Orada müthiş bir sıcaklık hüküm sürer. Yer'in merkezindekilere gelince, onlar, Saint-Germain gibi, Atlantlar'ın doğru yolunu izleyen inisiyelerdir. Çoğu oradan çıkmazlar. Bunu yapabilme yetkisinde olan nadir kişiler ise, yolculuklarını, şartlandırılmış uçan dairelerle yaparlarki, bu uçan daireler onların yolculuk boyunca yersel atmosfere dayanmalarını sağlar.Üs’se ulaştıklarında, dünyaya intibak edebilir ve görünüşte tüm insanlar gibi yaşayabilirler.
Ricnard Chanfrey, muhtelif ve bilhassa Chatres daki) katedrallerin labirent yollarında bulunan olağan ¬üstü sihirli sırrı şöyle açıklıyor:
«Bütün mesaj veren katedrallerde labirent mevcuttur .. Labirent ruhun ve yasamın zikzaklarını temsil eder. Dairesel olarak değil: doğru hat olarak düşünülmelidir..
«Eğer o bir kağıt üzerine açılıp sergilenebilse ve düz çizgiler halinde resmedilerek gösterilebilseydi, tam olarak titreşim dalgasının grafiğini temsil ederdi.
Bu hat, antigravitasyonu ve antitmaddeyi açıklayacaktı.  Kuşkusuz, katedrallerde [bunun]daireden başka bir şekil olması mümkün değildir.
«Labirentin verdiği [anahtar], "ağırlıksızlığın anahtarıdır. Labirent, onu sadece açıldığı zaman verir. Onun nasıl açıldığını inisiyeler -ki onlardan biri de benim¬ haricinde kimse bilmez ve asla, bilmeyecektir de.
«Eğer labirent, doğru hat haline konabilseydi,o zaman Altın Çağ olurdu.
G. H. Williamson'a göre, Dünya'nın Kralı tufandan öncekilerin hayatta olan sonuncusu olmalıydı:
«( ... )And Dağları'nın bu sitesinde Büyük Efendi yaşamaktadır. O, qezegenimizde devlerin dolaştıkları devirlerde yeryüzünde yaşayan o eski büyük insanlardan hayatta kalmış biridir.144 kişi onun yönetiminde çalışmaktadır ve onlardan bazıları bir zamanlar bu dünyanın'büyükleri oldular»
Bu gizemli Agartha Yer'in derinliklerinde oldukça uzaklara yayılmaIıydı.Peki Agartha adı nereden geli¬yordu. Sanskrit dilinde, agartha sıfatı «ele geçirilemez» ya da «ulaşılmaz»anlamına gelir, fakat agartha kelimesi aynı zamanda, argha «uzun gemi» kelimesinden türetilen(geminin) yeraltı gövdesi» anlamını da vermektedir. Bazı ezoteristler en azından böyle gözüpekçe bir etimoloji verirler.
Agartha'ya çıkan başlıca beş girişin var olduğu şöylenir. Himalayalar'ın Gobi Çölü'nde ki bu  giriş gizli krallığın kendi başkenti Shamballah'a çıkar. Mont Saint-Michel'de;( Bretagna'daki ) Brocelfande Ormanı görünümünde Neant Pertuis'de  Gize Sfenksi'nin ayakları arasında.
Saint-Yves d'Alveydre, geçen yüzyılın sonlarında Agartha'nın varlığını ifşa ettiği «Hint Misyonu»adlı kitabını kaleme aldığı sırada Fransa Cumhurbaşkanı'na, İngiltere, Kraliçesi'ne ve Rus Çarı'na dünya işlerinin okült denetimini konu alan  mektuplar  göndermışti. Belirtmek gerekir ki, Saint-Yyesci'AlVeydre Asya'nın gelecekteki uyanışına dair mükemmelen gerçekleşmiş olan bir kehanet yapmıştı;
«Eğer ingiltere, bu yüzyılın sonunun kesinlikle göreceği bağımsızlık patlamasını önlemek be bunu tatlı¬lıkla gidermek için gereken çareleri akıllılıkla bilgelikle ve ınsanlıkla [yani iyilikle]aramazsa; Rusların, Asya' nın özgürleşmesinin, müthiş yardımcıları olma durumuna ister istemez sürüklenmiş olacakları, görmezlikten gelinemez.»
Ve şu uyarıyı ekliyordu:
«Belecek 50 yılda, Asya'nın, kadim Keltik sentez zihniyetinde yeniden canlandığını göreceksiniz; Tüm ihtiraslarımızdan akıllıca kurtulduğunuzu ve kendinizin sakınarak,yine kendiniz tarafından kurtarılacağını gö
receksiniz.Fakat, eğer Nemrut düzenine göre genel yönetim sisteminde direterek, hala kendinizi, karşılıklı olarak parçalamaya devam eder ve kulaklarınızı Hristiyanlık vaitinin ahenkli çağlarına kapatmış olursanız, kulaklarınızı sonyargının, [ sesi] gök gürültüsünü andıran borularına ister, istemez açmak zorunda kalacaksınız. Sizin kendi askeri eğitmenlerinizin kılavuzluğuyla, başta Çin ve İslamiyet olmak üzere Asya  elde silah, Tanrı'nın egemenliği yasasına uyuş kapsamı içinde olarak,orayı bozmanıza engel olacak ve geri püskürtülmüş olacağınız,Hz.Musa'nın ve,' Hz. İsa'nın, sosyal vaitinin altını imzalamak zorunda kalacaksınız;»
Agartha'yı yarım milyara yakın bir nüfusla İskan edilmiş olarak tasvir etmekte tereddüt etmeyen Saint ¬Yves" d'Alveydre, aynı eserde" şunları söylüyordu.
«Agartha nerededir? Bulunduğu muayyen yer neresidir? .Oraya gitmek için hangi yoldan, hangi halkların arasından yürümek gerekir?.Bana ,bu soruyu sormaktan geri kalmayacak, olan diplomatlara ve harp adamlarına,[yani askeri yetkililere], sinarşik  anlaşma yapıılmadıkça veya en azından imzalanmadıkça cevap vermemem daha uygun düşer. Fakat biliyorum ki, tüm Asya içinde,  karşılıklı rekabetlerinde bazı güçler sürtüşmekteler .Her ne kadar umut etmiyorsakda; biliyorum ki, muhtemel bir çarpışma sırasında orduları ya, bizzat bu kutsal bölgeden ya da çok yakınından geçecek. Agartha için olduğu gibi,bu Avrupalı haIklara, dostluk uğruna basladığım ifşaatı sürdürmekten korkmuyorum.
Esrarlı Rahip Jean, Dünya’nın,Kralı'ndan başkası olamazdı ki Ortaçağ"da 'Batı birçok defa' onunla ilişki kurmaya teşebbüs etmişti. Frida, Wion «Meçhul Krallık» (Le Royaume Inconnu) adlı kitabında, Rahip Jean'ı şu şekilde tasvir ediyor:                
«Başı en nadide taşlarla parıldamakla olan altından bir taçla süslü olarak, soyluluk ifadesi taşıyan çehresiyle  ve üzerinde erguvan kırmızısı ipek ve nadir kürklerden giysilerle  beyaz bir at üzerinde görkemle giden sağ elinde zümrütten yapılma bir asa tutan, [bir] haçın verahiplerin sınıfının önünde giderek ilerleyen, kral majlar’ın soyundan ve kutsal yeri [yani Arz-ı• Mukaddes'i] fetetmelerinde Haçlılar'a yardım etmek için gizemli bir girişten geçerek dünyanın derinliklerinden gelen bir kral.
Bu Kral, rakiptir. O, Hz. Süleyman'dan daha güçlüdür; orduları sayısız ve yenilmezdir, kralılığı sınırsız ve zenginliği dillere destandır.
«Bu [tasvir], varlığı o devrin az zaman öncelerine dek herkes için meçhul kalan, ve henüz yeni açıklanmış olan Rakip J'ean'ı, Avrupada ortaçağın XII. yüzyıl halkının, perisel görünüm etkisi altında gözunde tasarlayışıdır.»
Kesin olarak, doğru olan husus şu ki, Orta çağda Papa III. Alexandre, bir gün Türkistan'dan (Orta Asya) gelen ve esrarengiz bir kişi olan Rahip Jean imzasını taşıyan bir mektup aldı. Mektupta Rahip Jean şöyle tanımlanıyordu: Dünya'nın tüm krallarının fevkinde olan en guçlü kral.
Saint-Yves d'Alveydre, bize, Agartha'da kullanılmakta olan ve, Vattain ya da Vattan alfabesi ile yazılan bir kutsal yazının varlığını açıklamaktadır.Saint Yves  Agartha'daki, tufandan önceki uygarlıkların, tüm eski gizli kitaplarını gruplandıran fantastik kütüphanelerin varlığını da  açıklamaktadır.
«Geçmiş devrelerin kütüphaneleri, kadim Avusturalya kıtasının batmış olduğu denizlerin altına kadar ve tufan öncesi eski Amerika'nın yeraltı yapılarına kadar
uzanmış bulunmaktadırlar »
Dokunulamaz saklama yerlerinde ise, geçmişin tüm keşifleri,ve tüm teknik buluşları kaydedilip iş olduğu gibi, geleceğinkilerin de daha ortaya çıkmadan önce kaydedili olduğu belirtilmektedir.
Öte yandan, Agartha’ya ilişkin tradisyonlarla, lejandların ve büyüleyici mitlerin belirli bir çoğunluda; tüm afetlerden uzak olan hatta zaman akımının yıpratıcı etkisine dahi maruz bulunmayan dünyasal bir merkezi bölgenin, beşeriyetin algı alanına girmeyen dünyasal bir yüce inisiyatik merkezin ve majik etkilemesi olan bir yeraltı aleminin sözünün edilmesine rastlamak tamamiyle manidardır. Bununla birlikte Agartha ile ilgili bu mit ve tradisyonların içinde, aşırı bir sembolizme dayalı salt sembolik ve masalsı olanları da var mıdır?
Bu konuda en ayrıntılı görüş Rene Guenon'a aittir. Rene Guenon Dünya'nın Kralı adlı eserinde,konuya ilişkin olarak şunları yazıyor:,
«( Gerçekten, Amerika’da olduğu gibi Orta asya... "i da da ve belki daha başka yerlerde, kendilerini asırlardan beri ayakta tutabilmiş olan inisiyatik merkezlerin bulunduğu mağara ve yeraltı galerileri mevcuttur.. Fakat bu olgunun dışında, bu konuda tüm anlatılanlarda farkedilmesi pek güç olmayan bir' parça sembolizmde mevcuttur» Ve Guenon, açıklamasına devam ederek, bu türlü mit ve tradisyonların çoğunda, bu inisiyatik, merkezlerin kaldığı yeraltı barınaklarının mevcut olduğu bölgeler belirtilirken, ister istemez, [beşeriyet tarafından, belli bir oranda dejenerasyona uğratılmış veya ortaya çıkarılmış bir sembolizmle karşılaşacağımızı belirtmektedir.
Raymond Bernard ise, «Tuhaflık ile Karşılaşmalar» (Bencontres avec I'insolite) adlı kitabında, (ince  tülden) bir sarık  taşıyan bir Doğulu olarak tasvir ettigi et ve kemikten bir şahıs tarafından ona yapılan ifşaları  an1atmaktadır ki bu şahıs kendisini 'Maha adıyla ve tüm dünya  işlerini denetleyen yüksek Meclisin ( Haut Conseil) lideleri, olarak takdim edder. Bu,esrarengiz Maha, ,Agartha konusunda şunları açıklamaktadır.
«Agarta’yı sadece duymuş olabilirsiniz, fakat bu, isim artık kendisineuygun değildir. Hakiki ve  kesin isim sadece çok az, sayıda kişi tarafından bilinmekte olacaktır, ve ismin açığa vurulmasınada gerek yoktur. Bu isim A ... 'dır, ,Dünyanın okült yönetimi ... Bul nekadarda uygun olmayan bir ifade. Bununla birlikteYüksek Meclis'i ve onu oluşturan 12'leri ne kadarda iyi belirtmektedir.Tüm devirlerde işlenilmiş olan, hata, Yüksek Meclis'in üyelerinin ebediliğine inanmak olmuştur. Yüksek Meclis ebedidir, fakat onun üyeleri,Siz veBen gibi ölümlüdürler. Oniarı diğer insarlardan sadece bilgileri ayırmaktadır, onların bilgileri ve bu dünyanın geleceğini olağan üstü görüş ve kapsayışları ! Bir üye öldüğü zaman, onun yerine geçmesi için seçilmiş olan kişi derhal onun yerini alır ve üç ay esnasında, selefinin bıraktığı 'bilgi' ve 'tecrübe'ye alışır.Yüksek Meclis'in toplanmış. üyeleriyle de ilk defa olarak ilişki kurar. Böylece, sürekli bir intikal vardır»
O halde bu yüksek Meclis nasıldı ve kesin olarak hangi kudretlere sahipti?
«Yüksek Meclis, bu dünyanın, evriminde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Yüksek Meclis ( bu dünya evrimindeki ) aşamalarıda  bilmektedir. İnisiye halkalarında bulunan kimileri, bu konuda [Yani dünya evrim aşamaları hakkında] bazışeyler bilmektedirler;örneğin; Balık Burcu ya da Kova Burcu çağları gibi. Fakat, bu konuda, Yüksek Meclis'in dışında hiç kimsenin asla bilemeyeceği bilgilerde vardır. Yüksek Meclis'in esas işlevi? "Yüksek Meclis'in esas işlevi, her aşamanın, istenen zarfnda gerçekleştirilmiş olmasıyla ve duruma göre hızlandırma ya da geciktirilmesiyle meşgul olmaktır. Yüksek Meclis,dolğal olarak,olaylara etki etme vasıtalarına sahiptır. "Beşeriyetin hatasından ve beşeriyetin yeni şartlara aykırı düşmeksizin intibak etmekte güçlük çekme kusurundan dolayı [ortaya çıkan) beklenmedik ve mukadder olguları, Yüksek Meclis öteden görür...   ,
«Yüksek Meclis, kendisinden daha yükseğin görünmeyen Muktedirler'in ya da daha iyi bir deyişle daha yüksek bir hiyerarşinin varlıklarının« kollarıdır. Evren öyle bir ünitedirki, her şey ve her varlık onun [zincir]baklalarıdır. Yüksek Meclis'in üyeleri yılda dört defa, sabit dönemlerde, kurul halinde toplanırlar. Bununla birlikte onlardan biri, bütün yıl boyunca, iste¬diği an diğerleriyle temas kurabilir»
Şu halde, et ve kemikten yapılma insanlardan oluşan bu yüksek Meclis, spiralin ard arda gelen devreleri arasından beşeriyetin birlikte evrimi için - tesadüfi engeller, karışıklıklar, çatışmalar hesaba katılmış olarak-  bütünüyle değişmez (kesin) bir planın: dünyamız da mukadder gerçekleştirilmesiyle meşgul olacaklardı.
Maha'nın ifşalarını izlemeye devam ediyoruz: ' «Politika insanların işidir. Politika, tasarılarımıza kimikez hizmet ediyorsa da, her zaman değil. Biz onu tüm dünyada yakından izler ve ondan sonuçlarımızı çıkarırız,hepsi bu. Kuşkusuz, politika her ne kadar dün¬ya evrimini güçleştiriyorsa da, biz politikayla hiçbir ilgisi olmayan vasıtalarla [duruma]müdahale etmekteyiz. Bu 'vasıtalar, her durumda [politika ve benzeri vasıtalardan] daha etkilidirler.
Yüksek Meclis'in üstünde Maha'ya göre tüm bir öte alemsel kozmik hiyerarşi vardı:
«Yüksek Meclis A. ... , kozmik hiyerarşik bütünlük ' [zincirinin] görünür birinci baklası olarak ve tüm uzun sürecin önceden tesbit edilen farklı devreleri boyunca; beşeriyetin organize edilmiş toplum olması için beşeriyetin ahenkli gelişimiyle meşgul olmak misyonuna sahip olarak{zincirin] temel baklasıdır. Bu devrelerin sayısı 12'dir, onlar Zodyak Burçları Tarafından sembole edilirler ve yaklaşık 24.000 yılı kaplarlar. [12 devrelik periyodun bitiminden] sonra kollektif ve ferdi yargı ve 12 devrenin yeni bir devri aşaması için hareket ediş gelir.»
Dünya, er geç mukadder devreleri izlemekte, izleyecek ve izlemek zorundaydı. Maha, Yüksek Meclisin, işlevlerine ilişkin olan açıklamasına şöyle devam ediyor:
«Onlar [yani Yüksek Meclis'in 12 üyesi], halkların meczetme kapasitesi oranında, uygarlığın dinsel,bilimsel, sanatsal' ve felsefi tekamülüne hizmet etmesi gereken [şeyleri] analiz eder, ölçüp biçer, dozunu ayarlayıp ve süzerler.
Yeniden Dünya'mn Kralı konusuna dönüyoruz. Saint-Yves, d'AİveYdre, Cumhurbaşkanına, Agartha’ nın yöneticileriyle ilişki kurmasını önermekte tereddüt etmiyordu:
«[Cumhurbaşkanı görüşmek için] eğer beni çağırmak konusunda karar verirse, ülkenin lideri [olduğu için [her zamanki] prensiplerin dışına çıkarak, .[bu daveti) istisnai bir durum olarak telakkı etmem gerekir ve ona açıklama yapmaktan şeref duyacağımı önceden yayınlıyorum. Koç Burcu Çağı'nın Sinarşik' Üniversitesi’nde öğretilen bilim ve sanatları tehkik etmeyi arzu edecek olan bizim yüksek okullarımızın ödül almış kişileri veya profesörlerinin öğretime alınmasını ( inisiyasyana kabul edilmesini] Agartha'dan talep edebilmek için tutulacak yolu Cumhurbaşkanı’na yalnızken şifahen söyleyeceğim.»
Gobi Çölü’nün sırlarına gelinee, bu konu  (gizemli Gobi Çölü konusu hiç de salt hayal ürünü değildir.Prof. Rameau Saint-Sauveur, Clup Marylen kayıtlarında şu hususa dikkat çekiyordu. Gobi çölü vaktiyle kapalı bir denizken onlar ( Baavi Planetinden gelen uzaylılar] tarafından, Ak Ada ya da daha doğru olarak 'Yabancı Denizin Ak Adası' ismi konulan muhteşem  bir adaya sahipti. Burası, [uzaylıların]önemli bir iniş noktası oldu. Buradan çağımırpa Atis tepesi kalmıştır: Moğolistan'da, Güney Altay dağ kollarında Lob-Nor Gölü'nün 600 km kuzey doğusunda, (45° paralelinin 130 km. üstünde). Orada önemli bir yeraltı [ga1eriler]şebekesi mevcuttur, Çin ve sovyetler birliği bunu biliyorlardı. Kimileri orayı Agharta'nın gizli bir girişi olarak düşündü.»
Kuşkusuz, tufandan önceki uzak medeniyetlerin tüm mirasını bize birdenbire açıklayacak olan çok büyük arkeolojik  keşiflerin eşiğindeyiz.
Bu  açıdan, Amerikalı meşhur medyom Edgar Cayce şunları haber vermişti: Gelecekte, Sfenks'in ayaklarından birine uzak olmayan bir yerde, «küçük piramide yerleştirilmiş ve eski Mısır ile batık kıta Atlantis hakkında çok değerli anıları içeren arşivlerle dolu bir mezarın»keşfi yer alacaktı.
Frida Wion, «Meçhul Krallık» (Le Royaume İncoenu)' adlı eserinde şunları beyan etmekten çekinmiyordu: «Öyle görünüyor ki, [başkan] yardımcılarıyla çevrili ve beşeriyetin seçkin tabakasının, hizmet ettiği, bir insan bedeni içerisinde öğrenecek hiçbir seyi olmayan ve dünya ile dünyanın sakinlerinin evrimini sevk  ve idare etme misyonu olan bir gizemli varlığı farketmeye başlıyoruz. Bununla birlikte, onların arasından ve bizim aramızdan [yani beşeriyetimizin içinden ) bazı doğruluk gözeticileri, bilinçsizleri gelecekteki 'Mabed'e girişlerine hazırlamak için atanmış oldular . Başında ezoterikve inisiyatik merkezler bulunan egzoterik popüler dinler,binlerce yıl boyunca, böylece tesis edilmiş oldular.»
Tradisyonel perspektiflerdeı çevresinde fenomenlerin, alemlerin dönüşünün gerçekleştirildiği değişmez sabit yer  ( sembolizmi ) Agharta’yı somut bir şekilde sembolize etme yollarından biriydi. Bu sabit yer, çevresinde her şeyin devindiği ‘ kımıldamaz ekseni’i, gizemli merkezi sembolize ediyordu.
Saint Yves d’Alveydre’nın açıklamalarını sürdüren Ossendowski’ye göre, Dünya’nın Kralı, Brahitma diye anılıyordu. Yer küremizin ( Yüce Prensipten Kaynaklanan ) Yüksek varlık tabakaları ile temas ettiği merkezi yerde ikamet eden Dünya’nın Kralı’na – Agharta’nın Yönetimi’ne – iki yardımcısı yardım etmekteydi; ( Gelecekteki Olayları Bilen )  Mahitma ile  ( Bu olayların sebeplerini sevk ve idare eden ) Mahinga
Yüksek bir inisiyatik merkezin mevcudiyetini varsaymak normal değil midir? Frida Wion şunları yazıyor;
‘’ Bir inisiyatik merkezin konumu değişmez diye bir şey yoktur, politik ve dini gereklere göre, yer değiştirebilir ve hatta bölünebilir… Krallığın lideri olan Dünya Kralı’da Krallığını, kendisinin bulunduğu ve devrin gereksinimlerini en iyi karşılıyor gibi gördüğü yerde kurar. Lejandda bir kutsal coğrafya mevcutsada, bu kutsal coğrafya merkezin sadece yeni yerleşmesiyle değişir; çünkü her yer onun varlığıyla kutsallaşır. O, ( varlığı ile bir zamanlar Mısır’ı şereflendirmişti) Mısır’dan Çin’e, Çin’den İrlanda’ya geçti. İrlanda’dan da Delphes’e geçti. Bugün için nerede bulunuyor? Başka bir gezegen üzerinde midir?
Anlaşıldığına göre, Agarta’nın yöneticisi bir insandır; gene anlaşıldığına göre, yüce bir güce ve atomik enerji makinelerinin kullanımınıda kapsayan görkemli bilimlere sahiptir. Ayrıca, bilindiği kadarıyla, Kendisini, bizlerin büyük Rahmetlerden nasiplenmemize adamıştır ve istediği zaman dünya yüzündeki savaşları sona erdirme gücüne sahiptir.

Gizemli Rahip Jean Krallığı
Bilim Araştırma Grubu

Tatarlar arasındaki bir (Yüce) Lama ya da Spiritüel Bakan hakkında muhtemelen gezgin tüccarların İletmiş oldukları orijinal bir enformasyon, Yukarı Asya'da Ikamet eden Prester John'la ilgili bir haberin Avrupa'da ortaya çıkmasına neden olmuş gibidir, Önce Papa, birkac yıl sonra da Fransa Kralı IX. Louis, Prester John'u aramak için misyoner grubları görevlendirmişler,ancak her ikisi de başarılı olamamıştır. Buna rağmen, bunların rastladıkları küçük Nasturi toplulukları, Doğu'daki bir yerde böyle bir Kişi'nin mevcut olduğu hakkındaki inancı sürdürmede etkili olmuşlardır.

Bulfinch,Thoina The Age of Foble, New York, New American Library, 19.62

Ortaçağa ait haritalar, «Rahip Jean Krallığı» olarak, işaretlenmiş ve Asya'da olan bir esrarengiz ülkeyi gösterirler.Bu ülke coğrafik olarak, Türkistan'dan Tibet'e ve Himalayalar'dan Gobi Çölü'ne kadar yayılmaktadır. Ve yapılan tasvirlerine göre bu ülke ,Philostratus tarafından Tyana'lı Apoııonyus'un hayatında tasvir edilen Kutsal Hükümdarlık Hiarchas'ın ülkesiyle şaşırtıcı benzerIiklere sahiptir.
Ortaçağ'da, hem kral ve aynı zamanda hem de rahip olarak krallığının  başında bulunan efsanevi kişi Rahip Jean'dan (Prestre Jehan) ve onun harikalarla dolu ülkesinden,•XVI'yuzyıla dek söz edilmiştir. Bu gizemli rahip kral'ın adından ilk defa 1145'lerde söz edildiği görülmektedir. 1145  yılında Ermeni kilisesinden 'bir Ga'bula Piskoposu, Papa III . Eugene'e, Ermenistan ve Pers topraklarının ötesinde hüküm süren, Jean adındaki  bir Nasturi prensin varlığını belirtmiştir.
1165 yılına doğru, Hıristiyanlığın en nüfuzlu üç lideri, yani Papa III. Alexandre, İmparator Manuel Komnen ve Frederic Barberousse'uni her biri, kendilerine Rahip Jean. tarafından gönderilmiş olan, birer uzun mektup aldılar.
Latince yazılmış olan üç mektup da, az çok aynı düşünceleri içermekteydi. Mektubu ulaştıran şahıslar pek bilinmiyorsa da, bu kişilerin Doğu'dan gelmiş oldukları kabul edilir. II77'de ise, Papa III .Alexandre'ın, Rahip Jean'a ulaşmak üzere bir cevap yazdığı bilinmektedir. Bu diplomatik yazışmaların mektup yığınlarının hala Vatikan arşivlerinde saklı bulunduğu söylenir ve onların çoğu açıklanmamıştır. Bununla birlikte [geçmişte] kopya edilmesine izin verilen İmparator Manuel'in aldığı mektup çoğaltılmıştı; o kadar ki, bilginler bunun yüzden fazla eski manüskri kopyası  olduğunu belirtmişlerdi,
Bizans İmparatoru Manuel Komnel'e' gönderilen mektupta şu pasajların yer aldığı ileri sürülür:«Tanrı'nın izni ve Hz. İsa'nın rızası ile rahip olan, krallar kralı, hakimler hakimi Jean dostu Konstantinopolis Prensi Emmanuel'in huzurunu diliyor ve gelecekte Tanrı'nın ondan [yani Manuel Korunen'den] yardımını esirgemeyeceğini ümit ediyor.
«Manuel, yüceliğimi, üstünlüğümü ve sınırsız kudretimizin hükmetme gücünü  idrak edebilmek istiyorsan,önce bilmen ve en ufak bir kuşkuya yer vermeksizin ,inanman gerekir ki; Ben, efendilerin efendisi RahipJean, nüfuz, zenginlik ve kudrette, gökler altında yaşayan tüm hükümdarlardan üstünüm. Yetmiş iki Kral bize vergi verir ,görkemimiz üç Hint'te yasayı benimsettrir ve krallığımız, havari Saint-Thomas'ın bedeninin sükun yerine [yani kabrine] yerleştirildiği uzak Hint sınırına dek uzanır. Aralarından sadece bir kısmı Hıristiyanlar'a ait olan yetmiş iki eyalet bizim denemimiz altındadır.» ..
Mektup şöyle devam eder: « 'Rahip' unvanıma hiç şaşırma, çünkü, Ululuğumu belirlemek için'rahip' [pretre] isminden daha uygun ve daha yaraşır bir isim seçilemez. Hükümdarlığı¬mız'da çok sayıda rahip ve ruhani ulu kişiler mevcuttur . Demek ki Yüceliğimiz' den ötürü, mütevazilikle en sade [yani şatafatsız] bir isim (rahip kral) ve işlevle (rahiplik ve krallık)belirtilmeyi arzu etmiş oluyoruz»
Mektupta, daha sonra Hint'in bazı tabiat harikalarından söz edilir ve ondan sonra hükümdar sarayı anlatılmaya başlanır.
«(…)Biz yedi kral, masada, her ay sırayla görevli bulunuruz; 62 dük ve 265 kont ise, çeşitli çalışmaların gerçekleştirilmesiyle sorumludurlar. (….) gibi,. hergün, sağımızda 12 başrahip ve solumuzda 20 rahip oturmuş bulunur.
{(Sarayımız değerli taşlardan yapılan  temellerin üzerinde kurulmuştur .. En saf ve yapı harcında kullanılmaya en  elverişli altının [çimento gibi] kullanılmasıyla oluşturulmuş olan duvarlarda  mücevherat bulunur.
Tavanlar, en saf safirler ile yer yer topazlardan yapılmıştır. Parmaklıklarımız ise, altın'a takılmış olan en parlak kristallerdendir" Bunlar, 32 aune (40m ) yükseklikte olup, doğuya açılırlar. Üstünlüğümüz saraya nüfuz ettiği zaman, onlar kendiliğinden açılır ve kapanırlar. Krallığımız, bir yönde, dört aylık yolculuğa denk bir uzaklığa kadar yayılır,diğer yanımızın nereye kadar uzandığını kimse bilmez."
O uzak ülke, harikallar ile doluydu. Görünmeyen İmparator, Krallığı’nı, saf zümrütlü bir asa ile yönetiyordu.Sarayındaki büyülü bir aynanın önünde duran Kral-Rahip Jean, sadece  Krallığı'nın eyaletlerindekileri değil, fakat komşu ülkelerde de vuku bulan herhangi bir şey"i gözlemleye biliyordu. Uçan ejderhalar, tasıdıkları insanları süratle uzun mesafelere taşıyorlardı. Bir «hakikat İlacı), onu alan kişiyi arındırmakta ve kendi gerçek kişiliğini  görmeye zorlamaktaydı. Bu krallıktaki herhangi bir kişiye «arınmamış ruhların» niçin tasallut etmeye cesaret edemediğinin sebebiydi ve böylece başka psikoterapi'ye ihtiyaç duymuyordu kişi.
Muhtemelen, ülkenin en fazla büyüleyici şeyi, Ebedi Gençlik Pınarı idi. Değerli insanların, gençleşmek istediklerinde, sadece oruç tutup bu pınardan üç yudum aImaları yetiyordu. Hastalıklar ve yaşlılık hemen gideriliyor ve otuz yasında görünüyorlardı. Rahip Jean'ın kendisinin, yaşamını 562 yıllık hürmete layık bir yaşa kadar sürdürdüğü ileri sürülür.
«Kartal taşları», kişinin vizyon görme gücünü arttıtmakla kalmayıp, kisi eğer bir Yüzük takmışsa onu görünmez bir insan da yapabilir .. Büyülü taşlar,herhangi bir şeyi ısıtabilir, dondurabilir ve sekiz kilömetrelik bir alanı aydınlatabilir veya çevreyi tamamen karanlığa büründürebilir. Bir büyülü taşın bulunduğu kutsal türbe, içeri sadece erdem sahibi kişilerin girmesine izin veren iki yaşlı kişi tarafından muhafaza edilir. Rahip Jean'ın şehrinde, 30 katlı bir kule Yükselir.Rahip Jean'ın krallığında fakir ve zavallı yoktur, adalet Yürürlüktedir,ne suç işlenir ve ne de kötü alışkanlık yoktur bu ülkede.
Asya'daki bu kudretli menarşı hakkındaki raporlar, Avrulpa'da bir şaşkınlık yaratmıştı, Bu haçlı sefer lerinin zorlu dönemindeydi. Doğu'dan bir müttefik bulmak çok iyi olacaktı. Ayrıca, Hintliler'in bu rahip krallığında  Kilise ve Devlet birleştirilmişti.Zaten batı din müessesesi, de bunu istiyordu.
Her ne kadar Rahip Jean öyküsü bir roman ögesinden yoksun değilse de, yazışmalarda sözü edilen, kralların, papaların ve görülmeyen Rahip Jean'ın gerçekligi kuşku götürmez. Hayret edilecek şekilde, Rahip Jean Krallıgı,bin yıl önce Philostratus'lin tasvir ettiği Hiarchas KralIığıile pek çok benzerliğe sahiptir. Her iki ülkenin coğrafi karakteristikleri Tibet’i işaret etmektedir. İki kral1ığın da bilgeleri, görünebilmeyi kontrol edebilir, yapay ışık oluşturabilir ve havada uçabilirlerdi.
Rahip Jean'ın en iyi bilinen mektubundaki bir paragraf, Gobi Çölü olması muhtemel olan, bir kum denizinden bahseder. Amerikalı bilim adamı Manly Hall, bazı doğru sonuçlara vararak şöyle demektedir:
«Dağlardaki büyülü bir sarayda yaşayan Rahip Jean'ın lmparatorluğu için verilen orijinal bölge,Gobı Çölü sahasıydı. Bhambhala veya Dezung, olarak isimlendirilen, Üstadlar'ın esrarengiz şehrini Doğu inisiyelerinden sorarsanız, onun Gobi Çölü'nün' kalbinde olduğunu söyleyeceklerdir size. Kadim Ana Sham'nun eski kumunda, dünyanın Görünmeyen Hükumeti'nin Mabedi bulunmaktadır.»
1931'de,Die Historische Zeitsehrift'de yazan tarihçi Leonarda Olschiki, Rahip Jean'ın mektubun,sürekli olarak huzur ve barış içinde olacak bir krallığa, nasıl ulaşılabileceğini işaret etmek amacıyla,batı hükümdarına yazılmış bir politik yergi yazısı olduğu fikrini ortaya attı. '
Kuşkusuz, Hint, tradisyonel olarak harikalar ülkesiydi. Ve İslamiyete karşı savaşan Batı Hıristiyanlığı Liderleri için, başında Hıristiyan bir lider bulunan geniş ve güçlü bir doğu imparatorluğundan daha mükemmel bir şey bulunamazdı . Bununla birlikte, üç liderin şu noktayı da düşündükleri görülüyor. Böylesine zengin ve geniş bir ülkeyi o Ülkenin lideriyle yazışmadan önce, niçin hiç İşitmemişlerdi. Sonunda Konmen ve Frederic Barberousse cevap vermekte çekimser kaldı; sadece Papa, uzun süre kararsız kaldıktan sonra, bir cevap gönderdi.
27 Eylül 1177' de, Papa III. Alexandre" «Hintlilerin  Ünlü ve Görkemli Kralı»'naVenedik'ten bir mektup yazdı. Nitekim Catholic Encyolopaedia doğru olarak bu mektubun ayrıntılarından çıkan hükme göre muhakkak ki alıcı, esrarengiz bir şahsiyet değildi diyor.
Papa mektubunda, apostolik takdis gönderdiği; bu, «Hintliler'in Ünlü ve Yüce Kralı»na bir çok kişilerden, genel raporlardan ve özellikle arkadaşımız ve fizikçi olan ve krallığımızın şerefli ve yüce insanları ile konuşmuş olduğunu söyleyen Üstad Phillip'den mevcudiyetinizi duymuş bulunuyorum» diyor.
Doktor Phillip bu mektubu aldı ve Asya'ya hareket etti. Ne yazık ki; Papa'nın elçisinin vazifesinin sonucu asla açıklanmadı. Acaba seyahati sırasında öldü mü, yoksa, Rahip Jean'ın krallığında mı kaldı?
Rahip Jean ile Kilise arasındaki yazlşma da bu mektupla son bulmuştur.Rahip Jean, güvenilir tarih kroniklerinde, belki bir başka isimle de görünmektedir. En bilineninki Otto1nun• kidir. Otto von Fraising, Suriye'de Gabula Piskoposuyla karşılaşmış olduğunu anlatır ki,  bu kişi Ona Erme¬nistan ve Pers topraklarının ötesinde, Uzak-Doğu'da egemen olan bir hükümdardan söz etmişti. O, bu hükümdara rex ve sacerdos (rahip ve kral) diyor ve bu kral ile krala tüm tabi olanların Nasturi olduğunu Nasturi değilse bile Hıristiyan oldugunu ileri sürüyordu. Keşiş Alberich'in 1250'lere doğru yazmış olduğu kroniğinde, Uzak-Doğu'nun «rahip-kral»'ının adı üç defa belirtilmektedir. Birincisi, 1144 olaylarını anlatırken geçer. Bu, Otto'nun anlattığıyla aynı hikayedir. İkincisi 1165 yılına ilişkindir. İmparator Manuel'in, Frederic'in ve Papa'nın, Rahip Jean'dan mektup aldıklarını bildirmektedir ki, bu mektuptan bazı pasajlar alıntılanmıştır. Üçüncüsü ise 1170 yılına ilişkindir ki, burada Papa'nın cevabını açıklar ve Phillip'in görevini bildirir . Ancak,üçüncüye ilişkin tarihlemede Alberich yanılıyordu; yıl 1170 değil, 1177 idi. Aynı dönemde Asya içlerinden geçen Plan Carpin, Marko Polo gibi ünlü seyyahlar'ın tümü de, Batı'ya geri döndüklerinde, bu esrarengiz Rahip Jean Krallığı hakkında çeşitli söylentiler toplamış bulunuyorlardı. Fakat seyyahlar, Rahip Jean'dan efsanevi bir kişi olarak değil de, belirli bir tarihte yasamış ve  Nasturilik mezhebini benimsemiş olan, bilinen bir ulus ya da oymağın lideri olarak söz etmişlerdir.
Bir Françesko (tarikatı) keşişi olan ünlü italyan seyyah Jean du Plan Carpin, Cengiz Han'ın oğlu Ogotay Han'ın savaşçılarının, Rahip Jean diye anılmakta olan bir Hıristiyan kralın görülmemiş silahları vasıtlasıyla geri püskürtülmüş olduğunu anlatmıştır.
Daha sonra, Fransa kralının elçisi olarak 1253-1255 yılları arasında yolculuk yapan ünlü Fransız seyyah William de Rubruck, Rahip Jean'dan, [Türkikler'e mensup] Naymanlar'ın bir lideri olarak söz etmiştir; Orta Asya içinde dağlık bölgelerde seyahat etmiş olduğunu anlatan Rubruck şu açıklamada bulunuyordu: ( ... )Ey, dağlar çemberinin içerisindeki ovalık bir ülkede, Hristiyanlığın Nasturilik mezhebini benimseyen ve Naymanlar adını tasıyan bir halkın yöneticisi olan Nasturi bir lider yaşıyordu.
( ... ) Onlar, onu Kral Jean adıyla anlatmaktaydılar ve onun hakkında gerçek Olmayan pekçok şey anlatıyorlardı; çünkü, bu, o yörelerin Nasturileri'nin bir adetidir»
Rubruck, Kral Jean'ın Unc Han adında bir yakını olduğundan söz ederse de; Marko polo'nun anlattıklarına bakılırsa,Unc Han ve Rahip Jean geniş bir bölgenin 'başında bulunan bir tek ve aynı kişi olmaktadır'. Marko Polo'dan sonra ise, Rahip Jean Krallığı'na dair yalnızca, birkaç seyahat anlatılarındaki değinmelere rastlanılır. Bu seyahat anlatılarından biri de,1318'de  Çin'e gitmek üzere yola çıkan ve altı yıl sonra geri dönen bir başka Françesko keşişine,Odbric Portepnau'ya aittir.
Daha sonra, İngiliz şövalye Sir John de Mandeville ortaya çıkar; bu kişi Asya'daki Rahip Jean Kra1lığı'nda 'bizzat bulunduğunu iddia etmiştir.Bir İspanyol keşişin 1350 yıllarına doğru yazmış olduğu «Libro del conosclmiento» adlı seyahetnamesinin sayfalarından birinde, Rahip Jean’a ait olduğu ileri sürülen bir flama dahi mevcuttur. xv.yüzyıl sonlarında ise,Portekizliler, Rahip Jean, nın ülkesinin Afrika'da yer aldığına inanıyorlardı.Coğrafyacılar, Etopya'yı, Regnum Presbyteri Johannis (Rahip Jean Krallığı) adı altındaki bir bölgenin içine çizmişlerdi…
Öte yandan, kırk yıl  kadar önce Portekizli yazar Rowe, Rahip Jean Krallığın merkezi olalak Tibet'in" Lhasa kentini göstermiş ve Rahip Jean kavramına, uygun gelen kişinin Dalay Lama olduğunu belirtmiştir. Geçmiş yüzyıllarda Batı'nın kuşkuda kaldığı, fakat çağımız tarihçilerinin artık kesin olarak ortaya çıkarmış oldukları bir husus şudur ki; Rahip Jean lejandının ortaya çıktığı devirde Asya içlerinde, gerçekten bazı,Nasturilik mezhebini benimsemis toplumlar vardı .."Günümüz tarih ve coğrafya ansiklopedileri, Rahip Kral Jean kavramına en uygun düşen kişinin,Moğolistan'da ki bir Türk oymağı olan ve büyük kısmı Nasturllik mezhebini benimsemiş bulunan Kerayitler'in bir lideri ölduğünu yazar.Kerayitler bu dönemde, bugün Urga,(Ulan-Bator) şehrinin bulunduğu sulak arazide yaşıyorlardı.
Bazı araştırmacılar, Nasturi Kerayit Türkleri'nin başında Wang Han'ın bulunduğunu ve bu rahip-kral'a Nasturiler'in Ung Han ya da Kral Jean dediklerini kabul etmekle birlikte,Jean adlı bir başka Hıristiyan kralında Gürcistan dolaylarında yaşamış olduğuna dikkati çekerler.
Kimi araştırmacılar ise Rahip Jean'ın XII. yüzyıl başlarında Tanrı Dağları'nın (Tiyenşan Dağları) kuzeyinde yaşamış pir Türk halkı olan Kara-Kitaylar'ın(ya da Kara Hitaylar'ın)lideri olması gerektiğini ileri sürerler. Kısmen Nasturilik ve kısmen de Budizmi kabul etmiş olan Kara-Kitaylar'ın bu lideri, Çin kroniklerinde YeIu-tashi adıyla geçer ve 1130'a doğru Türkistan'ı fethederek büyük bir imparatorluk kurmuştur;
Rahip Kral Jean kavramında da, tıpkı Agarta'nın lideri kavramında olduğu gibi, krallık ve rahiplik yönetinileri tek kişiye aittir; yani kral aynı zamanda, en yüksek rahiptir. Bu benzerliğe dikkat çeken. Rene Guenon, ayrıca, ortaçağda Nasturilik tarikatının, Agarta'ya yeryüzünde hizmet eden örgütlerden biri durumunda olduğunu belirtmektedir. "'Rene Guenon« Dünya'¬nın Kralı» (Le Roi du Monde)adlı eserinde,Nasturilik tarikatına ve Rahip KraI Jean kavramına ilişkin olarak şu açıklamayı yapmaktadır. Ortaçağda, Rahip Jean Krallığı denilen esrarengiz bir ülkeden sık sık söz edilirdi. O zamanlar, söz konusu merkezin {yani Agarta'nın] dış örtüsü' olarak belirtilebilecek kısım, geniş, ölçüde Nasturiler onlara doğru Veya yanlış olarak bu isim verilmiş ve benimsenmiştir. Ve sabiiler tarafından teşkil edilmiş bulunuyordu.
«Buarada belirtmek gerekir ki, Lamaizm ile bağları olduğu açıkça görülen Nasturiler'in,anlaşılması hayli güç görünmesine karşın, İslamiyet'in başlangıç dönemlerindeönemli bir etkinlikleri olmuştur ( ... ). [Rahip Jean Krallığı konusunda] olguları karışık hale sokmuş olan şey şudur ki ; Rahip Jean ünvanını taşıdığı ileri sürülen kralların sayısı dörde kadar çıkarılır ve her birinin ikamet yeri olarak değişik bir bölge gösterilir. Bu bölgeler şunlardır. Tibet veya Pamir ,Moğolistan, Hindistan ve Etyopya. Fakat mümkündür ki, [bu değişik bölgelerde] tek ve aynı bir kudretin [yani Agarta'nın] çeşitli temsilcilikleri söz konusuydu . Nihayet, islamiyet'in yayılış döneminden itibaren Rahip Jean aşikar [durumda]olmaktan vazgeçecek ve zahiren Dalay Lama tarafından temsil edilmiş olacaktı.»
On ikinci yüzyıl tarih incelemelerinde, Rahip Jean' ın  ünü yayılırken, enteresan tesadüfler saptanabilmiştir.Templier Tarikatı 1118'de kurulmuştu .. 1l84'te ozan ve Templier Şövalyesi Wolfram von Eschenbacn’in tüm  Kutsal Grail efsanelerini özetlediği, Titurel isimli eserini yazdı. Kutsal Grail ile Asya'nın bağlantısını üstü kapalı olarak söylemiş ve kutsal Grail’i bir taş olarak tasvir etmiştir: « und dieser Stein ist Gral genannt» Chintamani Taşı ve Shambhala'dan mı bahsediyordu kendisi? Ozan Escbenbach Titurel'in 500 yıldır yaşamakta olduğunu iddia ediyordu. Bu Rahip Jean'ın 562 yaşında sona eren yaşıyla acayip bir paralelliktedir.
Eschenbach gerçekte, daha o zaman Rahip Jean öyküsüyle Kutsal Grail Lejandı'nı (efsanesini ) birleştirmişti. Onun Parsifal'i, kutsal kupa'yı (Grail) veya taşı, Asya'ya taşıdı. «Böylece görmekteyiz ki, Avrupa Birliği'¬nin Sırrı, Rablerin Asya'ya ait Rabbi'nin görülmemiş ebedi öyküsünde ihtiva edilmektedir,» diye yazıyor Manly Hall. Çok anlamlıdır ki, Wolfram von Eschelenhach, Templier Tarikatı'nın bir şövalyesi idi. Böylece o Templi Tarikatı'nın gizli öğretilerinden haberdar olmuştu.

Agarta İnisiyesi Apolionius
Bilim Araştırma Grubu

Gizemli Ülke'de, yönetici Hiarchos ile Apollonius arasında şöyle bir konuşma geçer: «Apollonius oturduğunda, Hiarchas, 'Herşeyi bilen insanların arasına geldiğinize göre, bana istediğinizi sorun, dedi. Böylece, Apoltonıus onlara, onların da Yunanlılar gibi, kendini bilmenin zor olduğunu düşüneceklerini umarak, kendilerini bilip bilmediklerini sordu, Fakat, Hiarchas onun hatasını düzeltip de; Bizler, kendimizi biIerek [işe] başladığımız için, herşeyi biliriz. Hiçbirimiz, önce kendisini bilmeden, bizim felsefemize yaklaşmaz deyince, Apollonius şaşırmıştı ..... Apollonius, [Hiarchas'a] kendilerini ne zannettiklerini sorarak devam etti ve Hiarchas yanıtladı, 'Tanrı.' «Apollonius, 'Neden?' diye sordu .  'Çünki, bizler iyi insanlarız.

Life of Apollonius, der. G.W. Bowersock, çev. C.P. Jones,Baltimore, Maryland.
Penguin Books, 1970

Hıristiyan Kilisesi, Tyana'h Apollonius'u bir mıtolojik• varlık veya sonunda Şeytan'ın bir ajanı'na dönüştürmek için tüm gücüyle herşeyi yaptı. Apollonius'un  mucizeleri, aşağıdaki ifadelerinde, Justin Martyr'in zihnindeki şüpheden gördüğümüz gibi, Kilisenin ilk Babaları'nı rahatsız etmişti.
Justin Martyr şöyle söylüyordu:
«Nasıl oluyor da Apollonius'un tılsımları dalgaların hiddetini ve rüzgarların şiddetini ve vahşi hayvanların hücumunu engellemek gücüne sahip olabiliyor ve Rabbimiz'in mucizeleri sadece tradisyonlarda korunurken, Apollonius'un kiler, tüm izleyenleri saptıracak şekilde, böylesine çok ve hali hazırdaki gerçekler içinde gerçekten tezahür etmiş olabiliyor?»
Apollonius'un gerçekliğini, Tarihin şahadeti ispat eder .Roma tarihi, İmparator Caracalla'nın Apollonius'un hatırasına hürmeten bir türbe inşa ettirdiğini ve Alexander Severus'un ise kendi özel tapınapına  Apollonius'un bir heykelini koyduğunu söyler. Roma'daki  Capitoline Müzesi, halen Apollonius'un bir büstünü muhafaza etmektedir.
Roma imparatoru Septimus Severus'un ikinci esi İmparatoriçe Julia Dorma, Tyana'lı Apollonius'un yaşamına öyle bir ilgi göstermişti ki, İ. S. aşağı yukarı 200 yılında o'nun biyografisini  yazması için Flavius Philpstratus'u görevlendirmişti. Tyana'lı Apollonius"Hz. İsa’nın çağdaşı olmasına rağmen . Philostatus'un ödevi imparatoriçenin kendi emrine verdiği,Damis'in Güncesi; Moeragenes'in Kitapları ve Apollonius'un doksanyedi mektubundan ötürü, 4 İncili yazan 4 havarinin ödevinden daha az zor durumda değildi. Flavius Philostratus'un kitabının dökümantasyonu, görünüşte inanılmaz şeyleri tasvir etmesine rağmen gene de değerlidir .
Tyana'lı Apollonius’da, şimdiki Türkiye'de bulunan ve o zamanlar Kapadokya denilen ülkenin' Tyana' isimli kentinde, tıpkı Hz. İsa gibi, İsa'nın doğduğu yıl olarak kabul edilen İ.S.4. yılda doğmuştu. Uzun boylu, yakışıkIı ve çok zeki idi .14  yaşında iken, okul hocaları kendisinden daha fazla birşey  bilmedikleri  için artık ona öğretmenliği bıraktılar. 16 yaşında kendi W. Aesculapius tapınağına adadı ve Fisagoryen rahip oldu. Bu zahit yaşam tarzı, çok geçmeden onun şifacılık ve durugörü melekelerini şaşırtıcı derecede geliştirdi.
Apollonius, aynı zamanda, sosyal adalet üzerine güçlü bir ideali benimsedi ve fakirleri sömürenlere hucum etmeye başladı .. Philostratus, fakir halk için çok pahalı hale gelen tahıl üzerine yapılan spekülasuyon ile ilgili bir olaydan bahseder.
Hayretler içerisinde kalan genç  Apollonius’un Mısır tüccarlarına şöyle hitap etmişti: «Toprakhepimizin anasıdır, çünkü adildir. Fakat siz, adil olmadığınız için toprak sadece kendi annenizmiş gibi hareket ettiniz.
Nadim olmadığınız takdirde onun üzerinde kalmanıza izin vermeyecegim» Apollonius'ın tehdidi arzu edilen sonucu yaratmış ve vicdansız spekülatörleri durdurmuştu, Bu genç Neo Fisagoryen rahibin yaşamında önemli bir olay, bir Daphnean Apollo rahibinin, tanrıların emri ile, üzerinde diyagramlar işlenmiş birkaç ince metal levhayı kendisine getirmesi ile vuku buldu; Bu, Fisagor yolculuğunda  fil figürleriyle  geçtiği çöller, nehirler ve dağların bir haritasıydı ve diğer semboller Filozofun Hindistan'a giderken izlediği yolu gösteriyordu. Apollonius aynı yolu, izlemeye  karar verdi ve bu yolcuğu boyunca gerekli yardımcı vasıtaların hazırlığını yaptı•'
Babilonya'ya vardığında, alışışmamış davranışı, Kralı cezbetti ve Kral, ülkesinde uzun süre kalması için Apollonius'u davet etti. Nineve'de Apollonius, sadık yoldaşı, gözbebeği ve yol rehberi olan Suriyeli Damis ile karşılaştı. Halen mevcut olan öykülerinde görüldüğü gibi, Hindistan ve Tibet'teki yolculuklarında uzun süre Damis ile birlikte idi. Apollonius ve Damis, uzun ve ağır bir yolculuk sonra Indus'u geçtiler ve Ganj Nehri yönünü izlediler. Ganj Vadisi'ndeki herhangi bir noktada Kuzeye, Himayalar'a döndüler ve 18 günde dağ silsilelerini yürüyerek tırmandılar. Bu seyahat onları, Tibet veya Nepal’in kuzeylerine götürmüş  olmalıydı. "Apollonius, bir Plana (haritaya) sahipti ve
Üstadlar'ın Mekanı’nı tamamen biliyordu. Hedeflerine vardıklarına kanaat getirdikleri zaman acı şeyler vuku bulmaya başladı… Geldikleri yolun, arkalarından aniden kaybolduğunun acaip hissine kapıldılar. Öyle bir yerdeydiler ki,kendini İllüzyonIarla saklayan bir bölgeydi; pozisyon ve hareketini değiştiriyor ve yolcuların yer üzerinde bir işaret saptamalarına imkan vermiyordu. Benzer olaylar,yüzyıllar sonra,' «tanrıların unutulmuş arazisi»'ni geçerken yerli rehberleri tarafından terk edilmis birçok kasif tarafından da rapor edilmiştir. Bunlar, Philostratus'un rapor ettiği acaip olayların bir doğrulamasıdır.
Ansızın Apollonius ve Damis’in önünde esmer derili bir çocuk belirir ve Apollonius'un Grekçesi ile onlara, sanki gelişini bekliyormuş gibi hitap eder: «Refakatinizdekiler burada durmalı, ancak siz olduğunuz sekilde gelmelisiniz. Çünkü, Üstadlar'ın kendileri bu emri veriyorlar.»
'Üstadlar'kelimesi, Tyana'Iı Apollonius'un kulakIarında Pisagor'u çagrıştırdıgı için, hamalları ile eşyalarını memnuniyetle bırakarak yanına  sadece yoldaşı Damis i aldı. Apollonius, Iarehas veya Hiarchas (Kutsal Hükümdar) isimli ve bilge insanların en 'yüksek yöneticisi olan' Kral'a takdim edildiğinde, elinde vermek üzre olduğu mektubun kapsadıklarının" o'nun tarafından tamamen bilindiğini gördüğü zaman oldukça şaşırdı. Öyle' ki Kral, o'nun geride kalan ailesini ve Kapadokya'dan uzun seyahatinin tüm olaylarını da biliyordu.
Apollonius, bu Trans Himalaya ülkesinde birkaç ay . kaldı e : Apollonius ve Damis, misafirlikleri sırasında, içinden parlak mavimsi ışık ışınlarının çıktığı kuyular gibi inanılmaz şeylere tanık oldular.' «Pantarbe’’ veya ışık tasları öylesine ışık yansıtıyordu ki, gece gündüze dönüyordu. Benzer mucizevi lambalar 19. Yüzyılda Father Huc tarafından da görüldüydü. "Damis'e göre, bu şehrin ahalisi, güneşin gücünü faydalı hale getirebiliyordu. Bilge insanlar, kendilerini 1m 'ye kadar yerden levite edebiliyorlar ve havada kayıp gidiyorlardı.Apollonlus, bir seremoni sırasında, elearindeki değneklerle yere vuran bilgelerin havada uçtuklarını gözlemledi. Benzer olay, 20. yüzyılda bilgili David-Neel tarafından Tibet'ten rapor edilmişti, böylece Philostratus'un öyküsü onaylanıyordu. Bu kayıp şehrin yerlilerinin bilimsel ve zihinsel başarıları, Apollonius'u öylesine etkilemişti ki, Kral Hiarchas, «Herşeyi bilen insanların ülkesine geldiniz.» dediği zaman sadece başını eğerek bunu kabul etmişti.
Damis, kendilerinin bu Himalayalı ev sahiplerinin «dünya üzerinde ve aynı zamanda da dünya üzerinde yaşamadıklarını» söylemektedir. Bu gizemli cümlenın anlamı, o bilgelerin, spiritüel ve fiziksel her iki dünya'da aynı anda yaşamaya" muktedir olduklarımıydı veya onlar, uzak planetlerle haberleşme vasıtalarına mı sahipti ?Buraya değin anlatılanlardan görüldüğü kadarıyla komünal olduğu anlaşılan sosyal sistemlerini Apollonius şöyle tanımlamaktadır: «Dünyanın tüm zen¬ginliklerine malik ne var ki hiçbir şeye sahip değiller.» Bu ülkenin insanlarının ideolojilerine göre, Kral, HiarchaS, «Tüm Evren Canlıdır» şeklinde bir kozmik felsefe savunmaktaydı.
Veda zamanı geldiğinde, Apollonius, dağarın bilge İnsanlarına şöyle söyledi: «Size kara yolu ile geldim ve siz bana yalnızca deniz yolunu değil, fakat bilgeliğinizle gôğün yolunu da açmış bulunuyorsunuz.. Bu şeylerin hepsini Grekler'e gôtüreceğim, Tantalus Kadehi'ni eğer boşuna içmemişsem, sanki şimdi buradaymışım gibi sizinle konusmaya devam edeceğim»Bu açık ifade,telepatik haberleşme yöntemini belirtmiyor mu?
Apollonius, buradaki 'Spiritüel Üstadları'ndan iki misyon aldı. Birincisi, geleceğin önemli tarihsel yerlerine,belirli miknatıslar veya tilsımlar gömecekti.Onlar, Acaba Shambhala Kulesindeki mucizevi Chintamani taşı,nın parçaları mıydı?İkincisi, Apollonius, Roma despotizm’ini sarsacak ve kölelik üzerine kurulu bir rejimi yumuşatacaktı.
Apollonius ve Damis, yavaşça, uzun batı yolculukları için Hindistan'ın düzlüklerine indiler. Sonuç olarak Smyrna'ya (İzmir ) ulaştılar ki Hiarchas'a göreApollonius, Palame des son enkarnasyonunun heykelini bulacaktı. Damis Dam Bilge kralın tam işaret ettiği bölgede bulunan heykelin örtüsünü kaldırmakta Apollonius'un hiçbir endişe göster mediğine şahadet etmektedir.
Apollonius İtalya'ya ulaştığında, otoriteler arasından soruşturmaya tabi tutuldu. «Neron hakkında ne düşünüyorsun?) sorusunu Apollonius şöyle yanıtladı: «Onun şarkı söylemesini asilce bir davranış olarak düşünebilirsiniz, fakat ben onun susmasının kendisi asilce bir davranış olacağını sanıyorum.»
Roma hükümetinin filozofları tasfiye ettiği bir zamanda bunun gibi birşey söylemek tehlikeli
Bir kılkırtılmanın yaratıImasıydı. Çok geçmeden Apollonius, şaşırtıcı bir olayın Vuku bulmasıyla,  kendini Roma Mahkemesi ile yüzyüze buldu. Savcı, Apollonius'a yüklenen suçlarla dolu tomarı açtığı zaman,harfler ve kelimeler, gözleri önünde eğrilip bükülmeye ve yok olmaya başladılar. İddiaların yerine sadece bir boş tomar kalmıştı ve Mahkeme Apollonius'u serbest bırarakarak gitmesi
için zorlamıştı. Öte yandan, İmparator Vespasian döneminde hikmeti öylesine ödüllendirilmişti ki, Roma İmparatorluğu'na danışman olarak atanmıştı. Vespasian’ın oğlu Titus tahta çıktığı zaman,Apollonius hükümette ılımlı danışmandı. Yeni imparator ekleyerek şöyle der; Kendim ve ülkem adına, size tesekkürlerimi sunarım ve onlar unutulmayacaktır.»• .
Kendisini şeref misafiri olarak davet eden Olimpiyat yurtları organizatörlerine mektubunda, Apollonius Misyonunun amacını açıklar: Olimpiyat oyunlarında hazır  bulunmam için beni davet ediyorsunuz ve bu nedenle bana elçiler gönderdiniz. Eğer ahlaki mücadelenin daha büyük arenasını terketmemi gerektirmeseydi, fiziki rekabetlerinizin birşeyircisi olmak üzere gelirdim.
İmparator Tius sadece 2. yıl hüküm sürdü ve halefi ise;. Apollonius'u dinlemeyecek kadar zalim ve gururlu kardeşi Domitian dı . Apollonius'un Doğulu görünümü, sakalı ve uzun saçları,Domitian'ın öfkesini uyandırdı. Apollonius 85 yaşındaydı ve kutsiyete saygısızlık ve fesat ile yani Roma'ya karşı faaliyetlerle suçlanmaktaydı. Uzun boylu ve heybetli Apollonius, çocukluğunu bildiği Domitian'a, küçümseyen ve tepeden bir bakışla baktı. Patrisyenler (Soylular), Neron'un günlerindeki yargılınımı sırasında vuku bulan inanılmaz seyleri hatırlayip telaşa düştüler. Domitian ve mahkeme(Tribunal),
Apollonius'un sonuçta suçu kabul etmesi şartı ile, bilgeye yöneltilen suçlamaların bazılarını geri almakla olayı ört bas etmek gibi beceriksizce bir girişim ve teklif te bulundular, İmparatorun  karşısında durup, pelerinini bedenine sararak şöyle söyledi. «Bedenimi hapsedebilirsiniz, fakat ruhumu asla ve hatta bedenime dahi dokunamayacaksınız .. :» Daha sonra, halk localarında oturan binlerce Romalı yurttaşın önünde mahkemenin ışık tufanı içinde gözden kayboldu .
İ.S. 96 yılında, ve 100 yaşında iken kısa bir süre için durduğu Efes'teki bir söylev sırasında, toprağa korkunç bir bakış atfetti, üç adım ilerledi ve bağırdı: «Vurun despota, vurun» Bu açık hava söylevine katılan ahalinin çoğu gibi, tüm Efes kasabası sarsıldı ve şaşırdı.
Daha sonra Apollonius hayretle şöyle söyledi: ‘’Athene adına, işte tam şimdi despot katledildi.’’ (Despot Domi tian). O devirde, Roma'dan yola çıkan posta ve haberler birkaç günde buralara enşirdi. Posta kuryesi oraya vardığında, Roma'da imparator Domitian'a yapılan bir suikast bildirisi getirdi. Dahası, Apollonius'un tarihsel söylevini vermekte olduğu tam o anda suikast olayı vuku bulmuştu.
Apollonius'un ölümü ve gömüldüğü yer, tarihte kaydedilmemistir, yüz yıla ulaştığı bilinen yaşamını daha fazla sürdürebilir miydi?
Himalaya ötesinde, üstadların mekanına geri dönmüş müydü?
Roma'nın İmparatorluk döneminin talihli devri olan, Beş İyi İmparator'un çağını açmasından ötürü Apollonius'un misyonu başarıyla tamamlanmıştı. Bu imparatorların isimleri: Nerva,Trajan, Hadrian, Antoninus Pıus ve Marcus Aurelius idi. Son ikisi büyük idalist ve düşünür idiler. Gerçekte Maicus Aurelius, Kralların filozof olmadıklarında insanların Altın Çağ'ı asla göremeyeceklerine inanan Eflatun'un duasına bir cevap ve bir filozoftu.
Apollonius'un, Roma'nın Beş İyi İmparatoru'nun gelişinin zeminini hazırlamasında görüldüğü gibi, Majlar'ın,  insanlık için hiçbir  şey yapmadıkları şeklindeki genel iddia yanlıştır. Belki üzücü olan şu ki,beşer ilişkilerinde Kalbin Öğretisi'ni ortaya koymaya çalışan rehberlerinin teşebbüslerine, insanlık, daima karşı koymaktadır.



Agartha ve Saint - Yves d’Alveydre
Misyonu
Bilim Araştırma Grubu

«Genellikle kabul edilmemesine rağmen, denilir ki Avrupanın azizleri geçmişte, Tanrı'nın gazabını Batının üzerinden çekmek için bır paratoner vazifesi görüyorlardı. Bu,bir bakıma Hindular ile Budistler arasında geçerli olan şu inancı andırmaktadır ki, Yüce Kişiler Beşeri lrk'ın Gözeticileri olmuşlardır ve oImaktadırlar. Seylan'da Budistler, bundan sonraki doğumlarının Tanrılar arasında olması için dua ederler.
Yirmi beş yaşındayken Kalkuta'da muazzam bir dünya mülkünü terk eden ve o zamandan beridir, Himalayalar'ın kendisine rastladığım yüksek bir yerinde yetmişbeş yıldır yoga yapan BengaIli bir keşiş, Kallas dağı yönünde üstü karlarla kaplı bazı dağ sıralarını göstererek, o yerlerde Tanrıların lrkımız'ı gözettiklerini ve spiritüel gelişimini yönlendirdiklerini belirtti. İlave ettiğine göre, normal beşeriyet için görünmez olan bu varlıklar, Ermişler tarafından" görülebilirler ve kalpleri saf olanlar onlar ile irtibat kurabilirler: Sessiz Gözcüler olarak Dünyanın himalaya Surları'ndan İlahi Şefkat ile (beşeriyeti) gözetlerler. Koli -Yuga Gecesi uzun süresini tamamlasın ve uyanış günü tüm uluslar üzerinde ağarsın.»
Saint - Yves d'Alveydre' in «Hint Misyonu» (Mission de I’inde)  adıyla, kendisi öldükten sonra 1910 yılında  yayımlanan yapıtı gizemli bir inisiyatik merkezin tasvirini içermektedir. O zamana değin Avrupa'da, Agartha ve O'nun Lideri Brahmatma'nın hemen hemen hiç sözü edilmemişti. Gerçi Saint - Yves'den sonra, pek Ciddi olmayan bir yazar, Louis Jacollot  sözünü ettiği (söz konusu gizemli merkez’e ve Lideri'ne ilişkin) bilgileri, Hindistan yolcıluğu boyunca gerçekten işitmişsede, o'nun aşırı fantazi üslubuyla düzenlediklerine güvenmek mümkün değildi.
1924'de ise, pek beklenilmeyen bir olay meydana gelmişti: dinand Ossertdowski, 1920 ve•1921'de Orta Asya içinden hareketli yolculuğunun beklenmedik olaylarını, «Hayvanlar, Tanrılar» (Bates, Hommes et Dieux) adlı yapıtında bu eserin özellikle son kısmında anlatılanlar Saint - Yves'in kine benzer.
Saint- Yves'in Agartha kelimesini kullanmasına karşın Ossendowskl'nin Agharti kelimesini kullandığını görüyoruz. Ossendowski'nin Agharti kelimesini Moğol kaynaklarından ve Saint Yves'in ise Agartha kelimesini Hindu kaynaklarından sağlamış olmarından ötürü olsa gerektir.
Bir ruh doktorunun tek oğlu, olarak 1842'de doğan Saint Yves d'Alyeydre, babası tarafından geçimsiz çoçukların ıslah edildiği bir tarımsal çalışma kampına yollanır, İyi ki, İstisnai kişilikteki bu çocuğa kurumun müdürü dostluk gösterir, Onu' yatıştırır, Josepp de MaIstre,kardinal Benald ve Fabre d'Olivet'in eserleriyle onda okuma zevkini uyandırmayı başarır. Yoksulluk içinde çırpınırken yaşamının ikinci mutluluk verici karşılaşması,dul bir bayanla, Balzac'ın eşi Madamnanslta' nın yeğeni kontes Keller ile olur. Keller O'na sevgi ve şans getirir; üstelik Vatikan'dan bir soyluluk ünvanı alır. Mark Saint – Yves d'Alveydre olur. 1909'da ölene kadar bir sürü hayranı olur ve zengin bir imajinasyon ile ilhamlı ezoterik eserler yazar; fakat eserleri okültist çevrelerde gerçek anlamda etkili olmaz.
«Yahudiler Misyonu» (La Mission des Juifs) ve «Egemenler Misyonu (La Missiondes Souverains) adlı eserlerinde,Saint- Yves d'Alveydre, İlahi Işığın Taşı¬Ram adındaki bir Kelt kahramanı tarafından c 10.000 yıl önce kurulan bir evrensel imparatorluğa kadar uzanan, beşeriyetin tahayyüli bir tarihi üzerine yerleştirdiği sosyal ve politik bir organizasyon projesi geliştirir: Sinarşi (Synarelıie) Öğretisinin pratik uygulanmasını tamamlamak ve onu tüm sanat ve bilim dallarına yaymak için, Saint - Yves d' Alveydre, mukavva disklerle bir, «evrensel kozmik kuvvet»i r ( Archee) ölçme aleti hazırlar ve bu arkeometre'sini hayran kalan öğrencilerin önünde çalıştırır.
Daha sonra, Beşeriyetin Yüksek Okült Yönetimi’nin emri üzerine onu görmek için Paris'e özellikle gelen bir Afgan Prensi'nden Asya sırlarının özünü edinerek, «Hint Misyonu» (La Mission del'Inde) adlı eserini kaleme alır. Saint -Yves d' Alveydre'in öğrencileri, görüşmenin gerçekliğinden kuşku duymamaktadırlar ve bu ilgi çekici eseri, okültizmin başlıca kitaplarından biri olarak görmektedirler.
Saint - Yves d' Alveydre,  temel tradisyonun korunduğu, Dünya'nın Merkezi ezoterik konusunu yeniden, ele alır. Ona göre, dünya yeraltı sistemlerinin merkezi Agarta, Asya'nın göbeğinde, uçsuz bucaksız bir yeraltı sitesi olarak bulunmaktadır. Milyonlarca Dwijas , (iki defa doğanlar) ve Yogis (Tanrı'da birlesenler), Saint¬Yves'e göre, Agarta İnisiyatik Hiyerarşisinin en dış dairesini oluşturmaktadır. Merkeze doğru ilerlerken onların üstünde 5.000 Pundit'e (bilgin) rastlamaktayız.Gizemli Merkezi'nin en yüksek ve ona' en yakın dairesi ise, Yüksek İnisiyasyon'u temsil eden 12 üyeden oluşmaktadır. Onların üstünde de sadece, Brahatmah, evrensel ruh temsilcisi Mahatmalı ve  Kozmos'un tüm maddi organizasyonunun timsali Mahanga tarafından oluşturulan üçgen bulunmaktadır;
Çağdaş okültist kaynaklara göre, Saint -Yves D’ Alveydre, «korkunç sırları» ifşa etmek ihtiyatsızlığını yapmış olduğunun farkına vardığından,baskıdan çıkar çıkmaz kitabını imha etmeye karar vermişti. Fakat bir nüsha, imha edilişten kurtuldu; eser, konuya bağlı şiler arasında  elden ele  dolaştı ve  yazarın  ölümünden sonra yeniden basıldı. Bir doğa bilimci dökümantasyonuyla ortaya çıkan, yeterince yüzeysel ve yapım bakımından zengin olan bu mitler derlemesi, okultistleri iyice etkilemiştir. Bir çok yazarlar  ya da gizli topluluk kurucuları, Agarttha'nın girişini (belirli bir yere) yerleştirmeye çalıştılar. Bazıları oraya giderek,orada  yaşayan yüksek varlıklarla karşılaşmış olduklarını ileri sürdüler. Rene Guenon, . «Dünya'nın Kralı» adlı eserinde bu konuyu yeniden ele almıştır. III. Reich. zamanında, Göbi Çölü'nü araştırmak için seferler bile tasarlanmıştı.

Jacques Weisse'in, «Hint Misyonu» İsimli
Yapıtı Tanıtımı
Bu kitabın eksiksiz adı şudur: Avrupa'da Hint Misyonu, Asya'da Avrupa Misyonu, Mahatma problemi ve çözümü.
Okuyucu şimdiden anlamıştır ki, Avrupa Misyonu, Hz. İsa'nın, genel şuurun yücelmesiyle uyumlu olan sev¬gi dinini Asya'ya getirmekten ibarettir . Buna karşılık, Hint ise, Budist ve Brahmanist kültlerin bilgelik ve bilimin Avrupa'ya taşımak misyonuna sahiptir. Budist kültün belirleyici özelliği, bilgelik'tir. Brahmanist kültün ki ise, Evrensel Bilim'dir. O halde, beyaz ırkın misyonu hiç de Asya'ya bilimin öğretimini yapmak değildir. Gerçek olan bunun tersinedir, bizim maddeci bilimimizin gürültücü ve rahatsız edici ıcraati, Doğu inisiyatik merkezlerinin biliminin icraatiyle mukayese bile edilemez. Batı'nın peşinde koştuğu tüm sonuçları; görünen ve görünmeyen dünyayı yöneten yasalara ahenktar bir biçimde ve uygun olarak, çok daha ustalıklı ve  sade olan sayısız yöntemlerle Asyalılar, çoktan beri elde etmiş bulunmaktadırlar.
O halde Asyalı bilgeler şimdiye dek niçin bize açık bilgilerini vermediler,' diye sorulabilir. Çünkü biz bu bilgileri, politik hırslarımızın kumanda ettiği ahenksiz, amaçlarımız uğruna kullanacaktık da ondan."
Bununla birlikte, Hakikat'in, kuyusundan çıkması gerektiği ve İncil'in şu sözünün gerçekleşmesi gerekeceği zamanlar yaklaşmaktadır:
« Aydınlığa çıkarılmayacak saklı ve bilinmeyecek gizli hiçbir şey yoktur.»
(Matta" bap -10/26. bap - 4/22. Luka,bap - 8/17 ve 12/2.)
Bu nedenledir ki, 1875'den beri, yani Balık burcu astronomik çağının bitiminden 25 yıl önce, Asya inisiyeleri, varlıklarını vakur bir yavaşlıkIa belli etmeye (açıklamaya) başladılar. Madam Blavatski, çağdaş bilgelik Üstadları'nın varlığından söz eden kitapları yazanlardan biri oldu. Tüm teozofik hareket ve yayınları da, onların sözü geçerliğini destekledi. Saint - Yves d' Alveydre, Asya'nın büyük İnisiyatik Üniversite'si Agartha ve Lideri Brahatmah konusunda, Ilk aydınlatıcı bilgileri getirdi. Brahatmah,Evrensel Ruhani Lider rolünü yada Çağdaş Dünya'nınBüyük Eğitici'si rolünü oynar. Bu rol, esas olarak, ilk sosyal Güç ye Eğitim Kudreti'nin ortaya çıkmasıdır. Demek ki, Agartha'nın Üniversite Hiyerarşisi, tamamiyle silahsızlanmıştır ve zor kullanmamakta kararlıdır : saldırılan olduğunda bile.O halde hiçbir savunma olanağına sahip değiller, diye düşünülebilir.Ancak hiç de böyle değildir; gezegenimizi infilak ettirmek olanağı veren fizik bilimleri ve ona uygun bir psişik bilimleri olduğuna göre;
Fakat, uygarlaştırıcı işlevini ifa etmek ve binlerce tradisyonu intikal ettirmek 'için Agarta, Avrupa’yı XIX. yüzyıla dek varlığından habersiz Bırakmayı tercih etmişti. Özet olarak vermemiz gerektiğinden, Saint-Yves d'Alveydre tarafından Hint Misyonunda ele alınan tüm konuları işlememiz mümkün değil. Bununla birlikte, bu kitap 1949'da yayımcı Dorbon tarafından yeniden yayımlanmış olduğundan, kitabın kendisine basvurulabilir.

«Hint Misyonu»'nun Giriş Bölümü' Özeti
Eğer bir genel dünya tarihi oluşturulacaksa, bu tarih ancak tüm dünya beşeriyetinin şimdiye değinki şüncelerinin ve olaylarının tümünün birden objektif olarak alınarak bir araya getirilmesiyle gerçek olabilir, dolayısıyla böyle bir genel dünya tarihi hiç bir milletin düşünce ve olaylarina göre biçimlendirilemez.
Sinarşi kavramının yaratıcısı, çağdaş yazarlar arasında Saint - Yves'dir. Bu kavram, Yalnızca Antikite'den itibaren tüm Dor Kutsal Metinlert'ride değil, aynı zamanda Ram Devresi’nin tüm organizasyonunda bulunmaktadır. Saint-Yves', nin «Egemenler Misyonu» (Mission des Souverains )ve «Yahudiler Misyonu) ,( Mission des Juifs )' adlı eserlerinde, modern bir Sinarşi'nin kuruluşundan itibaren, Avrupa Öğretim Konseyi'nin, doğal ve kutsal bilimlerin yapısını yeniden kurması için gerekli olan tüm bilgileri alacağı belirtilmiştir . Bunu, Saint - Yves, şunları ekleyerek tasdik ediyor:
«Ram devresine uzanan Paradesa. onun üniversite tapınağı, onun tradisyonları, onun dört katlı öğretim hiyerarşisi, bozulmamış bir halde, şu anda hala mevcuttur. Bu kitabı, Agartha'nın Lideri'ne saygıyla ithaf etmekte bir sakınca görmüyorum'.»

«Hint Misyonu» 1. Bölümü: Agartha Organizasyonu
Bu, Saint - Yves'nin yeniden keşfettiği sosyal ve entellektüel yapının ve en antik tradisyanunGüvenilir Otorite’sinin içinde ikamet ettiği Paradesa: -Dünya'nın en eski Üniversitesi'dir.
Dünya’nın Öğretmenleri'nin  çağını, Saint• Yves, o dönemde (1886) şu tarihlerle belirtiyordu:
Hz. Muhammed'in dönemi ........ (l886'dan) 1264 yıl önce
Hz. İsa'nın dönemi............................ »1886
Hz. Musa'nın dönemi . ..................... »5647
Manu'nun dönemi ............................. »55647
Paradesa Yüksek Rahipleri (Pontif'Ier ) Üniversitelerini kamudan niçin gizli tuttular? Çünkü, aksi takdirde, onların akıl almaz bilimleri; Beşeriyet'e, Kötülüğe, Tanrı tanımazlığa vanti -Christ'e ve Anarşi'nin genel Yönetimi'ne karşı, bizimki gibi silahlandırılmış olacaktı.Eğer Hristiyanlar, Hz. Musa'nın ve Hz. İsa'nın sözlerini tutarlarsa, yani eğer dünya Anarşisiyerini Sinarşi'ye terkederse, o zaman, Sırlar görünür kılınacaklardır.
Saint - Yves d'Alveydre, inisiye olarak doğduğundan, öğrenebileceklerini saklı tutmak için kimseye söz verme durumunda değildi (söz vermemişti). Ancak; o halde,kendisinin (yani bildiklerini açıklama durumunun), Ram Devri'nin Kutsal Ana kenti olan, Agartha'danizlenilme olanağı vardı. Agartha adı, erişilemez, anarşiden uzak anlamına gelir. Bu mistik ad, ona, Irshou Sapınası'ndan sonra; İ.O. 3.000 yılında verilmiştir.
Agartha nerede bulunuyor? Burada, aşağıdakilerden başka aydınlatıcı bilgi vermek gereksizdir. Agartha' nın merkezi, Ram'dan önce, güneşkenti Ayodhyd'da idi. Ram'dan 3.000 yıl sonra (İ.O. 3.700'de) ilk yer değisikliğine uğradı, Irshou'dan 1.400 yıl sonra (İ.O. 1.800'de), milyonlarca Asyalı'nın bildiği, ikinci bir yer değiştirtnesi gerçekleşti. Onların aralarında, Himalaya yörelerindeki yeni yerleşme merkezinin yerini ifşa edebilecek hiçbir haine raslanılmayacaktır.
Sinanşik olarak organize edilmiş bulunan Agartha ülkesi bağımsızdır ve nüfusu yirmi milyona erişir. Orada, bizim can sıkıcı adli ve cezaevi sistemlerimiz görülmez. Orada tutuklular yoktur. Ölüm Cezası uygulanmaz, Güvenlik görevleri ve hizmetleri, aile reisleri tarafından yerine getirilir. Suçlular, inisiyelere, hizmet punditlerine sevkedilirdi. Davalı taraflardan her ikisi de daima sulh istediğinden, hakemlik sulh için (yani bir tür ara bulmak için) yapılırdı. Zira her zararın ardından, gönüllü (iradi) tazmin gelir.
Orada, halk yığınlarının sefaleti, fahişelik, ayyaşlık, yönetsel acımasız bireycilik, aşağıdan yıkıcı zihniyet, her türden ihmal ve güçsüzlükler gibi,bizim sinarşik olmayan uygarlıklarımızın büyük acılarının hiçbirine rastlanmayacağını söylemeye gerek yok...
Bu ülkenin bölgelerinin başına yerleştirilen bağımsız Rocalar, yüksek seviyeden inisiyelerdir. Onların yöneticiliklerinde, emredici karakterleri göze çarpar.
Agartha Kastları, sabit değildir. Hindu paryalarının en düşüğünün bile çocuğu, Kutsal Üniversite Agarthaya kabul edilebilir ve oradan çıkmasına yada orada [mümkün olan] tüm hiyerarşi derecelerinde liyakate göre kalmasına izin verilebilir. Takdim, çocuğunu veren (adayan) anne tarafından yapılır. Bu, Hz. isa Devri'nin tüm tapınaklarının Nazareatı'dır..
Agartha'nın merkezi organizasyonuna bakıldığında, aşağıdan yukarıya doğru hareketle, önce, Dwija'lara iki defa doğanlar) ve Yogi'lere (Tanrı'da birleşmiş olanlar) rastlanır, Milyonlarca Dwija ve Yogi, Agartha'nın simetrik olarak bölünmüş dış mahallerinde yaşarlar ve başlıca yer altı yapılarına dağıtılmışlardır.
Onların üstündeki 5.000 Pundit (Bi1gin),öğretimi sağlar ve iç güvenlik görevini yerine getirirler.On1arın sayıları Veda'diline ait gizli köklerinkine tekabül eder. Hiyerarşinın alttan üste doğru her bir dairenin kapsadığı yöneticiler sayısı giderek azalır  ve  böylece dünyanın Güneş çevresindeki dolanım çemberinin süresine tekabül eden 365 Bagwanda'nın oluşturduğu daire gelir. Sonraki daire Agartha'nın merkezine en yakındır.
Yüksek İnisiyasyon'u temsil eden 12 Üye'den oluşur. Onların sayıları, Zodyağın 12 burcuna tekabül' eder. 55.700 yıldan beri tüm sanat ve bilimlerin hakiki sentezini içeren kütüphanelere, ilahiliğe saygısı bulunmayanlar giremez. Kütüphaneler, yerin derinliklerinde bulunmaktadırlar, Bu Kütüphanelerin Ram Devresi'ne ait olan kısmı, Koç Burcu Çağı İmparatorluğu'nun ve Kolonilerinin yeraltlarını belli ölçüde kaplamaktaydılar. Geçmiş devrelerin kütüphanelerine denizler altına ve tufan öncesi Amerika'nın yeraltı yapılarına dek rastlamır.
Paradesa'nın gerçek Üniversite Arsivleri,binlerce kilometre boyunca uzanır, Avrupa, 'Üçlü' Sinarşiyi genel anarşik Yönetimi'nin yerine geçirttiği gün,bütün bu harikalar ve binbir gece masallarına yaraşır daha pek çokları, Avrupa'nın ilk Antiksiyonik Öğretim Konseyitemsilcilerine açık olacaklardır.
Bu arada, vayhaline toprağı eşelemeye koyulan düşüncesizlerin! Onlar, bu işten sadece, kesin bir düş kırıklığı ve kaçınılmaz bir yıkım elde ettiler. Bu Gezegen Kütüphanesinin Katalogunun tüm bilgisine, sadece Agarta’nın Ruhani Lideri ve o'nun başlıca yardımcıları sahiptir.Anarşi halkların ilişkilerine bir hükmedemese, tüm kültlerimiz ve üniversitelerimiz arasında öylesine olağanüstü bir rönesans gerçekleşirdi ki . Rahiplerimize ve bilginlerimize sadece Dünya'nın tüm sırları açılmakla kalmayacak, onlar aynı zamanda mükemmel bir zekaya da sahip olacaklardı, Dor anahtarı O zaman, artık geçmişe saygısızlık edilmeyecek, müzelerimizi doldurmak için sakat bırakılmış (sağı solu kırılıp alınmış) kaIıntılardan; antik gömütler koparılıp alınmayacaktı.Bu, hüküm sürdüğü yerde Antikite'nin dindarca yeniden kurulmasıdır:Mısır'da, Etyopya/da, İran/da, Kafkasya'da, v.b. Eğer bilim, kahinlerin önceden bildirdiklerini sonunda gerçekleştirirse, [oluşacak bu] İlahi Uyum, Be¬şeriyetin kanlar içindeki üyelerini bir araya getirecekti. Antik Mısır'ın arıtılmış gizleriyle yeniden doğdu; Yunanıstan'ın, Orfe zamanının gelistirilmis göz kamastarıcı parlaklığında yeniden canlandığı görülecekti. Göklerin yüksekliğinden Yer'in kızgın derinliklerine kadar her sey,yenilenmis, aydınlanmış ve bilinmekte olacaktı. Öğretim fakültelerinin yakınlaşması, tüm mutsuzluklara karşı belli ölçüde bir çare getirecekti.
Can çekişen Anarşi'nin son kanlı çırpınmalarının arasından bu Sinarşi'nin hükümdarlığına doğru yol almaktayız. Buyük Babil'in (şimdiki Demir Çağı'nın) batışı ufukta gözükmeye başlamıştır ve bu kitap ön belirtileri işaret etmek için yazılmıştır.
Agartha'nın Merkezi Hiyerarşisi, Kozmik Gizemler'in ayinleri İçin, büyük dua saatlerine katıldığı zaman, yeryüzünde olağam dışı bir akustik fenomen gerçekleşir. Yolcular ve kervanlar durur. İnsanlar ve hayvanlar dinlerler. Onlara öyle  gelir ki,sanki dünya şarkı söylemek için dudaklarını açmıştır. Sanki,«Tarif Edi¬lemeyen»'e kavuşmaya çalışıyormuşçasına, sebebi olmayan sonsuz bir ahenk boşlukta dalgalanır, Arap veya Fats,Yahudi veya Afgan, Moğol veya Çinli tüm yolcular, Büyük Evrensel Ruh'ta birleşenler, saygıyla tefekküre dalar ve dualarını mırıldanırlar.
Sırlarla çevrili hakiki Işık Piramit; Pa'radesa'nın, Hiyerarşik görünümü şöyledir: ilahi Zihin'debulunan Otorite. Evrensel Ruh'un Yargılayıcı Aklı'nda bulunan (yönetimsel) Kudret:Kozmos'un Fizik Organizasyonu'nda bulunan Ekonomi. Müritlerin eğitimi, Ram Devri'ndeki gibi bugün de aynıdır; çünkü santetik hakikat bir defa öğrenilince, kişisel gelişim ona ulaşmaktan, onu muhafaza edip zihin ve ruhlarda sürekli olarak yaymaktan ibarettir.
Her öğrenci, sonuncu basamağa kadar yükselmek için, birinci basamaktan başlamalıdır. Hz. Musa,Orfe, Pisagor, Salon, Zerdüşt, Krişna, Daniel, Vb. böyle yaptılar. Paradesa'ya giren Newton aynı şeyi yapmak zorunda kalacaktı, ya ABC'ye yeniden başlamak gerekiyordu yada uzaklaşmak ...
Saint - Yves'nin«Yahurdiler Misyonu» eserinde Sözü edilmiş olan bir Evrensel Dil vardır:Vattan. Aziz Jean'ın bahsettiği budur. Bu dil, sadedir; prensiplerinde ve bazı sınırsız uygulamalarında, bilgecedir. Kalabalık Dwija'lar kitlesi, bu dilin etüdüne devam eder ve onu doğaüstü keşifler için kullanır. Kutsal diller etüdü, İlahi Zihin'in asli yapısına ilham ettiği zaman, kontrol edilmeler dönemi başlar. Dwija, sınavları yüz akıyla geçirdikten sonra, kendini Yogi olmaya götüren etütleri izlemeye baslar . Batı'da tüm bildiklerimiz ve tüm diğer bilmediklerimiz, orada, Öğretim misyonerleri olarak eşsiz üstadlar tarafından öğretilmiştir. Küremizin ateşten derinliklerinden, yeraltı gaz ve tatlı ya da tuzlu su akıntılarına denizlerin dipsiz derinliklerine,küremizin enlemesine ve boylamasına manyetik akımlarına,havanın görünmez yapısına, elektriğe, mevsimleri oluşturan Evrensel Ahenge kadar, hepsi{tüm bilgiler ) derinleştirilmişti. Fizik ve kimya öyle bir dereceye yükseltilmiştiki, biz beşeriyet, bunları ortaya koysaydık dahi yine de kabullenemezdik.Bu,ne bir böceğin ve bir bitkinin sayımı yapılmasıyla elde edilmiştir ve ne de inanılmaz  (sayıdaki} bir deney ve gözlemler  birikiminin bir sonucudur. Bizzat ölümün sırlarına dahi nüfuz edilmiştir Agartha' da.

Agartha ve Öğretim Fonksiyonu
Agartha'nın muhafaza etmekte olduğu şaşkınlık verici deneyler birikimi arasında, (Beşeri Ayıklanma'ya (Selection humaine) ilişkin olanları Olağan üstü birdereceye yükselir. Ram Devri' bilginleri, insan fizyolojisinin alt ve üst sınırları [konusu]gibi, türlerin esrarı [hakkındaki bilgilerini] derinleştirme cesaretini gösterdiler.
Görünmez krallıklar ile bağlar, Uykunun yasaları, Spiritüel gelişime elverişli olan. besin rejimleri, psişik güç, rüyalar,uyutulmuş bedeni bırakarak uyanma tarzı ,bütün bunların hepsi etüt edildi, uygulandı, tanındı, Agartada.
Fakat, zekası, duygusu ve sezgisi hiç bir ödün vermeyen bir dürüstlükte olmadan ve ilahi Bilim'in kontrolü olmaksızın Sonsuzluğun Kapıları'nı zorlayarak açmaya kalkışanların vay haline! İşte bu sebeple, Irshou , sapması gibi, İlahiliğe, korkunç saygısızlıklar, yapıldıkIarı her yerde kendilerine korkunç cezaları cezbederler . . Böylece (geçmis bir devirde verilmis olan bazı) cezalar halen son bulmadılar.
Himalayalar'ın temiz dorukları, ayak basılmamış karları ve berrak selleri, İndüs veya Ganj'ın bulanık sularında yuvarlanan cesetler ve sefil beşeri yaşanılardan ötürü kınanabilir mi? Ve içinden her zihinsel yada ahlaksal erdemsizltği, her bağnazlığı, her kurnazlığı, her düşünme ya da irade keyfiliğini, her kara majiyi dışarı atmış olan Agartha kınanabilir mi?
Vaktiyle, Agartha'mn hizmetkarlık bölümleri şimdiki gibi yetiştirilen) öğrenciler tarafından sağlanmıyordu; çünkü o zamanlar Dwija'ların hücrelerini (odalarını), Pandit'lerin konutlarını, Üniversite'nin laburatuvarları ve gözlem evlerini toplama, temizleme, vb. hizmet işlleri, ast durumda olan tüm ilkel kabileler tarafından yapılmaktaydı.
Budist ,bölünmeden sonra, ücretli hizmetkarlar tarafından bir tür isyan yapıldı. KendiIerinin kalabalık olduklarını görerek, kendi ölçmerine göre bir anarşi kurmak için, Hiyerarşi’yi devirmek istediler. Felsefe Salonlarının temizlikçileri, İnisiyasyon  koşullarının aksine öğütler vermeye başladı. Atölye ve laboratuvarınkiler ise, doktor olarak gözükmeye ve Maji'yi hemen birden uygulamaya can attılar. Kaçınılmaz olarak kara maji'ye düştüler. Ve kimi yerleşik, kimi göçebe olmak üzere farklı kabileleri ortaya çıkaran, hepsi birlikte bir kovulmaya uğramak zorunda kaldılar.
Agartha'dan kovulan yerlesik kabileler arasından biri sayısız insan kurban etmelerle Hindistanı kana bulayan ve Kelt rahiplerl (Druides ) zamanlarinın en iğrenç karanlık ,yollarını yineleyen Sivaistler  kabilesidir. Agaitha tarafindan tedricen önlenmişse de, etkInlikleri halen devam etmektedir.
Agartha'dan dışarı atılan göçebe kabileler arasında, Çingeneler ( Bohemien) yeralır. Onlar, inisiyeler ile eski temaslarının yüzeysel, bilgileri ve belli belirsiz anılarıyla dolu olarak, bir sürü batıl itikat içinde yitip giden şaşırtıcı uygulama ve yöntemlerini Avrupa'da dolaştırmaktadırlar.Bu zavallı insanlar ilk vatanlarına yani Agartha'ya, dünyaya Sinarşi yeniden getirilmiş olduğu zaman geri dönecekler.
Agartha'dan dışarı, atılanlardan söz ederken Hint Fakirleri'ni anmamak elde değil. Bunlar, çoğunluklada, Agartha'daki etütleri yüksek aşamalardan önce durdurulmuş olan ve kendilerini, Orta çağ'ın dilenci keşişlerininkine benzer ,bir dinsel yaşama adayan, Agartha'nin eskı öğrencilerindendir. Onlar,ezoterik öğrenimin İlahi Kürsüsü'nden bir kaç kırıntıyı,en ücra Hint köylerinin içlerine kadar götürmüş ve böylece Agarta'nın varIığının tüm Hint'te daima devam ettiğini ispatlamışlardır.
Hiç kimse çalışma defterlerinin orijinal metinlerini Agartha'dan dışarıya beraberinde götüremez.Bilgilerin sadece hafızada muhafaza edilmesi gerekmektedir. Tıp¬kı İ.o.. VI. yüzyılda olduğu gibi: Bir gezintiden sonra hücresine (odasına) dönen Sakya Muni (Buddha), sessizce hazırlığını yaptığı devrim hareketini gerçekleştirmek için üzerinde hesaplar yaptığı (tasarılarını kaydettiği) not defterlerinin artık yerinde durmadığını farkedince korkunç bir çığlık attı. Brahatmah'ın kaldığı merkezı tapınağa koşması boşuna oldu. Kapılar acımasızca kapalı kaldılar. Uzun bir süre boyunca tüm majı  güçlerini seferber etmesi yine boşuna oldu. Ulu Hiyerarşi, hepsini tahmin etmişti ve hepsini önceden biliyordu. Budizm'in kurucusunun hiç vakit kaybetmeden uzaklaşması ve hafızasında zapt edebildiklerini hızla ilk müritlerine dikte ettirmesi gerekiyordu.
Burada açıklanan kutsal Agartha,bilhassa bağnazlığın karşısındadır. Agartha, uyguladığı tüm sanat ve bilimler ile tüm Gizemler'in sentezini, kendilerine tedricen vermek için beyaz ırkın kendisinden sadece, bir sinarşik hareket beklemektedir.
Ruhani liderlik mevkiine 1848’de çıkan Brahatmah Fonksiyonuna 1886’da başlamıştı.Hindistan illerinin İngilizler tarafından işgalini, Yukarıdan emredilmiş olan bir epröv olarak kabul ediyordu. O, ittifakı yada özgürlüğe  kavuşturulmanın kesin anını biliyordu.
1877’de , ki bu tarihin Saint- Yves’in yaşamında yer tutan bir anısı vardır. Brahmat, Sırlar Yasasını yürürlükten kaldırma ve Hristiyanlık tarafından yeterince hazırlanmış olan, organizasyonlarının ( Hristiyanlık aleminin ) Teslik kanununa dönüş için, insanlığın yararına ilk adımı atma vaktinin gelmiş olduğunu ifade eden bir işaret aldı.
Agharta ve Ossendowski Misyonu
Bilim Araştırma Grubu

Lewis  Stanton Palen,Ossendowski'nin biyografisini kısaca anlatmıştır; «Polonyalı bilgin F.Ossendowski, 1899'a kadar Sorbon'da kurslara devam etmiş ve B.B. Trost ve Souty'nin fizik ve kimya laboratuvarında çalışmıştır. 1900 Paris sergisinde kimya bölümü eksperler komisyonunda bulunmuştur. Bahrenk boğazından Kore'ye kadar Pasifik kıyılarındaki kömür madenleri konusunda ihtisas sahibi olarak tanınan Ossendowski, Sibirya altın madenlerinden çoğunu da bilir. Rus – Japon savaşı sırasında, generaI Kuropotkin'in emrinde, yakıt yüksek komiseri sıfatıyla Rus ordularına hizmet etmiştir.1. Dünya savaşında maden araştırmalarında bulunmak üzere özel görev ile Moğolistan'a gönderilmiş ve o memleketin dilini o zaman öğrenmiştir:  Kont Witte Devlet Şurası azası iken, uzun yıllar bu kişinin  sanayi  işleri teknik danışmanlığını yapmıştır.
Teknik çalışmaları takdir olunarak  Petrognad Politeknik Enstitüsü Sanayi  Kimya Profesörlüğüne tayin olunmuş ve aynı zamanda Ekonomik  Coğrafya Kürsüsüde kendisine verilmiştir. Maden mühanedisi olarak tecrübesi onu, Rus «Altın ve Platin» komisyonuna ve daha sonrada «Altın –Ve platin» Isimli gazetenin müdürlüğüne getirdi. Kendisini gerek Leh dilinde ve gerek Rusça'da birçok teknik incelemeleri dışında genel yarara uygun onbeş cilt eseriyle yazar ve gazeteci olarak tanıttı. 1. Dünya Savaşı ilanında, Deniz Yüksek Şurasında teknik danışmandı. İhtilalden sonra profesörü olduğu Omsk Politeknik Enstitüsü'nden Kolçak tarafından alınıp Sibirya Hükümeti Maliye ve Ziraat Bakanlığı'na getirildi. Kolçak Hükümeti'nin devrilişidir ki, o'nun Yeniçay Ormanları'na kaçmasına ve ‘’Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar’’isimli eseri meydana getirmesine neden olan olağan üstü serüveni yaşamasına neden oldu.»       '
Çok daha karmaşık ve zorlu nice uzun bir güneye kaçış sırasında Ossendowski, bu kacışın sonlarına doğru ise aşağıda aynen orijinal olarak vereceğimiz Agharti Gizemi ve Gerçekliği ile karşılaşmıştır. Ossendowski daha sonra Varşova Harp Okulu ve Yüksek Ticaret Okulu'nda Profesör olarak bulunmuş ve değerli yapıtlarıyla da Polonya'nın önde gelen yazarlar ve bilim adamları arasında Yer almıştır.

Yeraltı Devleti
- Durunuz!
Birgün, Çagan Luk yakınlarındaki ovadan geçerken, Moğol klavuzum mırıldandı:
- Durunuz!
Devesinin üstünden kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de kendiliğinden yere çöktü.
Moğol, dua vaziyetinde ellerini  yüzüne koyduktan sonra, kutlu cümleyi tekrarlamaya başladı.
- Om Mani Padme Hung!
Akşamın hülya verici güneşinin son ışınları ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar ufukta uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak kendi kendime «Ne oldu?» dedim.
Moğollar bir müddet dua ettiler, aralarında fısıl daştılar ve develerinin kolanlarını  sıktıktan sonra tekrar yola düzüldüler.
Kılavuz sordu:
- Gördünüz mü, korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyor, ovadaki at sürüsü nasıl hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl toprağa yatıyorlar? Dikkat ettiniz mi ki kuşlar uçmaz, tarla fareleri koşmaz ve köpekler havlamaz oluyorlardı? Hava hafif hafif titriyor ve insanların, hayvanların,kuşların yüreğine işleyen bir şarkının namelerini uzaklardan getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes almıyorlardı. Rüzgar esmiyor, güneş ilerleyişini. durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara yaklaşan kurt, sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü çılgınca koşusunu ağırlaştırır, koyunun boğazını uçurmaya hazır bıçak, çobanın elinden düşer,. yırtıcı insan, kuşkusuz salga kekliği ardında sürünmeyi bırakmaktadır.Bütün canlı yaratıklar kendilerini korkuya kaptırır, dua için ister istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan bu idi. Demin olan da Dünya'nın Kralı, yeraltı sarayında, dünya milletlerinin alın yazısını öğrenmek için dua ettiği her sefer meydana gelen hadisedir» .
Kültürsüz, basit bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi. Moğolistan, çıplak ve korkunç dağları, üzerlerine ata kemikleri serpilmiş uçsuz bucaksız ovaları ile sırrı doğurmuştur. Tabiatın kasırgalı ihtiraslarından ürken veya onun ölüm sessizliği içinde uyuyup kalan buralar halkı bu sırrın derinliğini sezmekte, san ve kırmızı Lamalar onu muhafaza edip şiirleştirmekte, Lhaşsa ile Moğolistan'ın Urga'sındaki ruhani liderler (pontifes) ise Bilini ile Mülkiyetini gizlemektedirler,
Orta Asya'ya seyahatimde, ilk defa olarak, başka bir isim vermem kabil olmayan sırların sırını öğrendim. İlk önce  on'a fazla itibar etmiyordum, ne var ki bölgesel ve genellikle tartışılması mümkün bazı delilleri tahlil ve mukayese ettikten sonra öneminin farkına vardım.
Amil ırımağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir, efsane (legende) anlattılar:
«Bir Moğol kabilesi, Cengiz Han'ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı ülkesine gizlendi.» Daha sonraları, Nogan Kul gölü soyotları'ndan biri bana Agharti' Devleti'ne kapı hizmeti gören ve içinden duman bulutları yükselen, bir delik gösterdi. «Vaktiyle bir avcı bu kapıdan Devlet sınırları içine girdi,dönüsünde de görmüs olduklarını anlatmaya başladı. Sırıarın Sırrı'ndan bahsetmesine engel' olmak için Lamalar onun dilini kestiler.Avcı, ihtiyarlığında  mağaraya döndü ve hatırası onun göçebe kalbine haz ve neşe vermis olan Yeraltı Devleti içinde kayboldu.»
Narabanchi~Kure Hututkusu Jelyp Djamarap'ın ağzından daha fazla malümat aldım., O bana, Yeraltı Devleti'nden çıkıp dünyaya gelen kudretli  Dünya'nın Kralı'nın ortaya çıkışını,mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak, o  zaman anlamaya başladım ki; bu efsanede, bu hipnozda, bu kollektif vizyonda yani her ne şekilde yorumlanırsa  yorumlansın, yalnız bir sır değil, fakat, Asya'nın siyasi hayatının gidişine tesir edebilecek gerçek ve hakim bir güç gizli idi. O andan itibaren araştırmalarıma devam ettim.
Prens Choutltoun-Beyli'nin gözdesi ,Lama Gelong ile Prens'in kendisi, bana Yeraltı Devleti'ni tarif ettiler; Lama Gelong dedi. ki: Dünya'da herşey,uluslar,yasalar ve gelenekler sürekli bir değişim ve gelişim halindedir. Ne kadar büyük imparatorluklar ve ne çok parlak kültürler yok olmuş
Tur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa oda fenalık; habis ruhların bu vasıtasıdır. Altı bin yıldan fazla bir zaman önce saygı değer bir kişi, bütün bir kabile ile birlikte toprağın içinde kayboldu ve  yeryüzüne bir daha çıkmadı. Bununla beraber o zamandan sonra  bir çok kimse; Sakya Muni, Undur- Greghem, Paspa, Babür, ve başkaları yer altı devletini ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen yok. Kimi Afganistan kimide Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş, hiçbir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yer altı halkı, bilimin en yüksek katına erişmiştir. Şimdi o, milyonlarca yurttaşı olan büyük bir devlettir ki, üzerinde Dünyanın Kralı saltanat sürer. O, tabiatın bütün kuvvetlerini bilir.Bütün insan kalplerini ve  Kaderin büyük kitabını okur.Göze görünmediği halde her emrini icraya hazır sekizyüz milyon kişiye hükmeder.
Prens Choult Beyli ilave etti:
«Bu Devlet, Agharti'dir. Dünya'nın tüm yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider. Bir Bilgin Çin Laması’nın, Amerika'da ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsini toprak içinde gözden kaybolmuş eski bir millet tarajından iskan olunduğundan Bogdo Han'a bahsettiğini işittim. Bu milletlerle bu yer altı mesafelerini, Dünya Kralı'nın hakimiyetini tanıtan şeyler  idare ederler. Bunda olağan üstü bir şey yoktur. Bilirsiniz ki, Batı ve Doğu daki en büyük okyanuslarda, vaktiyle iki Kıta bulunurdu. Bunlar, sular altında kayboldularsa dasa sakinleri Yeraltı Devleti'ne geçmişlerdir. Derin mağaralar, bitkilerin, büyumesini sağlayıp halka hastalıksız uzun bir yaşam olanağı veren bir ışıkla aydınlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli ihtiyar bir Brahman, Cengiz Han'ın eski krallığı Siyam'a,Tanrılar'ın iradesi ile seyahat ederken bir balıkçıya rastladı . Bu balıkçı, kayığına binip kendisi ile birlikte denize açılmasını ona (Brahman'a ) emretti. Üçüncü günü bunlar,iki lisanı ayrı ayrı görüşmeye muktedir iki dilli bir insan cinsinin oturduğu bir adaya vardılar. Buradaki, insanlar onlara, acaip hayvanlar, onaltı ayağı ve tek gözü olan kaplumbağalar, eti çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde balık tutan dişli kuşlar gös¬teridiler. Yeraltı Devleti'nden geldiklerini söyleyip, bu Devlet'in bazı taraflarını tasvir ettiler.
Benimle Pekin - Urga seyahatini yapmış olan Lama Turgut, daha başka izahlarda  bulundu:
«Agharti'nin başkenti çevresinde büyük rahiplerle bilginlerin oturduğu şehirler vardır. Başkent, mabetler ve manastırlarla örtilü dağın tepesinde. Dalay Lama nın Sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa'ya benzer Dünya Kralı'nın tahtı çevresinde enkarne olmuş ikimilyon tanrı bulunur .. Bunlar, Ermiş Panditalar'dır. Sarayın kendisi ise yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip olup, in¬sanların ölüm ve dirimleri bakımından herşey iktidarlarında bulunan Goro'ların saraylarıyla çevrilmiştir. Şayet, bizim çılgın beşeriyet onlara karşı savaşa kalkışacak olursa, bunlar dünyamızın yüzünü hallaç pamuğu gibi atıp onu çöle çevirebilir. Onlar, denizleri, kuru¬tabilir, kıtaları okyanus haline getirebilir ve çölün kumları arasına dağları serpiştirebilirler: Onlar emirlerince ağaçlar, otlar ve çalılar sürmeye (yeşermeye büyümeye) başlar, yaşlı ve zayıf kimseler gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler, Onlar, bilmediğimiz arabalara binip dünyamızın dar geçitlerinden hızla geçerler. Hindistan'ın bazı Brahmanlar'ı ile Tibet'in bazı Dalay - Lama'ları, hiç bir insan ayağının henüz basmamış olduğu nice dağlara tırmanmayı başardıkları zaman buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayak ve araba tekerleklerince bırakılmış izler buldular, Aziz Sakya- Muni bir dağ başında öyle taş tabletter buldu ki,ancak olgun yaşa gelince manalarını anlayabildi. Ve sonra, Aghatti Krallığı'na girerek oradan hafızasında saklamış olduğu Kutlu Bilim kırpıntılarını getirdi. İşte  orada  harika billur köşklerde, müminlerin görünmeyen şefleri otururlar.
BRAHYTMA Dünya'nın Kralı, ki benim sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşür.
MARYTMA,ki geleceğe ait olayları bilir. MAHYNGA, ki bu olayların sebeplerini sevk veidare eder. Ermiş Panditalar, dünyayı ve onun kuvvetlerini tetkik ederler. Bazan, aralarında en bilginleri toplanıp, insan bakışının hiç nufuz etmemiş olduğu yerlere gözlemciler gönderirler. Bunu, sekiz yüz elli yıl önce yaşamış olan Tashi - Lama tasvir etmiştir. En Yüksek Panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin gözlerine ve ôtekilerini enselerine temasettirip bu genç  rahipleri derin uykuya daldırırlar. Sonra bu genç rahiplerin vücutlarını bir bitki suyu ile yıkayıp, vucutlarını acıya karşı duygusuzlastırırlar. Ve bedenlerini majik bantlarla sa¬rar ve sonra
Kudretli Tanrı'ya dua etmeye başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları hisli delikanlılar herşeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra Panditalar, bu genç rahiplerin yanına gelip gözlerini uzun uzun üstlerine dikerler. Genç rahiplerin vucutları yavaşça yerden yükselir ve daha sonra kaybolurlar.
Goro oturduğu yerde kalıp, onları nereye göndermişse bakışlarını o taraftan ayırmaz. Göze görünmez iplikle onları (ışınlanan genç rahipler ) Goro'nun iradesine bağlı tutarlar. Işınlanan genç rahiplerin bazıları yıldızlar arasında seyahat ederek bunlardaki olayları,
Tanınmayan milletleri,yaşam ve yasaları yorumlarlar. Görüşmeleri dinler, kitapları okur, talihleri ve talihsizlikleri, sevapları ve günahları, ibadet ve hukuk öğrenirler . Bazılarıda aleve katılır ve dinlenmeksızin mücadele eden, yıldızların derinliklerinde madenleri eritip çekiçleyen,gayzerler ile sıcak su kaynaklarını kaynatan, ergime haline getirdiği kayaları dağ başlarındaki delikIerden yeryüzüne atan hiddetli ve merhametsiz  ateş mahluğunu görürler. Işınlanan genç rahiplerden bir kısmı ise, son derece küçük, uçan kaçan ve şeffaf olan hava mahlukatı arasına karışıp, onların varlıklarını sır ve hedefine ererler. Ve ışınlanan genç rahiplerden bazılarıda, denizin derinliklerine dalar ve rüzgarları, dalgaları, fırtınaları yöneterek  toprağa iyi sıcağı getirip yayan uysal su mahlukatı diyarını incelerler.Erdeni Dzu manastırında,vaktiyle Agharti'den gelmiş olan Pandita Houtouktou (Hututku)yaşardı . Ölürken Goro 'nun iradesi ile, Doğuda kırmızı bir yıldızda yaşamış, buzularla örtülü okyanusun içinde uçmuş ve yerin dibinde yanan ,kasırgalı ateşler arasına girip geçmiş olduğunu söyledi.»
Prenslerin yuttaları ile, Lamaist manastırlarında dinlediğim öyküler İşte bunlardır. Bunlar bana anlatırlırken takınılan tavır, küçük bir  kuşku ile göstermeme elverisli değildi.
Esrarengiz ...

Dünya'nın Kralı, Tanrı'nın Karşısında
Urga'da bulunduğum sürede, bu Dünya'nın Kralı lejandına bir İzah bulmaya çalıştım.Bana en iyi bilgi verebilecek olan, tabiiki Yasayan Buda idi. Kendisini bu konuda, söyletmeye gayret etttm, Bir görüşmemizde Dünya'nın Kralı adını ortaya attım. Ruhani Lider,başını birdenbire benim tarafa çevirdi. Hareketsiz ve canSız gözlerini üzerime dikti; İster istemez sustum.Sessizlik uzadı ve Ruhani-Lider konuşmamıza tekrar O suretle başladı ki, bu konuya yanaşmak istemediğini anladım: Sözlerimin yanımızda bulunanlar ve özellikle Bogdo Iran'ın kütüphanecisi üzerinde yapmış olduğu tesiri, yüzlerindeki şaşkınlık ve korku belirtilerinden farkettım. Kolayca tahmin edilebilirki,bu hal beni daha çok şeyler  öğrenmek hususunda sabırsızlandırdı.
Bogdo Hututku'mın (Houtouktou) çalışma odasından çıkarken, benden önce oradan ayrılmış olan kütüp¬haneciye rastlayarak, Yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyecegini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum:
- Bilirmisiniz aziz Lama'ın dedim bir gün  Dünya'nın Kralı'nın Tanrı ile görüştüğü saatte ovada bulunuyordum; o anın heyecan verici görkemini hissettim. İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükünetle cevap verdi:
Budizm'in ve Sarı Dinimiz'in bunu gizlemesi doğru degildir. insanların En Kudretli ve En Kutsalı'nın, Mutlu Ülke'nin" Kutsal Bilim Mabed-i'nin bilinip tanınmaları biz günahkarların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu.
İşte dinleyiniz : Dünya'nın  Kralı bütün yıl Agarti  Panditaları ile Goroları'nın vazifererini sevki idare eder, Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara,daima karanlıksa da Dünya'nın Kralı içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup, sandukanın kapağındanda alevler çıkmaya başlar. Gorolar'ın en eskisi,  başı ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak O’nun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı, hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafatasından ibarettir. Dünyadan göçüp  gitmiş olanların ruhlarıyla temasa girişir.,
Dünya'nın' Kralı uzun zaman konuşur ve sonra ellerini ileriye doğru uzatarak selefinin sandukasına doğru yaklaşır. Alevler, daha parlar  duvardaki ateş çizgileri sönüp yanar  ve birbirlerine girerek Vatannan Alfabesi'nin esrarlı işaretlerini meydana getirirler. Sandu¬kadan, ancak göze görünür saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar. Bunlar, o'nun selefinin düşünceleridir. Bir müddet sonra, Dünya'nın Kralı bu ışığın halesi (aurası) içindedir ve ateşten harfler duvarlara Tanrı'nın Arzu ve Emirleri'ni durmadan yazar, yazar, yazarlar. O esnada Dünya'nın Kralı, insanlığın kaderine bütün hakim olanların düşünceleriyle temas halindedir; Kralların, çarların, hanların, savaşçı şeflerin, büyük rahiplerin; bilginlerin,kudretli kimselerin düşünceleriyle … O bunların niyet ve fikirlerini öğrenir. Bu, niyet ve fikirler, Tanrı'nın hoşuna gidiyorsa, Dünya'nın Kralı bunları görünmez yardımıyla gerçekleştirecek ve onlar Tanrı'nın hoşuna gitmiyorsa, başarısızlığa uğramalarını temin edecektir. Bu kudreti Agharti'ye, Gizemli Om Bilimi vere¬cektir; Om ki bütün dualarımıza bu sözle başlarız , eski bir ermişin adıdır. Om, Üçyüzbin yıl önce yaşamış olan ilk Goro'dur. O, Tanrı'yı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona,göze görünür (fizik) dünyayı idare eden kuvvetlere hakim olmak iktidarını o zaman verdi .
Dünya'nın Kralı,selefi ile görüştükten sonra,Büyük Tanrı Kurultayı'nı toplar,  büyük adamların eylem ve fikirlerini muhakeme eder .. Onlara yardım eder veya karşı gelir; Mahytma ile Makynga dünyayı idare eden nedenler arasında bu eylem ve fikirlerin yerini bulurlar. Daha sonra, Dünya'nın Kralı büyuk mabede girip yalnız başına dua eder ve alevler arasında da ağır agır Tanrı'nın Yüzü meydana çıkar. Dünya'nın Kralı, Tanrı'ya, Kurultay'ın Kararları'nı saygı ile bildirir ve En Kudretli'den, karşılık olarak ilahi Emirleri'ni alır; Mabetiden çıktıgı zaman Dünya'nın Krali ilahi Işık ile parildamaktadır.

Gerçekmi Yoksa Mistik Hayal mi?
- Dünya'nın Kralı'nı kimse gördü mü diye sordum.
Lama cevap verdi:
Evet Siyam ile Hintte yapılan eski Budizm törenlerinde Dünya'nın Kralı beş defa göründü.Beyaz fillerin çektiği altın, kıymetli taş ve  ince kumaşlarla süslü çok güzel bir arabada idi. Beyaz bir cubbeye sarılmıştı ve başındaki taçdan inen elmas dizileri Yüzünü örtüyordu. Üstünde bir kuzu duran altın bir küre ile halkı takdis etti. Dünya'nın Kralı'nın gözleri ne tarafa çevrildiyse o taraftaki körler gördü, sağırlar işitti, kötürümler yürüdü ve ölüler mezarlarından ayağa kalktılar. Yüzkırkyıl varki o, Erdeni-Dzu'da göründü ve eski Sakkay Manastırı ile Narabanchi Kure'yi de ziyaret etti.
Bizim Yaşayan Budalar'dan bir ile Tashi Lamalar!’dan . biri o'ndan altın levhacıklar üzerine bilinmeyen harflerle yazılmış bir mesaj aldılar: Bu işaretleri kim¬se okuyamazdı .. Tashi Lama tapınağa girip altın levhacığı başının üzerine koyarak duaya başladı. Dünya'nın Kralı'nın düşünceleri bu dua sayesinde beynine nüfuz etti ve muammalı işaretleri okumaksızın Dünya’nın Kralı',nın mesajını anlayıp dediklerini yaptı.»
- Kaç kişi Agharti'ye gitti?
Pek çok kişi. Fakat bütün bu adamlar gördükleri  sırları gizlediler. Oletler Lhassa'yı yıktıkları zaman güney batıdaki dağlarda bulunan müfrezelerinden biri Agharti sınırına kadar gitti. Burada esrarlı bilimleri öğrenip yeryüzüne getirdi. Bunun içindir ki Oletler ile Kalmulflar mahir büyücü  ve kahindirIer .Doğunun birkaç esmer kabilesi de Agharti'ye girip birkaç yüzyıl yaşayacaklar. Sonraları bunlar bu Devlet'ten kovulup yeryüzüne dönerek iskambil ile, otlarta ve el çizgileri ile falcılığın  sırlarını naklettiler. Bunlar çingenelerdir.Asya’nın kuzeyinde bir yerde, ortadan kalkmak üzere olan bir kabile vardır ki Agharti mağarasında bir müddet yaşamıştır. Bu kabileden olanlar, ölülerin ruhları havada uçtukları zaman onları çağırmayı bilirler.
Lama bir zaman sustu. Sonra düşüncelerime cevap veriyormucasına devam etti:'
Agarti' de bilginler bizim planetimizdeki ve diğer planetlerdeki bilimi taş tabletlere yazarlar. Çin Budist bilginleri bundan çok iyi anlarlar .Bilimleri en yüksek ve en saf olanıdır. Her yüzyılda, yüz Çin bilgini,deniz kıyısında  gizli bir yerde toplanır, Derinlerden yüz ölümsüz kaplumbağa  çıkar. Çinliler bunların bayası üstüne, yüzyılın ilahi Bilim'inin hükümlerini kaydederler.
Bu bana, Pekin'deki Gök Mabedi'nin ihtiyar bir rahibi tarafından anlatılan hikayeyi hatırlattı. Rahip, kaplumbağların havasız ve gıdasız  üçbin yıl yasadıklarını ve mavi Gök mabedi direklerinin tahtayı ( çürümeden korumak maksadıyle) canlı kaplumbağalar üstüne yerleştirilmiş olduğunu söylüyorlardı.
Kütüphaneci Lama:
Urga ve Lhassa'daki ruhani liderler, Dünyanın Kralı nezdine elçiler gönderdilersede kendisini bulmak kabil olmadı. Yalnız,Tibetli bir Şef, Oletlerle yapılan bir savaştan sonra;«Bu kapı Agharti'ye açılır), yazısını taşıyan mağarayı buldu .. Mağararadan yakışıklı bir genç çıkıp  ona esrarlı işaretleri olan bir altın levhacık verdi ve «Bütün iyiler kötülere karşı savaştırmak zamanı gelince,  Dünya’nın Kralı insanlığa görünektir .Fakat henüz o zaman olmadı. İnsanların en kötüleri henüz doğmadı.»dedi.
Chiang-Chun Baron Ungern, genç prens Pounzing'i elçi olarak Dünya Kralı'nın yanına gönderği, lakin o, Dalay - Lama'nın bir mektubu ile geri geldi. Baron onu bir daha, gönderdi. Genç prens bir daha dönmedi ...

Dünya'nın Kralı'nın, 1890’ daki Kehaneti
Narabanchi Houtouktou'su, 1921'de, kendisini manastırında ziyaretimde bana şunları anlattı:
Dünya'nın Kralı, otuz yıl önce manastırımızda, Tanrıların ilgisine layık Lamalar'a görünüşünde, dünyanın geleceğiyle ilgili bir kehanette bulundu.
İşte bu kehanet:
«İnsanlar ruhlarını gittikce unutup,vücütlarıyla meşgul olacaklar. Yeryüzünde büyük ahlak bozukluğu hüküm sürecek. İnsanlar, kardeş kanına susamış yırtıcı hayvanlara benzeyecek.Büyük ve küçük  kralların taçları düşecek. Bir ,iki, Üç, dört, beş, altı, yedi, Sekiz. Bütün milletler arasında korkunç bir savaş olacak. Okyanustar kızaracak ... Toprağın üstü ile  denizlerin dibi kemik ile dolacak. Devletler parçalanacak .. Milletler toptan ölecek. Dünyanın şimdiye kadar hiç görmediği açlık, hastalık ve kanunların bilmediği cinayetler O zaman, insanlık içindeki Tanrı’nın ve ilahi Ruh'un düşmanlarını ortaya çıkaracaklar .. Unutulmuş, zulüm görmüş olanlar ayaklanacak ve bütün dünyanın dikkatini üzerlerine çekecekler, sisler ve fırtınalar olacak. Çıplak dağlar ormanlarla örtünecekler:
Yer sarsılacak. Milyonlarca insan, esirlik zincirleriyle hakaretleri açlık, hastalık ve ölümle trampo edecek. Eski yollar bir yerden başka yere göçen kalabalıklarla dolacak. En büyük, en güzel beldeler ateşle yok olacak ... Bir, iki, üç ... Baba oğulu, kardeş kardeşi, ana kızı aleyhine yürüreyecek. Düşkünlük, canilik, bedenin ve ruhun yıkılışı arkadan gelecek ... On binkişiden yalnız biri sağ kalacak ... Oda çıplak, deli, dermansız olacak ve kendine ve ev ku¬rabilecek ne de yiyecek bulabilecek... Kuduz kurt  gibi uluyacak, leşleri kemirecek,kendi etini dişleyecek ve Tanrı ya meydan okuyacak ... Bütün toprak boşalacak,Tanrı ondan yüz çevirecek, dünyayı yalnız karanlık ve ölüm kaplayacak.
O VAKiT GÖNDERECEGiM. şimdi tanınmayan ¬BiR HALK, CiNNET VE FEZEHATiN ZARARLI OTLARINI KOPARIP ATACAK VE iNSANLIK ZiHNiYETiNE SADlK KALMIŞ OLANLARI KÖTÜLÜĞE KARŞI SAVAŞA GÖTÜRECEK. BUNLAR, MiLLETLERiN ÖLÜMÜYLE TEMİZLENMİŞ OLAN DÜNYADA YENi BiR HAYAT KURACAKLAR.
Yüzüncü yılda yalnız üç büyük devlet ortaya çıkarak yetmiş bir yıl bahtiyar yaşayacaklar. Ondan sonra onsekiz yıl harp ve tahrip devam  edecek. O zaman  Agharti Halkı yer altı mağaralarından çıkıp dünyada görülecek.».
.. Daha sonraları, doğu Moğolistan'dan Pekin'e doğru seyahat ederken kendi kendime sordum:'
Ne olurdu? Ayrı renk, din ve ırklardan milletler batıya göç etmeye başlasalardı, ne olurdu?
Şimdi bu son satırları yazarken gözlerim, ister istemez gelişi güzeI yolculuklarımın izlerini taşıyan Asya'nın bu sonsuz orta kısmına doğru dönüyor. Kar tipileri veya Gobi'nin kum fırtınaları  arasında, ince parmaklı eli ile ufku göstererek, sakin bir sesle bana samimi fikirlerinin sırrını aktaran Narabanchi Houtouktou'sunun yüzünü görüyorum. Karakurum, yakınlarında Ubsa-Nor kıyılarında,türlü renkli geniş karargahları, at ve davar sürülerini, şeflerin mavi yurtalarını görüyorum. Üst tarafta Cengiz Han'ın, Tibet, Siyam, Afganistan Krallarıyla, Hint Racaları'nın sancaklarını; hanların ve Oletler'in armalarını, kuzeydeki Moğol kabilelerinin sade işaretlerini görüyorum. Telaşlı kalabalığın gürültüsünü işitmiyorum. Türkü çağıranlar. dağların, ovaların ve çöllerin gamlı havalarını söylemiyorlar. Genç süvariler tez ayak atlarına binip dörtnala kalkmaktan hoşlanmıyorlar... Sayısız ihtiyar, kadın ve çocuk kalabalıkları var ve daha ötede, kuzeyde ve batıda, gözün görebileceği. uzaklara kadar gökyüzü alev gibi kırmızı: Yangının gürültü ve çatırdısı, döğüşün vahşi patırdısı işitiliyor. Kıpkızıl gök altında, kendi kanlarını ve başkalarının kanını döken bu savaşçıları kim güdüyor? Kim güdüyor bu silahsız ihtiyarlar kalabalığını? Sert bir nizam ; hedefin, sabrın.. ısrarın derin ve dinsel bir anlayışını, milletlerini yeni bir göçüşünü, Moğollar'ın son yürüyüşünü görüyorum.
Karma, ihtimal ki, tarihin yeni bir sayfasını açmıştır.
Dünya'nın Kralı da onlarla birlikteyse ne olacaktır? Lakin, bu azametli sırların sırrı derin sessizliğini koruyor.

gartha Ve Rene Guenon Misyonu
Bilim Araştırma Grubu

l886'da Blois'da (Fransa) doğan ve 1951'de Abdül Vahit Yahya adıyla Mısır'da ölen Rene Guenon'un ezoterizmde apayrı bir yeri vardır, Kendisi, ne bir topluluk kurmuş, ne de yönetmiştir; hiçbir 'kişisel öğreti yayma iddiasında, değildi. Aksine, sırayla birçok masonik topluluklara girmiş, Katoliklik'ten İslam dinine geçmiştir. Metafiziğin yüksekliklerine sığınmak üzere Güzel Dönem'in okültist akımlarının pek gürültülü aktivitelerinden ayrılmış, tüm doğu ve batı tradisyonları arasında yakınlık kurmaya çalışmıştır.
Burjuva rahatlığında ve dinsel öğrenimle yetiştiri¬len, zayıf bir sağlığa rağmen okul başarıları toplayan ve Paris'te öğrenim yapan Guenon, ilk olarak Papus ile ve «Gnostik Hıristiyanlığın Patriği» adı verilen Fabre des Essarts'la karşılaşır. Kendisini martinist tarikatına kabul eden Papus vasıtasıyla «Yüksek Bilinmiyen» (Şuperieur inconnu) derecesine  kadar olan aşamaları hızla tırmanır. Fabre des,Essarts ise onun bir dergiyi, «La Gnose»'u kurmasına yardım eder. Guenon ilk düşüncelerinin ürününü orada yayımlar. Daha sonra, ya kısa zaman sonra onları terketmiş ya da oradan atılmış olmak üzere kendini birçok masonik yollarda inisiye ettirtti.
Onun için geçici olan bu ezoterizm araştırması sonunda, Guenon İslamiyeti benimsemistir ki, Sanskrit dilinin etüdüne girişecek derecede Hindu felsefesiyle pek ilgilendiği görülmesine karşın İslam dinini benimseyişinin sebebi anlaşılamamıştır. İslamiyet ona Hıristiyan egzoterizminden daha sade bir ruhaniyet arz ediyordu. Paris'te kralcı lider Leon Daudet ile birleşti. 1934'de bir Mısırlı ile ikinci evliliğini yapmış ve yaşamının son günlerini Kahtre'de geçirmiştir. Şimdi, orada başı Mekke'ye dönük olarak gömülü bulunmaktadır.
Guenon'un felsefesi, batı gnos’u ile Hindu mistisizminin sentezidir. Devreler teorisi bu Hindu mistisizminden gelmektedir. Buna göre, bugün, kan, düzensizlik ve ölüm tanrıçası Kali tarafından hükmolunan ka¬ranlık bir  çağda yaşamaktayız. Batı toplumu mahkum edilmiştir; düşkünlüğünün belirtilerinden biri, gizlinin karşıtı olan ve şeyleri yaygınlaştıran demokrasidir. Son yıkımdan sonra süküt zamanı gelecek, sonra yeni bir devre baslayacaktır. Guenon, eserlerinden birinde doğaüstü güçlerle donanmış olan meçhul bir Efendi'nin (Dünya'nın Kralı'nın) gözetimi altında temel hakikatın saklı bulunduğu gizli merkezi, Agarttha mitini yeniden ele alır. Son eserlerinde, metafizik bağdaştırmacılığının kapsamına aldığı Çin felsefesine geniş bir yer verilir.
Ortaya koydukları, Fransız okültist gruplarınca küçümsenmesine karşın; aralarından bazıları için de, Guenon bir spiritüel rehber olarak kalmıştır. Masonik çevrelerde de aynı durum sözkonusudur. Okültist grup üstadlarının çoğununkine aykırı olarak asıl ölümünden sonra büyüyen sürdürdüğü saygınlık, önce, her tutkudan uzak kişisel yaşamının örnekliğinden ileri gelir. Jack Bergier'nin işaret ettiği  geçmişin bugünden nitel olarak farklı oluşu, aynı doğa yasalarının hem Eski Mısır'a, hem de şimdiki dönemimize uygun gelemeyişi,haritalarımız üzerinde yer verilmeyen birçok dünyasal  ülke ve şehirlerin mevcut oluşu düşüncesi vb. gibi çoğu günümüz, fantastik literatürüne konu olan ve özü gereği anlaşılmaz olan düşünceleri, açık bir dille ifade eden Guenon, mükemmel bir yazar olarak da kalmıştır.

Krallık  ve Yüksek Rahiplik
Qssendowski, Agharti'nin inisiyatik hiyerarşi liderini belirtmek için «Dünya'nın Kralı»( Roi de Monde) ünvanını kullanmıştır.
En yüksek, en mükemmel ve aynı zamanda en sert (kesin) anlamında alınan Dünya'nın Kralı ünvanı, temel vs evrensel Yasa Koyucu Manu'ya tamamıyle uygun gelmektedir ki, onun adı değişik şekillerde, eski halkların, çoğunda bulunmaktadır; bu açıdan, sadece, Mısırlılar'ınMenes ya da Mina'sını, Keltler'in Menw'ini ve Grekler'in Minas'unu hatırlatırız . Ayrıca, bu isim, hiçbir zaman tarihi veya az çok efsanevi bir kişiyi belirtmeyip, aslında bir prensibi: Dünyamız'ın ya da bizim varoluş devremizin şartlarına özgü Kanun'u (Dharma) açıkça belirten ve saf spiritüel ışığı yansıtan Kozmik Zekanın'  prensibini belirtmektedir. Ve bu isim, aynı zamanda, düşünen varlık ( manava) olarak saygı gösterilen insan arşetipi'dir.
Öncelikle belirtmek, gerekir ki, bu söz konusu prensip, dünya içinde yerleşik bir spiritüel merkez tarafından, kökeni «beşeri olmayan» (apaurushôya) kutsal tradisyon emanetini bütünüyle sürdürmekle görevli bir organizasyon tarafından belirtilmiş olabilir; ki bu kutsal tradisyon yoluyla temel bilgelik, onu alabilecek, kabiliyettekilere nice çağların arasından ulaştırılmaktadır.
Manu'nun kendisini adeta temsil eden, böyle bir organizasyonun lideri, gayet yerinde olarak ünvan ve özel nitelikler (attributs )taşıyacaktır .Ve kendisi fonksiyonunu ifa edebilmek için ulaşmış olması gerektiği bilgi derecesi yoluyla, gerçekten, insansal ifadesi olduğu ve karşısında kişiliğinin ortadan kaybolduğu Prensip'le özdeşleşmektedir.
Eğer bu merkez, Saint - Yves'nin belirttiği gibi vaktiyle Ayodhya'da ikamet etmekte olan ve kökeni şimdiki devrenin Manu'su Vaivaswata'ya uzandırılan antik «Güneş suyu»nun ( sürya-vansha)  kalıtının varisi olmuş ise; Agarttha'nın durumunun böylesine olması doğaldır.
Saint-Yves, Agarttha'nın yüksek liderinin Dünya'nın Kralı şeklinde düşünmeyip, O'nu bir «Papa» (Souverain Pontife) gibi takdim etmekte  ve O'nu bir «Brahmanik rahipler sınıfı»'nın (Eglise  brahmanique) başına yerleştirmektedir. Ancak, bu şekilde bir belirtme biraz fazla batılılaştırılmış bir anlayıştan doğmaktadır . Saint- Yves'in. bu  tasvirinin yanısıra,Ossendowski'nin de «Agarta'nın yönetiliş şekli»konusunda söylediklerine bakılacak olursa her birinin, sadece, zihinlerini esas olarak meşgul eden sorulara ve eğilimlerine direkt olarak cevap veren görünümü fark etmiş oldukları görülüyor. Çünki, aslında, burada hem rahipliğe, hemde krallığa dayalı olmak üzere iki yanlı çalışan bir yönetim şekli sözkonusudur.
«Yüksek Rahip» (pontifical) sıfatı, kelimenin en gerçek anlamıyla en üstün derecede, inisiyatik hiyerarşisinin liderine aittir. Bu, şu açıklamayı gerektirmektedir: (Latince olan)Pontifex sözcüğünün tam karşılığı (köprüler kurucu}dur . Romalılarca kullanılan bu ünvan, kökeni bakımından hemen hemen «masonik»bir ünvandır;fakat sembolik anlamda, bu dünya ile yüksek dünyalar arasında komünikasyonu sağlayarak aracılık fonksiyonunu ifa edendir.«Göksel köprü» olarak gökkuşağı, «yüksek rahiplik»in (pontificat)doğal bir sembolüdür. Tüm tradisyonlar buna tamamen uygun ifadeler sunmaktadırlar. Öyle ki bu (gökkuşağı, İbraniler'de Tanrı'nın halkı ile olan ahdinin teminatı, Çin'de qök ve Yer'in birleşme işaretidir, Eski Yunanistan'da ise «Tanrılar'ın Habercisi» İris'i temsil eder, Peraler'de ve Araplarda olduğu gibi İskandinavyalılar'da da,  Orta Afrika'da ve Kuzey Amerika'nın bazı haIklarına kadar hemen heryerde, algılanabilir dünyayı du¬yumlarla, algılanamayana bağlayan köprü olarak geçer.
Öte yandan, rahipliğe ve krallığa, dayalı iki yönetimin birliği Latinlerde,pek kompleks ve değişik anlam¬lara sahip bir sembolizm olan Janus'un sembolizminin belirli bir görünümü ile temsil edilmekteydi. Altın ve gümüş anahtarlar birbirine uyan iki inisiyasyonu simgeliyorlardı .Hindu termınolojisini kullanmak gerekirse, Brahman'ların ve Kshatriya'ların  yolu söz konusudur. Ancak, hiyerarşinin en üst noktası, karşılıklı görevlerini aldıkları müşterek prensip, yani rütbelerin ötesidir; "çünkü" sahalarında uyguladıkları, tüm, yasal otoritenin daynağı orasıdır, böylelikle Agarttha inisiyeleri Aitvarna'dırlar yani «kast dışı»'dırlar.
Orta Çağda otoritenin iki bütünleyici görünümü¬nün dikkate değer bir tarzda birleştirilmiş bulunduğu bir ifade mevcuttur. Bu dönemde sık sık «Rahip Jean Krallığı»  denilen esrarengiz bir ülkenin sözü edilmekteydi. O zamanlar bu söz konusu merkezin «dış örtüsü»olarak belirtilebilecek kısım geniş ölçüde Nasturiler ve Babii'Ier tarafından oluşturulmuş bulunuyordu ki, bu sonuncular, kendilerine Yahya'nın Mendayyeh'i adım veriyorlardı, yani «Jean'ın, öğrencileri».
Bu konuda,en azından tuhaf görünen bir diğer noktaya dikkat çekeriz ki, (dışa) pek kapalı,bir karakterdeki Doğu gruplarının çoğu, İsmailler yada Lübnan Dürzileri'nde «Dağ'ın Yaşlısı'nın  {Vieux de la Montagne) öğrencileri, tüm Batı şövalyelik tarikatları gibi aynı sekilde, «Kutsal Yer'in Gözeticileri» (gardiens de la Terre Sainfe) ünvanını almışlardır. Saint - Yves,«Agarttha'nın Templier Şövalyeleri» dediği zaman belki bunu hakiki manaya istinaden söylememişti, ama pek yerinde olan bir kelimeyi bulmuş oluyordu. Kullanmış olduğumuz «dış örtü» ifadesinin tuhaf karşılanmaması için şu olguya dikkat edilmesinin pek gerekli olduğunu ekleriz ki; şövalyece inisiyasyon, özü bakımından bir Kshatriya'lar inisiyasyonu idi; ve bu, özellikle, oradaki esas rolü sevgi sembolizminin oynadığını açıklamaktadır.
Hem rahip ve aynı zamanda hem de kral olan bir kişilik kavramı, Batı'da pek geçerli olmamasına karşılık, bu kavram, «Kral- Majları> tarafından çok belirgin bir şekilde temsil edilmiş olarak, Hıristiyanlığın kendi kökeninde bulunmaktadır. Orta Çağ'da dahi, Yüksek Yönetim, (hiç olmazsa dış görünüşlere göre) Papalık ve imparatorluk arasında ayrılmıştı . Böyle bir ayrılık, üst tarafta eksik kalmış bir organizasyon olarak düşünülebilir; şöyle ki: Madem ki orada iki yönetimin kaynaklandığı ve bağlı olduğu ortak prensibin belirmesi görülmemektedir; o halde, hakiki yüksek yönetimin başka yerde bulunması gerekiyordu .
Doğu'da aksine, hiyerarşinin kendi tepesinde böyle bir ayrılık durumu oldukça istisnaidir ve bu tür bir  şeye hemen hemen yalnız bazı Budist kavramlarda rastlanılır ; Sakya  Muni'nin (Buddha'nın) bir an gelip ikisi arasında seçim yapması gerektiği zaman, ( Buddha'nın) fonksiyonu ile Chakravarti ya da «Evrensel Hükümdar" ın  Fonksiyonu arasında ortaya çıktığı söylenen ayrılığı belirtmek isteriz.
Eklemek gerekir ki, özellikle Budizmle ilgili bir yanı olmayan Chakravarti sözcüğü, hindu tradisyonu  verilerine göre, Manu'nun ya da temsilcilerinin fonksiyonuna pek uygun gelmektedir: Bu sözcüğün tam karşılığı «çarkı döndürten»'dir,yani bütün herşeyin' merkezine yerlestirilen, harekete katılmaksızın hareketi oradan sevk ve idare eden ya da Aristo'nun ifadesine göre «devinimsiz motor'dur.
Özellikle şu noktaya dikkat çekeriz ki: Söz konusu merkez, tüm tradisyonların sembolik açıdan«kutup» (Pôle ) olarak belirtmekte uzlaştıkları bir sabit yer dir; nedeni, dünyanın rotasyonunun onun etrafında gerçekleştirildiğ'idir, ki bu, KeItler'de olduğu kadar Hindu ve Kaldeliler'de de genel olarak çarkla temsil edilir . Swastika'nın anlamı da budur. Uzakdoğu'dan Avrupa'nın batısına kadar her yerde yaygın bulunan bu işaret esas olarak «kutup işareti»'dir ki, bu, modern Avrupa'da kuşkusuz, gerçek anlamının ilk olarak tanıtilmasıdır. Çağdas bilginler, bu sembolü en fantezist teorileriyle boşuna açıklamaya çalıştılar; bir çeşit sabit fikirlilikte ısrar eden aralarından çoğu, onu yalnız «güneşsel»  bir işaret olarak görmek istediler. Halbuki, bu işaret kimi kez «güneşsel» bir işarete dönüştü ise de, bu sadece bir rastlantı ve saptırılma sonucunda, olmuştu.
Diğerleri swastikaya hareketin sembolü olarak bakarken hakikatin daha yakınında olmuşlardır, fakat bu yorumları yanlış olmuyorsa da pek eksiktir, çünkü sözkonusu hareket herhangi bir hareket değil, bir merkezin ya da değişmeyen bir eksenin çevresinde gerçekleşen bir rotasyon hareketidir. Ve tekrar belirtiyoruz ki, söz konusu sembole doğrudan doğruya uygun gelen esas öge bu sabit yer'dir .
Şimdiden anlaşılacağı gibi, «Dünya'nın Kralı»nın esas olarak tertip ve tanzim edici (regulateur) bir fonksiyona sahip olması gerekir .( regulateur kelimesinin rex ve regere ile aynı köke sahip olmasının sebepsiz olmadığı görülecektir) .. Bu fonksiyon ancak «ahenk: (eqıü libre) ve.«denge» (harmonie)  gibi bir kelimede özetlenebilir ki, Sanskrit dilinde tam olarak Dharma sözcüğüyle ifade edilir; ki bununla, Yüce Prensip'in değişmezliğinin, aşikar olan dünya'da (monde manifeste) yansımasını anlıyoruz.
Aynı düşüncelerle «Dünya'nın Kralı'nın niçin başlıca özel niteliklerinin «Barış» (Paix) ve«Adalet» (Jus¬tice) olduguda anlaşılabilir, onlar (barış ve adalet) sadece (insanın dünyasın'nda(münava - loka) bu ahenk ve denge tarafından giyilmiş giysilerden ibarettir.

Üç Yüksek Fonksiyon
Saint - Yves'e göre Agarttha'nın Yüksek Lideri Brahatma adını taşır. (Brahmatma diye yazmak daha doğru olacaktır). Mahatma ve Mahanga ise onun iki yardımcısıdırlar.
Brahatma, «Tanrı Zihni'nde ruhların dayanağı (desteği)»Mahatma, «Evrensel Can temsilcisi».Mahanga, «Kozmos'un tüm maddi organizasyonu’nun timsali».
Bu, batı doktrinlerinin «ruh, can, beden» üçlüsüyle temsil ettikleri ve burada makrokozmik ve mikrokozmun oluşturanları örnek alınarak belirtilmiş olan hiyerarşik bölünmedir. Önemle belirtmek gerekir ki, bu sözcükler, Sanskrit dilinde hiçbir beşeri varlığı belirtmeyip sadece, tam anlamıyla prensipleri belirtmekte ve bu anlamlarında da, öz olarak," kişiliklere değil" fönksiyonlara bağlı olmaktadırlar.
Ossendowski'ye göre:
Mahatma:Gelecekteki olayları bilir.
Mahanga:•. Bu gelecekteki olayların sebeplerini sevk ve idare eder.
Brahatma: «Tanrı ile yüz yüze  konuşabilir», bununla neyin kastedilmek ıstendığini anlamak için, Brahatma’nın, Dünya'nın gelişmiş  hükümetleriyle irtibatın kurulmuş olduğu ve bu irtibatların ortasından, hepsinin üzerindeki asıl merkezi irtibat olan, Dünya dışı İlahi Yüce Prensip ile direkt irtibatın sağlanabildiği merkezi yerde bulunduğunu hatırlamak yeterlidir.
«Dünya'nın Kralı» ifadesiyle, O dar bir anlamda ve sadece dünyaya nazaran belirtilmek, istenilmişse de,bu ifade pek yetersizdir. Brahatma için «Üç Dünyanın Efendisi: (Maitre des trois mondes) ifadesini kullanmak bazı bakımlardan daha doğru olacaktır; zira bu ifade, bütün hakiki hiyerarşide 'başkan seviyesine rastlar ve ayın Zamanda tüm bağımlı seviyelerin sahibi olarak bulunur. Bu«üç dünya'nın ( ki bunlar Hindu tradisyonunun  Tribhuvanı’sını kurarlar), her biri Üç Fonksiyon'un birine tekabül etmektedir.
Ossendowski, «Dünya 'nın Kralı tapınaktan çıktığı zamanİlahi ışığı saçmaktadır» diye yazar. İbrani kutsal kitabı Tevrat (La Bible habraique), Hz.Musa'nın, Sina'dan indiği zamana dair tamamen aynı şeyi söylemektedir. Ve bu yaklaşım konusunda belirtmek gerekir ki,islam tradisyonu,Hz. Musa'yı, o'nun döneminin Kutbu (EI-Kutb) olarak görmektedir. Bu, Kabala'nın, Hz. Musa'nın öğretiminin bizzat Metatran'ün kendisi tarafından yapıldığını söylemesi için yeterli sebep değil midir?. Dünyamızın Temel Spiritüel Merkezi ile ona bağlanabilen ve özellikle belirli halklara uyarlanan hususi tradisyonlara göre Temel Spiritüel merkezi sadece temsil eden tali merkezleri, şimdiden ayırd etmek gerekir. 'Bu nokta üzerinde fazla durmadan dikkati çekeceğimiz husus şu ki, Hz. Musa'nın fonksiyonu olan «yasa koyuculuk» (Arapça resül) fonksiyonu mutlaka, Manu adını belirten bir kudret vekilliğini gerektirir; ve öte yandan, Manu isminin içerdiği anlamlardan biri açıkça İlahi Işığın Yansıması'nı belirtmektedir.
Bir lama Ossendowski'ye şöyle der: «Dünya'nın Kralı,beşeriyetın mukadderatını tüm sevk ve idare edenlerin düsünceleriyle temas halindedir, O onların niyet ve fikirlerini bilmektedir. Eğer bu niyet ve fikirler Tanrı tarafından beğenilirlerse, Dünya'nın Krali bunları görünmez yardımıyla destekleyecektir, ama eğer bu niyet ve fikirler Tanrı tarafından beğenilmezlerse, Dünya'nın Kralı bunların başarısızlığa uğramasını sağlayacaktır. Bu kudreti Agharti'ye gizemli Om bilimi vermiştir, tüm dualarımıza bu sözcük (Om) ile başlarız,»
Lama, bu son cümlesinden sonra, kutsal Om hecesinin anlamının çoğu için anlaşılmaz olan bir kavramı¬nı açıklar: «Om,eski bir ermişin, 300.000 yıl önce yaşamış olan ilk Goro'nun, adıdır(Ossendowski, Guru yerine Goro yazar)». Gerçekten, bu cümle, eğer söz konusu olan devrin şimdiki Manu çağından çok önce yer almış olduğu düşünülmezse tam olarak anlaşılmaz. Bundan başka, Kalpa'mızın  Adı Manu ya da tık Manu'suna (Vaivaswata yedinci Manu olarak) , Swayambhuva denilmiştir; yani doğumu Swyambhü'dandır (ki O, bizatihi var olan, Yaratıcı Brahma'dır (Sonsuz Hikmet: Logos  Eternel) ) Oysa, Logos, yahut onu (Logosu) direkt olarak temsil eden, gerçekten « Spiritüel, Üstadlar»'ın ya da Gurular'in ilki olarak belirtilmiş olabilir. Ve gerçekten de, Om aslında bir Logos adıdır.
Öte yandan om sözcüğü doğudan doğruya, Brahatma ve onun iki yardımcısı arasındaki, daha önce beIirtmiş . olduğumuz fonksiyonların Hiyerarşik bölüşümü¬nün açıklamasını verir. Gerçekten, hindu tradisyonuna göre, bu kutsal hecenin üç ögesinin her biri şimdi açıklayacağımız '«ÜÇ dünya»dan birini sembolize etmektedir. Tribhuvana'nın bu üç terimi şunlardır: Yer (BhU), Atmosier (Bhuvas ), Gök (Swar.).
Yani diğer ifadeleriyle:
a - bedenli tezahür ediş dünyası,
b - suptil ya da psişik tezahür ediş dünyası,
c - aşikar olunmayan temel dünya .
Bu üç dünya, Brahatma" ve iki yardımcısının daha önce verilmiş olan ünvan açıklamalarına başvurulduğu da kolayca görüleceği gibi,  aşağıdan yukarı doğru, Mahanga, Mahatma veBrahfltma'nın özel sahaları ve bu 'farklı' sahalar' arasındaki hiyerarşi ilişkileri dir' ki, onlar Brahatrna için daha önce kullanmış olduğumuz «Üç Dünyanın Efendisi» adlandırmasını açıklamaktadır. «O, her seyin Tanrısı, her seyi bilen (tüm sonuçları doğrudan doğruya sebeplerinden gören), İç Düzenleyici (dünyanın merkezinde ikamet eden ve dünyayı  içeriden düzenleyen, hareketine katılmaksızın hareketini sevk ve idare eden), (tüm meşru gücün)kaynağı, (Yasasını gösterdiği peryodik tezahür edişin) tüm varlıklarının başlangıcı ve sonudur».
Bir başka sembolizm daha bize yardımcı oluyor; diyeceğiz ki", Mahanga  inisiyatik üçgenin tabanını, Brahatma ise üçgenin tepesini temsil etmekte ve Makatma , ikisi arasında aynen bir aracı  (medtateure) prensibi temsil etmektedir, (kozmik hayatiyet  Hermesçiler'in Anima Mundi'si ) ki onun aksiyonu , ‘’aracı saha’’da yayılmaktadır.Bu bilgi, Saint-Yves'nin Vattan ve Ossendowski'nin ise Vatannan dediği kutsal alfabenin birbiri ile uyan harfleri tarafından, yahut diğer deyişle,Om hecesinin üç matra ya da meydana getirici ögesinin esas olarak indirgendiği geometrik şekiller (doğru; spiral ve nokta)" tarafından  apaçık bir halde simgelenmiştir.

ÜÇ ALEM VE ÜÇ YÜCE FONKSiYON
Brahitma: 4 Boyutlu Yönetici Alem Temsilcisi.
Mahitma: Ruhsal Ahret Alemi Temsilcisi.
Mahinga : 3 Boyutlu  Fizik Alem Temsilcisi.

Brahitma : Belirli bir Galaktik Formasyon oIan 4  Boyutlu ,Alem, tampon Ahret Alemi ve Fizik 3 Boyutlu Alem şeklindeki bu yeryüzü evrim alemi ve  sondası'nın en ust düzeyi olan ve Yöneticisi Rab Mekanizmaası’nın İşlevi'ni ve Alemi'ni temsil eder:
Mahitma : Üstte belirtilen sisteme göre, 4 boyutlu Alem ile 3 boyutlu Alem arasındaki tampon, olan ve regülatör,transformatör ,seperotör ve medyatör durumundaki  Ahret (spotyom) Alemi'nin işlevini temsil eder,
Mahinga ; Üstteki her iki açıklamada belirtilen sisteme göre bu sistemin en alt vibrasyonel düzeyinde ve 3 boyutlu zaman mekan özellikleriyle bulunan fizik dünyayı ve Fizik Alem'in işlevi'ni temsil eder.
Daha anlasılır bir sekilde ifade etmek gerekirse: Rahipliğe ve krallığa dayalı yönetimlerin her ikiside Brahatma'ya aittir, yani esas olarak dikkate  alınan ve (rahiplik ve krallık şeklinde) adeta ayırdedilemeyen yönetim biçimine. Tezahür edişe nazaran yükselen bu iki yönetimden,Mahatma rahipliğe dayalı yönetimi ve Mahanga  krallığa dayalı yönetimi temsil eder. Bu ayrım Brahman'lar ve Kshatriya'larınkine tekabül  eder; fakat bir de «kastların ötesinde,» olarak,Mahatma ve Mahanga'nın  bizzat kendileri, Brahatma gibi, hem rahipliğe ve aynı zamanda hem de krallığa değin bir niteliğe sahiptirler.
Bu konuda, tatmin edici bir şekilde hiç açıklanmamış ve şu anda çok Önemli olan bir noktaya açıklık getireceğiz:
İncil'in «Kral - Majları», bu esrarengiz  Üç Kişi'nin gerçekte Agarttha'nın Üç Lideri'ndenbaşka hiç bir şeyi temsil etmediklerini söyleyeceğiz. Hz . İsa’ya Mahanga altın sunar ve onu kral olarak esenler; Mahatma ona günlük sunar ve onu rahip olarak esenler; nihayetBrakahma ona mür ( doğruluktan ayrılmazlık merhemi, Amrita'nın imajı) sunar ve onu Peygamber ya da en üstün derecede Spiritüel Üstad olarak esenler.Temel tradisyonun hakiki, temsilcileri ve onların her birinin özel sahası olan üç dünya tarafından, yeryüzünde yeni doğan Hz. İsa, işte böylesine, ululanmıştı. Ortodoksluğun yetkin, kesiminin bu konu hakkında kesin kabulü olduğu iyice belirtilmektedir.
Doğal olarak, Ossendowski, bu düzenin mahiyetini hiçbir zaman düşünemezdi. Buna karşı bazı şeyleri derinden anlamıştı. En azından, belirtmiş olduğu gibi, Agarta'nın Yüksek Üçlüsü ile Lamaizm'inki arasında mevcut olan sıkı benzeşimin farkına varabilecekti. Dalai (Dalay) -Lama, «Buda'nın ermişliğini '(ya da saf ruhaniliğini) uygulayan»; Tashi - Lama, «Bilimini uygulayan («majık» daha doğrusu «teurjik», olmadığını sandığı görülüyor); ve Bogdo Han,«maddi ve savaşcı gücünü tamsil eden»: bu, «üç dünyaya nazaran tamamen aynı dönüşümdür.
Ossendowski'nin bu benzesimi fark edebilmesi,kendisine şu söylenmiş olduğundan, daha kolay olacaktı: «Agharti'nin merkezi, tapınak ve manastırlarla kaplı bir dağın tepesinde olan Dalay- Lama'nın sarayı Potalanın bulunduğu Lhassa'ya benzer.Ne varki, (aralarındaki ) iliskiler tersine çevirdiğinden onları bu tarzda ifade etmek hatalıdır, çünki, prototipi ona değil, o, (Potala'nın bulunduğu Lhassa) prototipine (Agharti merkezine) benzer Lamaizm'in merkezi, asıl «Dünya'nın Merkezi»nin belki, sadece bir İmajıdır. Ancak, yerleştirildiği yerlere gelince, tüm bu tür merkezler, belirli ortak topoğrafik özellikler gösterirler. Çünki bu özelliklerin, şüphe götürmez bir sembolik anlamı vardır ve ayrıca,«spiritüel güçler'i harekete geçirişlerine Uygun olarak, «spiritüel güçler'İ harekete geçiren (etken olan I: yasalarla temasa geçmesi  gerekmektedir. Tek sorun, geleneksel bilimin yetkisi içinde olan ( kutsal coğrafya) adının verilebileceği bir bilimin geIiştirilmesidir.
İlgi çekici bir başka uyuşma daha vardır . İnisiyatik hiyerarşinin bazı sembolik sayılarla ilgili olan seviye yada dairelerini tasvir eden ve özellikle zaman bölünmelerine basvuran Saint-Yves, sözlerini söyle  sona erdirmektedir: '((Gizemli merkezin» en yüksek ve ona en yakın olan dairesi On iki üyeden  oluşmaktadır ki on¬lar,yüksek inisiyasyonu temsil etmektedirler ve zodyak kuşağına tekabül ederler.»Bu( on iki kişilik) yapı, Dalay-Lama'nın(dairevi konseyi» ne yansıtılmıştır ki, bu konsey on iki büyük Namshans (yada Nomekhans) tan oluşur. Ayrıca bu yapıya, bazı batı tradisyonlarına de rastlanır. Özellikle ‘’ yuvarlak masa şövalyelerine’’ilişkin olanlarında.
Ayrıca ekleyeceğiz ki, Agarta’nın iç dairesinin12 üyesi, kozmik düzen açısından, sadece Zodaya’ın on iki burcunu göstermekle kalmazlar, hemde, bu aynı Zodyak burçlarıyla orantılı Güneş’in formları kadar olan on iki Aditya’dırlar. Ve doğal olarak Manu Vaivaswata ‘’ Güneşin Oğlu’’ dendiği gibi, Güneş, Dünya Kralının amblemleri arasında da yer alır.
Bütün bunlardan çıkan ilk sonuç, tüm ülkelerde, az çok saklı yada en azından ulaşılması çok güçlükle olan Spiritüel merkezlere ait tasvirlerin arasında çok sıkı bağlar bulunduğudur. Ve bunlardan çıkarılabilecek tek makul açıklama şudur; Eğer bu tasvirler farklı merkezlere aitse, bazı durumlarda iyice fark edildiği gibi, bu merkezler, yüksek ve tek bir merkezin intişarıdır.Aynen, tüm özel tradisyonların, sonuç olarak, sadece büyük temel tradisyonun adaptasyonları olmuş olmasındaki gibi.

Demir Cağı Döneminde Gizlenen Yüksek Merkez
Agartha daima yer altında olmadı ve daima orada kalmayacak diye söylenir; bir gün gelecek ki o zaman, Ossendowski'nin aktardığı sözlere göre, « Agartha halkları mağaralarından çıkacak ve yeryüzünün üzerinde görünecektir.» . Bu  merkez, gözle görülür dünyadan kaybolmasından önce bir baska ad taşımaktaydı, çünkü o zaman «ulaşılmaz», «ele geçirilemez» (ve ayrıca bozulmaz ), çünki «SuIhun ikametgahı»dır), anlamlarına gelen Agarttha adı kendisine uygun gelmezdi. Ossendowski,bu merkezin yer altı durumunu almasının 6.000 yıl önce olduğunu belirtmektedir. Görülüyorki,  bu tarih, yeterli bir yaklaşıklıkla, Manvantara'nın bölündüğü dört devrin sonuncusu  ve eski batılıların «Demir çağ»'ı olan Kali - Yuga ya da Karaçag'ın başlangıcına rastlar (. Bu merkezin yeniden ortaya çıkışının ise bu devrin (Kali Yuga'nın) bitimiyle aynı zamana rastlaması gerekir.
Tüm tradisyonların,çeşitli sembollerle temsil edilen, kayıp ya da saklı bir şeyi ima etmelerinden bahsetmiştik .bu genel anlamda alındığında, dünya beşeriyetinin tümüyle ilgili olan Kali -Yuga'nın şartlarına özgüdür. Demek ki, şimdiki devir bir kararına ve karışıklık devridir . Bu devrin şartları öyledir ki, devam ettiği sürece, inisiyatik bilginin mutlaka gizli kalması gerekmektedir. «Tarihi» denen (ama bu devrin baslangıcına kadar bile uzanmayan)  Antikite'nin Gizemleri'nin ve tüm halkların gizli organizasyonlarının mahiyeti işte bundan ileri gelmektedir. Hakiki bir tradisyonel öğretinin henüz varlığını sürdürdüğü yer gerçek  bir inisiyasyon veren organizasyonlar, (fakat) bu öğretinin düşünme biçimi sadece dışsal temsil edilme şekli olan sembolleri yaşatmayı bıraktığı zaman (timsallerine hayat vermeyi kestiği zaman),",sadece bir gölgeden 'ibarettiler. Çünkü,. çeşitli nedenlede, dünyanın spiritüel merkeziyle her bilinçli bağ kopmuş olmakla sona ermişti ki, bu, yüksek merkezle  direkt ve fiili teması kesilen tali merkezi özellikle ilgilendiren tradisyonun hemen hemen yitirilmesinin özel anlamıdır.
Herkes için kayıp olmadığına ve bazıları ona hala, sahip olduğuna göre, şu halde, kayıpolmaktan ziyade gizli olan bir şeyin sözü edilmelidir. Ve eğer böyleyse, diğerleri de her zaman için ona yeniden kavuşma olanağına sahiptirler, yeter ki gerektiği gibi arasınlar,Yani o kişinin niyeti, «uyumlu eylem ve tepkiler'» yasası'na  göre uyandırdığı armonik titreşimler vasıtasıyla şu veya bu şekilde yönetilir. Ve onları ( armonik titreşimleri ) , ( böylece ) yüksek merkezle gerçek Spiritüel kominikasyon vasıtası haline koyabilir.
Bu amaç yönelişinin tüm tradisyonel şekillerde sembolik temsil edilişi vardır. Doğu ritüelinden söz etmek isteriz; Bu, esas olarak bir Spiritüel merkeze doğru yönelmedir ki o merkez, ne olursa olsun daima hakiki '' Dünyanın Merkezinin'' bir imajıdır.
Kali- Yuga'da ilerledikçe, bu merkezle git gide kapanan ve gizlenen birliktelik, daha zorlaşmaktadır ve bu merkezi dıştan temsil eden tali merkezler aynı zamanda daha nadir olmaktadırlar. Bununla birlikte daha öncekinin sonuyla aynı zamana rastlayan her Manvantara başlangıcı, dünya beşeriyeti için esas olarak yeniden '' temel durum'' a dönüşü içerdiğine göre,bu devir biteceği zaman trasdiyonun bütünüyle yeniden aşikar olması gerekecektir.
Avrupa da hakiki organizasyonlar yoluyla Merkezle olan her yerleşik bilinçli bağ, bugün için kopuktur ve daha birçok yüzyıldan beri böyledir. Bu kopma tek bir darbede değil, birbirini izleyen bir çok evrede gerçekleşmiştir. Bu evrelerin ilki XIV. yüzyıl başlarına kadar uzanır. Şövalyelik tarikatlarının başlıca işlevlerinden biri, doğu ile batı arasında bir kominikasyonu sağlamayı içerebilirdi ki, bu kominikasyonu gerçek anlamda kavramak ancak, sürekli anlattığımız, Doğu tarafına yerleştirilmiş olarak tasvir edilen Merkez göz önünde bulundurulursa, mümkündür.
Templier tarikati yıkılmış olmakla birlikte, daha sonrada Rozkruvalık, nasıl bir gizlibiçimde olursa olsun, aynı bağı devam ettirdi. Rönesans ve Reform yeni bir kritik evreyi gösterdiler. Nihayet , Saint- Yves'nin belirttiği ile görülüyor ki, tam kopma, 1648'de, otuz yıl savaşını sona erdiren Westphal1 antlaşmalarayla aynı zamana rastlayacaktı.
Oysa,birçok yazarın, otuz yıl savaşından az sonra gerçek Rozkruvalar'ın (Rose Croix) Avrupa'yı terkedip Asya'ya çekildiğini, kesinlikle öne sürmeleri dikkate değer bir husustur. Bu konuda hatırlamaktayız ki,el almış Rozkruva1ar'ın sayıları, Agarttha'nın en iç dairesinin üyeleri gibi ve bu yüksek merkez imajına  uygun olarak' oluşmuş pek çok spiritüel merkezi ortak yapısı üzre, 12. idi.
Bu son dönemden itibaren, gerçek inisiyatik bilginin emaneti artık hiçbir batı organizasyonu tarafından gözetilmedi. Swedenbourg da, bundan böyle «Kayıp Kezam»'ı Tibet ve Türkistan bilgeleri arasında aramak gerektiğini açıklamaktadır. Bunun yanısıra Anne ¬Catherine Emmerich'in Peygamberler Dağı' dediği ve aynı bölgelere yerleştirdiği esrarlı bir yer vizyonu vardır. Ekliyoruz ki, bu, Madam Blavatsky'nin gerçek anlamını.' anlamaksızın bu konu hakkında toplayabildiği eksik enformasyonlarladır ki ondanda,kendisinde bir imaj değil, fakat hepsi Agarttha'mn sadece bir karikatür ya da tahayyüli takliti diyebileceğimiz «Büyük Beyaz Loca» (Grand Loge Blanche) kavram dogdu.
Tufan Öncesi Koloniler
Bilim Araştırma Grubu

Agarta Yer altı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın İçine sokulduğu uyanış, idrakleniş ve bilinçleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yaptığı geniş açılı işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler.
Araştırılar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. On binlerce yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içerisine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstadlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyle beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını; çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler.
Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı'na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır.
Ne varki, Hakikatler'in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidirler.
Alman yazar, K.K. Doberer «The GoId makers» adlı kitabında şu düşünceyi belirtir :
«Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre, büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmek, Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp «Dünya'nın Damı'»nda koloniler kurmaktı.» Himayalar'da.
Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belkide gerçeklerden pek uzak değildir. «İyi Kanun’un yüksek rahipleri ve prensIeri kültür ve teknolojilerinin tüm meyvaları ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemiyecek yüksekliklere değin geliştirmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.
Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahs olunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazılardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz;
Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişinin tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkansız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himayalar' daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.

Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet
Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı, Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engele rastlamayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı.
Bu anlatılanlar bir fantazi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karŞl yeraltı sığınakları ve hatta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plan bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlaki çöküşü ve
«Brahma'nın on binlerce güneş gibi parlayan silahının tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?
Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü  bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekala yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerin
den Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geIeneklerinin, dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğu¬muz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı» olabileceğini söylemiştir.
Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların Ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin birşey olamaz.
İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden bir çok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştür. Sonradan, «ilahi habercilerce rehabilite edilenler, ilkel durumlarından yükselerek' bizim kendi kökenimizin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. «Güneş'in Çocuklarının gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu. Yüksek bilimleri, sayesinde, bilhassa Asya'da. mu azzam bir tüneller şebekesi kazdılar.
Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir.
Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzikle uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazar yerinden gelen bağırtıları işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir.
İnsanlığın Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepelerin arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan, Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirlerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen beşbin yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşıyan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşırlar.
Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. FerdinandıOssendowski, kendisine Prens Chultun Beyli, ve. onun Lama'sı taraf'ından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir .Bu görüşe göre, önceleri Atlarıtık ve Pasifik Okyanusu'nda .iki 'kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları .muazzam yeraltı sığınaklarma kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığınkaybolmuş halkına' hayat veren. ve bitkile¬rin büyümesinisağlayan acaip bir ışıkla kaplıdır. Bu. ırk,bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Polonyalı bilgin, Agharta’nın yer altı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapmışlardır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.
Meşhur kaşif ve ressam Nicholas Roerlch' e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'daki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlar, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi, Roerich, 1935'de Çin' deki Kalgan yakınında Tsagan Kure'de konaklarken,«The Guardians» (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yer altı geçidinden çıkmış olamazlar mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkında Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler de vermişlerdi,
Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak  başarılı  sayıları bir kişinin  tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas,bu kaşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir.
Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakurum Dağları'nın üzerinde parlak bir disk izlemişlerdir . Güneşli bir sabahleyin ve üç  kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırkyıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu,tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?
Roerich Heyeti, Karakurum Geçiti'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerin ışığı altında karanIıkta gôrülmüşlerdi, Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir.
Tibet kaşifi Madam A. David-Neel, yazılarında Tibet'li bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan ‘’Tanrı’ların yurdu»na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki, Madam David Neel'in bulunduğu böl¬gede ısı -20 dereceydi ve Diehu nehri 180 cm.'ye kadar donmuştu.

Kuzey Şamballa
1920"lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin'in bir ütopya peşinden Orta Asya'ya yaptığı seyahat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton'un «Lost Horizon» ( Kaybolan Ufuk ) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde, Nepal'li bir Yogi ile Tibet'in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi' anlatır.
İki gezgin, boş bir dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, «Şamballa Kulesinden ve merakını uyandıran laboratuvarlardan bahsediyordu. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli Doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi.
Doğu'nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya'da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlarından başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirde büyük bir olay meydana geldi:
«Ateş'in Çocukları'nın, Venüs'ten gelen Alev Senyörlerı' nın Arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülemiyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi' nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada'nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu.»
Sibirya, Tunguska'da 1908'de yere çakıları kozmik uzay gemisi olayının zamanımızda yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metini ciddi olarak incelemeliyiz.
Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçimine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya'daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa'nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancının ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich'le konuşan Tibet'li bir rahibin sözlerini aktaralım .:
«Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkarlar. Şamballa'nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar, İnsanlığın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulade emanetler gönderirler .
Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet'teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri' nin ötesinde, 45 ile 50 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçika, Antwerp' de yayımlanan bir on yedinci yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur.
Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya'daki ilk Cizvit gezginleri, «Xembala» adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.
Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Franke gibi kaşif" ler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan «The Path to Shambhala'nın (Şamballa'ya Giden Yol) , Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dökümandır. Ancak,coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Coğrafi işaretler iki nedenden ötürü karıştırılmış olabilir: Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeteciler'in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.
Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalarda yazmıştır. Kendisine göre; «Şamballa» adı Gobi'deki Beyaz Ada 'yı, Asya ve diğer yer lerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar.
Taoizm'in kurucusu Lao Tse ( İ.Ö. 6. yy) «batı tanrıçası> olan Hsi Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, ‘’ilah’’ olduktan sonra, Kun Lun Dağları'nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehber, siz' gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerinde ısrar etmektedirler, Kun Lun Dağları'ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden Hsi Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim, adamları olabilirler.
Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağlara'nın bir uzantısı olan) Kara kurum Dağları üzerinde acaip bir uçan aracın görülmesi oldukça anlamlıdır. Bu acaip disk, «tanrılar»a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.
Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar kayda geçirilenlerden çok  daha sık olagelmişlerdir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizlilik yemini etmeye zorunlu bırakılmaları ile açıklanabilir. «Mahatma»lar, Kadim Bilim'in bekçileri ve Çağlar'ın Hazinesi'nin gözeticileri olduklarından değişiklik meraklıları, hazine avcıları, ya da şüpheliler tarafından rahatsız edilmek istemezler.
Mahatmalar'ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektuplarının birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır :
«Sayısız kuşaklarca üstadlar yalçın kayalardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir . Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır.»
Temmuz 1881'de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Bu bilinmeyen toplulukların kökeni zamanın gecesinde kaybolmuştur. Evrim yolundaki büyüklerimizin, «İyi Kanun»un takipçileri kişilerin Atlantis'ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir.
Atlantis'in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar hala daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu'nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya, gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski biz bili¬min bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar'ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde hala korunmaktadırlar.
Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkum edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vadedilmiş Ülke'yi aramışlardı, Gençler, «Nerede bulunacak?» diye :sorduklarında ihtiyarlar, «Batı yolunu izleyin»,diye karşılık verdiler, Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistandan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya'da bulunacağını belirtiyordu.
Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya'daki Sveltloyar Gölü belirtiliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da birşey bulunamayınca bu iddianın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh ,geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele al¬mak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz.
Rus Coğrafya Derneği'nin 1903 yılı Dergisi'nde Korolenko'nun yazdığı, «Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'ına Yaptıkları Yolculuk» adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916' da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov'un «Belovodye Tarihi'ne» başlıklı bir yazısını yayımladı.
Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya'daki «Staroveri» ya da İhtiyar İnançlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyondan bahsederler, Buna göre, ‘’Belovodye ya da Belogorye ‘’ Beyaz Sular'ın ve  Beyaz Dağlar'ın ülkesi  diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu,
Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya'da bazılarının kurumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları'nın tepeleride karla kaplıdır.
Nicholas Roerich'in Altay Dağları'nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir «gizli vadi» mevcuttur. Birçok kişinin Belovodye'ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orada kalmışlardı. On dokuzuncu yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler ama «diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti.»
Bu hikayenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin'inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor.
Roerich'in, bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir Lama hakkındaki hikayesinden, bu gizli Yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan'ın gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığı anlaşılmaktadır,
Misyonerlerin, on dokuzuncu yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarda akıl danışmak üzere ‘’dağlar'ın Cinlerine’’ (Genii of the Mountainss) temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri'nde korunmaktadır. Bu dökümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang; Kun Lun ya da Himalayalar'a gitmiş olabilirlerdi.
Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace'nin yazdığı «Annales de la Propagation de la FOİ»), Çinli bilgelerin Çin 'in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan İnsan üstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre «Çin'in Koruyucuları» ( Protectors of Chitıas) görünüşte insana benzerler ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.

Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler
Dünya üzerindeki birçok dağın ‘Tanrılar’ın vurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir.
Hindular, Nanda Devi, Kailas,Rançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahi anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar Tanrıların yaşam mekanlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerilli de kutsal sayarlar.
Şiva'nın tahtının Kailas(Kang Rimpoche) Dağı'nda olduğu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva'nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi'nin ise, Şiva'nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasında tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiğinin sürdürüldüğü izlenimine kapılıyor.
Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi.
Eski Yunanistan'da, Parmis ve Olimpas Dağları'nın bu tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü, Mahabharata'ya göre, Asuralar göklerde yaşarken PauIomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura' da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar'ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar'ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar.
Puranalar, Uzay Boyutları'nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan «Sanakadikalar»dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır.
Astronomi olmadan yıldızlar arası ulaşım imkansız olduğuna göre, Atala'nın (yoksa Atlan mı?) idarecilerinden Maya'nın  astronomiyi güneş tanrı'dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir kökene bağlı olduğunu ima eder.
Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hindli de olsalar, istis¬nasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlar¬da onu uyaran velinimet olarak görünürler.
Hint metinleri dünyanın merkezi olan Meru Dağı'ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet'teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411,000 mil ya da 34,000 yojana yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis'in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir?

Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderililer
Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikayeler çok yaygındır. Kuzey batı Pasifiğin Amerikan Kızılderili mitolojisinde Kaliforniya'daki Shasta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan'dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal'ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı'nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşamaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepede bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların küıtürel kahramanı olur.
Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları'nın Şefi'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar'ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden söz edilmektedir.
Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni hala daha yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.
Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya'da ki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırıcıları, Shasta Dağı'nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından. yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elektrik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden' olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz.
1931'de Shasta Dağı'nda bir orman yangını çıktığı sırada gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu,
1932'de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayınlandı. Yazarı Edward Lanser'in iddiasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde yada içinde acaip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenIi, uzun boylu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giyinmişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkanlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda görüldüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılara ait acaip sığırlar belitmiştir. Amerika'da bilinen hayvanların hiç birine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rakete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler, Bazen, Pasifik Okyanusu'na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ete tikleri de oluyordu.
Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar'a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?
Buna benzer gizli toplulukların Meksika'da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins «Mysteries of An Cient SOuth America» «Kadim Güney Amerika'nın Gizemİeri» adlı kitabında, Kızılderililer'le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir Orman kentinden geldikleri sanılmaktadır.
Roerich'in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang'da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikayelerin birçok ortak noktaları var gibi.
L. Taylor Hansen, «He Walked the Americass (Amerika Kıtalarını Yürüyerek Geçti) adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yukatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler. Cangılın içinde, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar.
Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis'e dayanan saygı değer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bit halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadırlar. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamıyacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yukatan'da kaldıktan sonra, Meksika'nın gizli halkının ahlaki ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerler.
Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens «Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatam (Orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar) adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9' da Cordillera Dağları'ndan gördüklerinin hikayesini aktarır:
«Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasından bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atları, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur.»
İspanyol işgalciler içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu Cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdir. İşgalciler Meksika'ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill'in Yazdığına göre «Bu kaybolmuş kentler' den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olamayacakları anlamına gelmez.»
Peru we Bolivya'nın Quecpua Kızılderilileri, And Dağları'nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstad inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikayeler gerçek olabilir.
Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika'daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.
Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi, Atlantisliler'in ve hatta belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir ön yargı olmadan incelenmelidirler.
Atlantis'in Tünel Sistemleri
Bilim Araştırma Grubu

Dünyanın çeşitli yerlerinde Atlantisliler'ce dikilen devasa yapılar insanı hayrete düşürmektedir. Örneğin, Tiahuanako'nun ilginç bir yanı, bu kentin olağandışı bir biçimde inşa edilerek depremlere karşı kesinlikle dayanıklı bir hale getirilmesidir.
Geçmişin o günlerinde, dünya, fiziksel olarak gayet dengesizdi, İşte bu nedenden dolayı Atlantisliler, gerektiğinde hem doğal afetlerden, hem de uzaydan gelen saldırılardan kaçarak, sığınabilmek için, fantastik tünel sistemleri inşa ettiler.

Uzaylıların Sığınak Mağara Sistemleri
Erieh Von Daniken «The Gold of the Gods» (Tanrılar'ın Altını) adlı harikulade kitabında, Ekvator ve Peru'nun altında uzanan «binlerce mil uzunluğunda devasa' bir tüneller sisteminden söz eder. Birbirleriyle irtibatlı mağaralar ile tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965'de Juan Moricz tarafından keşfedilmişti.
Von Daniken'in anlattığına göre tünellerden biri, içinde som altından yapılma çeşitli türden hayvan heykellerinin yanısıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole uzanıyordu. Dahası, üzerinde bilinmeyen bir lisanda yazılmış yazılar bulunan metal plakalar (yapraklar) dan teşekkül etmiş, metal bir kütüphane de mevcuttu. Moricz'e göre bu yazılar, insanlığın tarihi ile kaybolmuş bir medeniyet hakkındaki ayrıntıları içeriyor olabilirler.
Von Daniken, Ekvator ve Peru altındaki tünellerin «çoğunlukla cilalanmış gibi görünen» ve pürüzsüz duvarları olduğunu belirtmektedir. Bu tünellerin baltalarla çentilerek değil de 'çok daha gelişmiş' yöntemlerle inşa edildiklerinin farkına varmıştı.
Kitabında, tünelleri yapanların ısı (thermal) matkapları ile birlikte elektron ışın tabancaları da kullandıklarını ileri süren Daniken şöyle diyor:
«... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlen on tabanca ile parçalanabiliyorIardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı ortaya çıkan blokların üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığınını ısıtarak sıvı hale dönüştürüyordu. Sıvı halindeki kaya soğur soğumaz elmas sertliğinde bir sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı.»
Von Daniken, kitabının. sonuna doğru, tünellerin inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak, çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench'in sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetin tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.
Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden fazla olması gerektiğini söylüyor!
Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları ‘’gaz maskeleri’’nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli miğferler ile solunum aygıtlarına çekmektedir, Daniken.
Von Damken iddiasını sürdürerek zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardı-  ‘’oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini geliştirdiler, demektedir.
Sonra, düşmanlarını iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın istasyonları kurdular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar yayınlıyorlardı.
Von Daniken'in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman, beşinci gezegeni dehşetli bir infilak ile imha etti. İnfilak edilen gezegenin döküntüsü şimdi ‘’Asteroid Kuşağı’’ dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce asteroid'ı ve ufak taş parçalarından oluşmaktadır. Von Daniken'in belirttiği gibi « gezegenler kendilerince infilak etmezler. Onları biri infilak ettirir!»
Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca. görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda kullanılanlardan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer tanrıların atıp durdukları «yıldırımlar»ın gerçekte ne oldukları konusu da önem kazanır.
«Timeless Earth» (Zamansız Dünya) adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan Ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden Peter Kolosimo şöyle yazıyor:
Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek bu tüneller, büyüleyici bir arkeloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından yapılmadığı üzerinde hem fikirdiler. Aslında bu tüneller insanı öylesine etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi bunların bilinmeyen bir devlet ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de tuhaf kaçmaz.

Eski Güney Amerika'nın Esrarı
Haroki T. Wilkins de «Mysteries of Ancient South America» (Kadim Güney Amerika'nın Gizemleri) adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini anlatırken şunları yazıyordu:
«Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco'nun yakınında bulunuyordu ve hala daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilemiyecek bir şekilde kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğrudan, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco'dan Lima'ya uzanan muazzam bir 'yeraltı dünyası' na ulaşır! Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 900 millik bir mesafeyi aşarak 1868 yılına kadar modern Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır..
Wilkins, ayrıca, Bab Hind Adaları'ndaki bazı tünellerden de söz eder :
«Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hintli Adaları'ndaki acayip tünellere çekmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis'li beyaz ırk, şimdi Batı Hind Adaları olan, fakat çok, eski tarihlerde, adının 'Antiller' kelimesiyle hatırlandığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya'nın kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Mrika, diğer yandan da kadim Brezilya arasında karadan geçişin mevcut olduğu günlerde eski Atlantis'in her yönde uzanan bir tüneller ve geçitler Labirenti şebekesine sahip olmasıydı. Atlantis'te tüneller ölülerle ilgili kültler ve kara maji klütleri için kullanılırlardı ... »
Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri sürüyordu. Listesine, Güney Amerika'nın dışında Kaliforniya,  Virginia, Hawai, Okyanusya ve Asya' yı da katmıştır. Avrupa'da, İsveç ile Çekoslavakya'da ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adalari ile Malta'da tüneller mevcuttur.
«İspanya ile Fas arasında, otuz milIik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam bir  tünel uzanmaktadır .. Birçok kişi, Avrupa'da bu bölge dışında bulunmayan 'Berberistan MaymunIarının, Cebelitarık'a bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır .»
Kolosimo şöyle devam ediyor:
«Bu devasa (Cyclopean) galerilerinin, gezegenimizin en uzak bölgelerini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür.»
Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa etmişlerdir?
Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins'in, bize söyleyeceği bazı şeyler daha var :
«İç MoğoIistan'ın Moğol kabileleri arasında, bugün dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden eğer böyle denebilirse! Birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir yeraltı dünyasına uzanırlar ...
Burasının bir ismi de vardır Agharti. Efsanenin devamı, Agharti'yi benzeri diğer bütün yer altı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi içinde bir tüneller ve yer¬altı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır. Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahılların büyümesini sağlayan ve hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkla aydınlatılmaktadır.»
Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresansın görüldüğüne dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo «Timeless Earth»de, Azerbaycan'daki acaip bir «dipsiz kuyu»dan bahseder.Görünüşe göre, kuyunun duvarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim adamları en nihayet, tüm Kafkasya, ve Gürcistan'daki diğer tünellerle birleşen tam bir tüneller sistemi buldular.
Belirli bir düzene göre biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan  sonra ve bunların Orta Amerika'daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirttikten sonra Kolosimo, bu tünellerin İran'la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz eder.

Esrarengiz Yeşil ışıkla Aydınlatılmış Mağara Sistemleri
Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki bir yeraltı dünyası üzerine Wilkins' in anlattıklarına dönersek, bu konuda Kolosimo'nun da söyleyecekleri vardır:
«Tibetliler tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu, muazzam bir afetten sağ kalanlara hala daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu bilinmeyen kişilerin, Güneş'in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerikan efsanesinde de rastlandığı oldukça ilginçtir.,
Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes'in Yeşil Çocukları'nın tuhaf hikayesinin de anlatalanlarla özel bir ilişkisi olabilir.
Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile seller biçiminde oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.
Bu fantastik tümellerin çoğu bizim bugünkü imkanlarımızın ötesindeki yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş Tünel'i yapma fikri üzerinde tartışmaktadırlar. Ancak, galiba, atalarımız devirlerine ait bu şaşırtıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.
Agarta ve Ufolar
Bilim Araştırma Grubu

UFO araştırıcıları, UFO'ların çoğunlukla önce Kuzeyden, tahminen dünya çevresindeki Van Allen radyasyon kuşaklarında bulunan kutupsal deliklerin (polarvents) içinden ortaya çıktıklarını belirtiyorlar. Belki de' yerin kilometrelerce altında mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetinden çıkmaktadırlar. Uzun zamanlar önce, dünyaya yaklaşmakta olan Uzaylılar'a Kuzey'in o tropik ülkeleri çekici gelecekti. Üstadlar'ın öğretisine göre, şimdi buzlarla örtülü bulunan Kuzey Kutbu bir zamanlar, insanlığın beşiği olan şiirsel bir Cennetti.

Yeraltı Uygarlıkları
Dünyamızın içinin boş olduğu ve ayaklarımızın altında harikulade bir medeniyetin uzandığına dair iddialar mevcuttur. Bilim Kurgu gibi görünen bu düşünce, cevaplanması güç tartışmalar ileri süren birçok zeki araştırmacı tarafından çok ciddiye alınmaktadır. Essa-3 uydusunun 6 Ocak 1967 tarihinde ve Essa-7'nin de 23 Kasım 1968'de çektiği fotoğraflar, içi boş olduğu sanılan dünyamızın derinliklerindeki muhteşem Agarta başkentine uzandığı söylenen ve Kuzey Kutbu'nda yer alan bir deliğin varlığını açıkça göstermektedirler sanki. Sikloplar'ın yeraltında şehirler tesis ettiklerine inanılır.. Medyumların dediklerine göre Atlantisliler,
Piramitler'den, Tibet ve And Dağları'ndan yerin aşağılarındaki kutsal merkezlere uzanan uzun tüneller inşa ettiler. 12,000 yıl önce Atlantis yok olduğunda, İnisiyeler buralara kaçmışlardı. Gezegenimizin içinden gelen Uzay Gemileri, Kutuplar'daki deliklerden çıkarak dünyamızı gözlerler ve bazen de Yeraltı Varlıkları (Subterraneans), aramızda yaşamak üzere yeryüzüne çıkarlar. Birçok şeyi bilmeyeceğimizi çoğumuzun kabul etmesi gerekiyor ve bildiğimiz az şeyin bile doğru olabileceğinden şüphe ediyoruz. İnsanların, kadim ki¬taplarda sözü geçen o nükleer bombalardan sakınmak için kilometrelerce yeraltına kaçtıklarını düşünelim. Bu yüzyılın sonundan önce eğer Doğu ile Batı arasında bir savaş çıkarsa. biz de onlara katılmak üzere aşağılara doğru kayıyor olacağız,

Elohim ve Agarta
Belki de Sikloplar'a tepegöz denilmesinin nedeni, Uzay miğferlerinin saydam yüzünün muazzam bir göze benzemesindendir. Bu Devler'in göksel bir ırk olan Elohim'le aynı oldukları söylenebilir. Bu ırk, bugün mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetine uzanan o uzun tünelleri açmak için kozmik enerjiler kullanarak yeraltında labirent halinde : kentler kurmuştur.

Kızılderililer ve Yeraltı Mağaraları
Efsanelerden anlaşıldığına göre Kızılderililer, Doğu Amerika deniz yatağını kıta şelf sahası haritaları burada muazzam bir batık gösterirler parçalayan kozmik bombardımandan kaçarak yerin derinliklerindeki mağaralara sığınıp kurtulanların nesIinden geliyor olabilirler.

Wolfpittes Çocukları
William de Newburgh, 12'nci yüzyılda «Historia Anglicana» adlı yapıtında, İngıltere'nin Bury St. Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes'de yerin içinden yeşil bedenli olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler giyinmiş bir oğlan ile bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, St. Martin'in Ülkesi'nden geldiklerini söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş'in hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi. Burası Agarta mıydı? 1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan iki kişi. Finlandiya'nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil renkte bir adam gördüler. «İnsana benzer varlıklar»ın (humanoids), Yunanlılar ve Romalılar'ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir.

Agarta ve Göksel Öğretmen Tages
Çiçero'nun belirttiğine göre Etrüksler, Tages adında bir İlahi Varlık tarafından eğitilmişlerdi. Tyrhenua'un oğlu Tarchon'un hükümranlığı sırasında bir gün, Tarquinia kenti yakınındaki bir tarlada köylünün biri sabanıyla çift sürerken toprağın içinden gri saçlı ve ihtiyar bir adam kadar bilge bir çocuk çıktı. Ulu Tanrı Tinia tarafından, kanunlara din ve kehanet sanatını Etrüsk Kralları Lucomoneler’e iletmek üzere ğönderildiğini açıkladı. Kahinlere «Libd Tagetici»yi yazdırda, Bu kitap,beşikten mezara kadar Etrüksler' in yaşamını yöneten Etrüks Incili'ni oluşturdu.
Sanatçılar, yaptıkları tunçtan heykellerde Tages'i saçsız, kısa boylu bir kişi olarak canlandırmışlardı. Acaba, teleportasyon yolu ile ya da Uzay Gemisi ile başka bir gezegenden mi gelmişti? Birden yerin içinden belirmesi, yeraltında mevcut olduğu söylenen Aghar'ta"ya uzanan yeraltı geçitlerinden çıkmış olabileceğini akla getiriyor. Bu çeşit spekülasyonlar sadece hayal ürünü değildir. Bugün, İtalya'da ortaya çıkan, ufak tefek yapılı, dünya dışı kökenli, «insana benzer varlıklar» (ehumanoids») hakkında geçerliliği ispatlanmış birçok kayıt mevcuttur. Bunların bazıları da yüzyıllar önce Teskana'da (Tuscany) tezahür etmiş olabilirler.
Agarta ve Gizemi
Bilim Araştırma Grubu

Agarta, Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ıle Dünya'nın Efendileri'nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bii Yeraltı Krallığı'dır. Agarta'nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramidlerinkine benzer bir prensip üzerine işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken, yeraltı mekanını (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri, düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir oyukta geliştirilebiliyor?
Herşey bir yana, insan egosu ile insan üstü egonun muazzam olanakları, çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkta değil de inzivaya çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.

Agarta ve Dört Giriş Kapısı
Geleneksel olarak Agarta'nın dört girişi vardır: Bir tanesi Gize'deki Sfenks'in pençeleri arasında, diğer Saint¬ Michel Tepesi'nde,bir Üçüncüsü Broceliande Ormanı'ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet'teki Şamballa'dadır.
Kadim Gizemler'de, Argonotlar, Ark (Nuh'un Gemisi) ve Agarta hakkındaki sırlar çözülmemiş gibidir. Ve hepsinin de ayın etimolojiye dayandığı görülmektedir. Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta: bir yeraltı mabedi anlamına gelir.
Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak, hem yeraltı krallığı, hem de cehennem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi'nden Hefaistos ve Vedalar'daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.
Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale gelir .
Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından içsel güçlerce yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere '(cycle) maruzdur. İşte, dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur  bu, ancak Yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir  gerçektir.
Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen her zaman en verimli olanıdır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına karşın içsel güçler yenileyicidir  ve doğal gelişmeyi temin ederler.
İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara Bakire (Black Virgin) kültünde inisivasyon mağarasıyla (grotto) sembolize edilen, rahim boşluğundan geldiği şekilde görür.
İsa, İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin) enkarnasyonu olan günahkar Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve mağara (grotto) ile ilgili putperest kült  öylesine insanın bilinç altı egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında çöküp gitmedi .
Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle,çalışanların gözünden kaçmayacak bir anlamı vardır.

Bilge Zalmoxis'in Yeraltı Mahzeni
Prof. Doru; Todericiu'ya göre ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny'den aktarıyordu. Pisagor'un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad'dan öğrendiğini öğretmek üzere Alesia'ya gelmişti.
Bu ifadeyi ele alırken oldukça ihtiyatlı olmamız gerekir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis'in, Pisagor'dan daha önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor . Trakya 'lı bir kabile olan Getaeler'i medenileştirdiği düşünülmektedir.
Bir rivayete göre, Samos'ta Pisagor'un kölesiyken onun tarafından serbest bırakılmış ve kendi halkına dönerken onIara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.
Herodot'un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır :Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. TrakyalıIar'ın gözleri önünde kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve Üç, yıl orada kaldı. Herkes öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için insanları ikna etti.
«Yerin altındaki ikamet yeri neydi? Üstadlar'a göre Zalmoxis, Atlantisliler'ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler'ce (Sensitives) UFO'ların kaynağı oldğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta'ya inmiş olabilir.
Getaeler'ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun Öbür-Dünya'ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece «ona, asil bir ölüm kazandırırlardı.
Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu halklarının dinler; arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.
Tarih kayrtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun ölmezliğini, muhtemelen Pisagor'dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, O Pisagor'un öğrencisi değil de spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler'in dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.

‘’ Vara’’ İsimli Yeraltı Kenti
Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen, insanlara, kendi bellek kromozomları (memoryehromosomes) kanalıyla ulaşan gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya her za
Man hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile temasta bulunmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm insanlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya isteklidirler.
Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün: Dünyanın en büyük manyetik güçlerinin nerelerde konsantre  olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir şeyin oluşmadığı yerlerdir.
Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu'nda ya da Himalayalar'ın altındadır. Her halükarda, insanın, yerin altında bulunan insiyasyon" merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir .
İran edebiyatından Kralların Kitabı «Şehname» deki bir hikaye, Dünyanın Efendisi olan Tahmuras’ın oğlu Jam ya da Yima'nın, kendi halkının en safkanlıları ile çevrili olarak «Vara» adı verilen bir yeraltı kalesinde her zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan'ın geleceğini önceden gören tanrı Allıura, Yima'nın mabed sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin talimatları verdi :
«Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap .. Oraya, İnsanların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür ..
«Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin örneklerini, bütün meyvaların en Iezzetlilerini al. Bunlar Vara'da kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir.Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli ya da kötü hiçbir Şey olmasın,  yalancı yada kinci ya da kıskanç hiç kimse olmasın; çürük dişli ya da cüzzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda dokuz, merkezde altı, en alt kısımda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve kadın, bin çift en üst kısımda, altıyüz merkezde, üçyüz en altta yaşasın. Işığın gelmesi için Vara' da bir pencere yapılsın.
Tradisyonal tarih üzerine yazan Henri Corbin'in dediğine göre «Vara»nın, kendi kendine «hem yaratılmış, hem de yaratılmamış» ışık saçan kapıları ve pencereleri vardı.

Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı
«Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan Üç Dünya'nın Efendisi,  Şamballa'da 'Tchun-'Yung kozmik sinarşisini yada Direkt Orta Yol'u oluşturan bir Yeşil Adamlar,.MaJ topluluğuna hükmetmektedir.» Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed'in halefi olduklarını iddia etmektedirler. Görevleri, «Kara Taş'ın Ayinini yeniden canlandırmaktır.
K.B.L. ifadelerine göre ŞambaIla mabedinin tesisi, Lüsifer devrinin l969 yılına kadar dayanmaktadır, (Tabii,. Lüsİfer adı burada «ışıK getirici» anlamında kullanılmıştır)
«Gelecek Buddha Batı'dan ve Kuzey'den çıkacak ve parmağında Cengiz Han'ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hindular'ın KaIki Avatar ya da Kundalini Avatar'ı olacaktır. Gelişi, Altın çağ'ın geriye dönüşünü belirleyecektir. Mu ya da Tao-ÜIkesi'nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk'ın ortaya çıkışından önce gelecektir.
«Bu, hem Demir-Çağ'ın (Kali-Yuga) sonu hem de jotün ile iblislerin (cacodaemonsj dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atıIması ve Atlantis’in karanlığından miras kalan 100,000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır.
İnsanın bu fikirler ve görüşler lahirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, «sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir,Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar'daki Şamballa'daysa burasının Kuzey'in «Büyük Beyaz Atalar» (Hyperborean) Localarının ve ayrıca, çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere'de kibir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.
Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Gregor'un da yeraltı insanları üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır :
«Bunların, belirli olmayan nedenlerden dolayı muazzam 'sığınaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç kısımlarına,dünyanın tüm ateş ve suyunun kökeninin bulunduğu ve içinde bütün volkanların Iav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin Ioş temelleri arasında,Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun yerleştiğine inanılmaktadır.»
Tuhaf olan, spiritüalizmin biraz majisine bağlı bir ideali benimsiyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya'nın Efendisi olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya, ait bir Şamballa'da yaşadığına inanmaktadırlar.
«Teozofi Öğretmenleri'nin' dediğine göre Venüs Senyörleri,dünyaya varır varmazn Büyük İnisiyasyon Locası'nı tesis etmişlerdir. Şimdiki ikametgahları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve Gobi Çölü'nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez ... Gizli mabet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstadların ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu yeralti ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir»

Meru Dağı
Ossendowski'nin Agarta'sı ve ‘’Vril'in Büyük Locası’’ ile Teozofistler'in Şamballalar'ı - bunlar aynı mıdır,yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir.
Swami Matkormano'ya göre, Asya'nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı'dır ve burası Şamballa'nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden geldiklerini. iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır.
Tibet'in lamalata ait kozmolojisi der ki ;
»Mern Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kristal, azür, yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (demon) halkları ile birlikte dünyanın dört kralı yaşamaktadır.»
«Vril'in Büyük Locası»nın düşüncesine göre;
«Mem Dağı, Şamballa'nın merkezi ve ayın zamanda hem maddesel, hem de madde ötesi olan iki varoluş planının keşişme noktasıdır.
Türkistan'da, jeôfizik realitesi, bilinç ötesi ya da,duygu dışı algılamaya ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş iki adet piramidden oluşmaktadır. Yukarı bakan piramid Pamir Dağı ve aşağı bakan piramid de Meru Dağı olup bunlar, fizik ötesi ve jeofizik düzlemleri temsil ederler.
Keşişme noktasında, hem Ariler, hem de sarı ırklarca kutsal sayılan ve üzerinde Dünya'nın Kralı'nın kalesi yükselen bir dağ, Meru zirvesi mikro kozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos)bulunmaktadır".
Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna kuzeye doğru Thule kutbuna ve doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası Darelling'dir (Darjeeling) Muazzam manyetik eneryi odakları olan bu kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler .
Meru zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikametgahı olan Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray'ın dört köşesinde, Mecusilik'te Sessizlik KuIeleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır.' Bu enerjiyi, değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece,Elmas Saray, evren için enerji merkezi olur .
Kuleler «büyük sessizlik» denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu «ağırlık» dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında kurşunda buIundukları gibi, Satürn'ün halkaları tarafından neşredilen Ve her, ondört yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da bulunurlar. Bunlar, A 1 protonlarının türevleridir. (dünyanın akkor halindeki merkezinin atomaltı enerjisi.).
«Vril'in Büyük Locası», dünya üzerindeki hakimiyetini Vril diye bilinen gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır.
Bu gizemli güç, Butwer Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. «Vril'in Büyük Locasısna göre, Lytton'ın «The Coming Bace» «Gelecek Irk’’ adlı bir romanında tanımladığı bu güç, «Vril Ya» olacaktır,

Kozmik Bir Güç «Vril»
İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril'in kontrolu başlı başına bir amaçtır . Buna ulaşmak için iki yol vardır. ‘’Bilimsel Yol’’ kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn'ün fotonsal manyetizminde yada etkin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan'ın ve bazı Alşipistlerin -simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet gıuddeleri, bu şekilde elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm «Korlos»u etkin hale getirerek «ego yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli kıldırırlar.
«Mistik yol» ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin ses titreşimleri. Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist, kurşun, eski İskandinav şiirleri '(runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş.bir Mandala ve zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan «Ankh». Bu, Tutankhamon'un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için gerekli olan yaşam kelimesidir.
Luxor Kardeşliği'ne inisiye olan Bulwer Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm ışını da neşredebilen bir tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.
İnsanların; çok eski zamanlardan beri Dünya'nın Efendileri olmayı ve tüm ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden savabilir miyiz?
Muhakkak ki hayır.
Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduldarını iddia edegelmişlerdir. Ancak, bu, hüsnü kuruntudan öteye bir şey değildi, Modern bilim  adamları sorunu çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve arzu hayallerinin cehennemi sonucudur.
Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.
Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler, yeni bir Altın Çağ kurmayı düşlemekte ve arzu hayallerini, kara majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için kullanmaktadırlar.
«Işık İnsanlığının En Yüksek Efendileri, şüphesiz Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi bir adı olmayan görünmez yerlerde ve belki de Yüksek Yıldızlar'da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.
garta Uygarlığı Ek Bölüm
Bilim Araştırma Grubu

Bilinmeyen Üstadların Bir İnisiyesi Robert Charronx
Robert Charroux «Mysterious Unknown» adlı kitabın biricik yazarı değildir. Onun yazdığı, araştırmayı yürüttüğü malzemeyi seçtiği ve planladığı, temellerini attığı, iddialarının tartışmasını yaptığı gerçektir. Orijinal ve yayımlanmamış dökümanların peşinden dünya arşivlerini taramıştır. Ancak birçok yardımcısı da olmuştur.
Beraber çalıştığı bu kişilerin bazıları olağanın çok ötesindedirler. Kendisi, aralarından bazılarının Dünya'nın bilinmeyen Efendileri olabileceği yücelmiş Varlıklar'ca eğitilmiştir. Ona azar azar öğretmişler, evvelce belirlenmiş bir planı uygularcasına sırlarını bir bir açıklamışlardır.
Örneğin, «Melekler'in Efendisi» (Master of Angles) bir efsane değildir. Gerçekten vardır ve Fransa'da yaşamaktadır. Fakat, isminin yayımlanmasını arzu etmemektedir. Yüksek Rahip Anubis Schenouda, bir Mısırlı inisiyedir.
Robert Charroux, kesin olarak sadece en yüksek derecelerden birkaç üstadın öğrenmeye hak kazandığı belirli açıklamalara muhatap olan tek kişidir. Niçin? Üstad, kendi nedenlerini söylememektedir.
Daha da tuhafı sadece C. P.baş harfleri ile belirtebileceğimiz «Hint Gizemlerine inisiye Olanlar'ın Koleji'nden bilinmeyen Üstadlar, öbür dünyadan arkadaşımıza yardım ederek ona, içeriği zengin fikirler telkin etmektedirler.
Bir C. P. sözcüsü şöyle demektedir Biz, Robert Charroux'a görevinde yön vermek üzere Dünya'nın Efendisi'nce atandık. Kendisinin imanlı olup olmaması önemli değildir. Bilinçli olarak aramasına gerek kalmadan bazı şeyler ona gelecektir.»
Guy Tarade ve Andre Millou gibi diğer Arayanlar'ı da yöneten, Nis'teki «Medeniyetin Bilinmeyen Ögelerini Araştırma ve Çalışma Merkezi» (CERElC), arşivlerini Robert Charroox'un emrine vermiştir.
Ayrıca, gezegenimizin ötesindeki Üstadlar'ın bir temsilcisi olduğu söylenen Mn. Y. ve «İnka Güneş Dini»nin (lnca. Religion of the Suns) tekrac tesis (eden Gregori B. gibi bazı hakiki Drüidlerr bu kitabın yazarından Üstlerine övünerek bahsetmişlerdir, Robert Charroux onların kardeşlik cemiye¬tinin bir üyesi olmadığına göre, bu husus daha da önem kazanmaktadır .
Robert Charroux'un, spiritüel bir uyanışı desteklemeye yardımcı olması gereken buluslarına yeni bir malzeme eklemek için yardım edenler işte böylesine işbirliği yapan kişilerdir ..

Villeneuve Üstadı
İnisiyasyon tek bir Üstad’ın ayrıcalığı değildir, Rose Croix Derneği'nce yayınlanan bilgiye göre tüm Üstadlar, Üstadlar'in Ustadı  Maha' tarafından idare edilen merkezi bir Yüksek İnisiyeler örgütünce denetlenir.
Maha'nın, Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry'de ve Meru Dağı ile Asgard gizli mabedlerinde çalışan bütün İnisiyeler'in en yükseği olduğuna inanılmaktadır.
Fransa'da, en meşhurları Rose Croix'inki olmak üzere muhtelif inisiyasyon merkezleri tesis edilmiştir.
Onbeşinci yüzyıldan beri, aslında, insanlığın varoluşundan beri Büyük Atalarımız'ın sırlarını nakledegelen Rose Croix üyeleri, Bilinmeyen Üstadlar'ın en yüksek Meclisi'ni oluşturmuşlardır.
Fransız Rose Croix'in Başıolan Raymorıd Bemard Avrupa' da en yüksek Elçi ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstad'dır. Onun üstünde Rose Croix'nın Başkanı (Imperator) Dr. Ralph Lewis vardır. Hatta, Başkan'ın da üstünde, başkalarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen üstler (Unkno'wn Superlors) bulunmaktadır.

İstanbul'daki Agarta Toplantısı
«Villeneuve Üstadı»,24 Aralık 1966'da İstanbul'da Bilinmeyen Üstler'le buluştu. Kendisi bu görüşmeyi sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da, daha doğrusu, açıklaması için Bilinmeyen Üstler'ce kendisine izin verilenleri yayımlamıştır.
Kitabın adı «Tasavvur OlunamazIa Karşılaşma»dır (Meeting withthe Inconceivable). Bu kitap, yüzyıllarca insanların bahsettiği «Görünmeyen»in, şarlatanlar ve hayal perestlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için çok önemli bir çalışmadır.
Vllleneuve Üstadı'nın anlattığına göre kendisi, Saint Yvef; d'Alveydre gibi, belirli açıklamalar yapmaya izinlidir.
d'Alveydre'nin bahsettiği Agarta adı değiştirilmiştir ve Yüksek Meclis'in (High Council) kendi içinde, tarihin ve zamanın hızlanmasıyla uyumlu hale getirilmesi için bazı ufak değişiklikler meydana gelmektedir. Agarta'nın yeni adı sadece «belirli birkaç kişİ»ye bildirilebilir.
Yüksek Meclis, «bu dünyanın evrimi içinde ulaşacağı en yüksek noktayı» bilen on iki büyük üstaddan oluşmaktadır. Bu kişiler, günümüzün politikasını etkileyecek bir durumda olmalarına rağmen bizler yine de özgür irade sahibiyizdir. Bütün bu on iki kişinin üzerinde; daha da yüksek bir düzeyde üstün bir hiyerarşi içindeki ( Görünmeyen Varlıklar ) yer alırlar.
Villeneuve Üstadı kitabında ayrıca, Bilinmeyen Üstler'in, diğerleri arasında, Robert Charroux'un çalışmalarını da. okuduklarını açıklamaktadır. Bu yazarlar hakkında şunları söylemektedir:
«Bu kişiler tarafından değerli çalışmalar yapılmıştır. Sorunlar iyi' takdim edilmiş" ve cevaplar her ne kadar verilmemişse de ima edilmişlerdir. Bu alanda, çağdaş yazarlar arasında, Robert Charroux en yüksek düzeydedir.»

2 comments:

Unknown dedi ki...

Bir süredir arayıp bulamadıgım kaynaklardı,, tesekkürler

Unknown dedi ki...

Bir süredir arayıp bulamadıgım kaynaklardı,, tesekkürler

Yorum Gönder