Yeniden doğuş duygusal bedenin eğitimidir. Bu aslında, Horus’un sol gözü eğitiminin modern karşılığıdır. Aynı zamanda yeniden doğuş, korkularla, his ve duygularla mücadele etmeyi öğreterek, daha ileri, daha gelişmiş bir varlık olmamızı sağlayan bir metottur.
Çok ilginç bir şekilde, yaklaşık on iki yıl boyunca ( aynı Mısırlılar gibi) duygusal beden ( yeniden doğuş) eğitimi gördükten sonra bir takım noktaları atladığımı fark ettim. Bunlar Horus’un sağ gözü ve Drunvalo’nun geri kalan açıklamalarıydı.
Yeniden doğuş kafamdaki sorunlara, farkına bile varmadığım sıkıntılarıma dikkat çekerken, aslında, hiçbir referansa sahip değildim. Bilmiyordum. Bilmediğimi de bilmiyordum. Uykudaydım ve kördüm.
Yeniden doğuştan öğrendiğim en önemli gerçek, entegrasyon, iyileşme ve tamamlanmayla ilgili olandır ( burada üçünü de birbirlerine en yakın anlamlarda kullandım).
Bu noktada, isteyerek kaçındığın veya karşı durduğun her şeyi kabullenme gerçekleşmelidir. Unutmayın, ne kadar bastırırsanız bastırın sorunlar giderek daha da güçlenerek karşınıza gelecektir. Gerçek iyileşme bunun tam tersini yaparak, sorunlarla birlik olup, bu yeteneği geliştirerek sağlanır.
Entegrasyon inkar veya kaçınma değildir. Olumlu düşünce gücünden de bahsetmiyorum. Bahsettiğim; iki gözü de açarak etrafınızdaki kutuplaşmaları fark etmenizi sağlamaktır. Bir kez bunu başarınca her şeyi olduğu gibi kabullenme becerisine kavuşacak, korku, kuşku ve öfke gibi duygularınızı tarihe gömeceksiniz.
Diğer insanların tavırları yüzünden nasıl sinirlendiğimi, bu nedenle de ne sıkıntılar çektiğimi hatırlayınca içimden gülmek geliyor. Sanki diğer insanların benim üstümde kontrol güçleri varmış gibi geliyordu. Onlar beni üzgün, sinirli, mutlu ya da her ne isterlerse öyle bir hale sokabiliyorlardı. Kendi yaşamımın yöneticisi ben değil, diğerleriydi.
1977 yılında, eğitimim sırasında, kendi gerçekliğini, kendi sorumluluğunu yaratma konusunu ilk kez duydum. Benim için bu son derece önemli bir deneyimdi. Ama o zaman, bunu sadece bir ders konusu olarak düşündüm ve üstünde durmadım.
Bu fikri kavramaya, yeniden doğuşu iyice öğrendikten sonra başladım. Duyguların, hislerin, inançların içinde dolaşan canlı varlığıyla karşılaşınca yavaş yavaş benimle ilgili olan durumları yalnızca ben yönetmezsem hiçbir zaman tam bir başarıya ulaşamayacağımı anladım.
O zamanki sorunum, bir sırt incinmesiydi ( sırtımı incitme konusunda hiçbir kabahatim olmadığına inanıyordum). Bu ağrıları, nedense, başıma gelmiş korkunç bir durum olarak algılıyor, kendime acıyor, kendimi bir kurban gibi görüyordum. Ağrılarımın çok korkunç olduğunu, giderek kötüleştiklerini, böyle giderse yakında tamamen iki büklüm kalacağımı düşünüyordum.
Aslında sırt ağrılarım sırasında da zaman zaman çeşitli deneyimlerim oluyordu. Bunlar bana kendimi çaresiz hissetmem konusunda büyük destek oluyorlardı. Daha yaşamın erken yıllarında insanın kendisini çaresiz hissetmesinin yararını öğrenmiştim. Beklemek, katlanmak ve başkalarının tedavimle uğraşmalarına izin vermek zorundaydım. Küçükken iyi olduğumda, başlarından savuşturdukları, aldırmadıkları için çaresiz durumda olmak çok daha iyiydi. O zaman herkes etrafta pervane oluyordu. Buna alışmıştım.
Canım çok fazla yanıyordu. Bedenimin iki farklı parçaya bölündüğünü hissediyordum. Bedenimin o bölümündeki tüm yaşam enerjisi adeta uçup gitmiş gibiydi.
Bu böyle sürüp gitti. İster hoşlanayım, ister hoşlanmayayım bu durumdan kurtulmanın tek yolu kendi yaşamıma dönüp, bana neler olduğunu anlamaya çalışmaktı.
Bende bunu yaptım. Yaşamımdaki her şeyle beraber, sırt ağrımı da kendimin yaratığı fikrini benimsemeye başladım. Bunu yapınca yavaş yavaş rahatlamaya, kendi gücümü hissetmeye, iyileşme sürecine girmeye başladım.
Sırt ağrımı iyileştirme süreci üstünden çok zaman geçti. Bu süreçte çok korktuğum iki büklüm kalma olayı da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bu arada diğer insanları da eskiden yaptığım gibi, birtakım şeylere zorlamaktan vazgeçtim.
Yeniden doğuşu beni sınırlayan korkularla mücadele etmek için de kullandım. Örneğin; çocukluktan kalan bir korkum vardı. Otomobille uzun mesafeli yolculuklara çıkmaktan ödüm patlıyordu. Bu korku bana babamdan, ona da, babasından geçmişti. Hiçbir zaman benimle oturup, otomobil kullanmanın ona ne kadar korkutucu geldiğinden bahsetmemişti ( buna mecbur değildi elbette).Ancak ondaki bu korkuyu otomobille bir yerlere gittiğimiz her seferinde hissediyordum. En unutulmaz anılar ise 180 mil ötede oturan büyük anne-babamızı ziyarete giderken yaşadıklarımızla ilgilidir. Zaten normal koşullardan feci haldeki yollarda gitmek yeterince ürkütücüydü. Bir de buna Kuzey Dakota’nın Şükran günü ve Noel zamanı bizi bekleyen karlı, buzlu yollarını ekleyince durum iyice korkunçlaşıyordu.
Korkunçtu ama, gerçekte durum korkunç sözcüğüyle açıklanamayacak kadar korkunçtu (!) Korku ve stres, bezelye çorbasından, Londra sisinden bile daha korkunçtu. Kırk satır, kırk katır durumuydu anlayacağınız.
Korkusunu bastırmak için babam arabada sigara içerdi. Ben bu yolculuklarda o kadar hoşlanırdım ki, memnuniyetimi, her seferinde araçta kusarak gösterirdim. Bu da duruma benim katkım oluyordu.
Elbette, büyüyünce ehliyet aldım. İlk, tek başıma yaptığım yolculuğu hatırlıyorum da…
Bu yolculuk, her ne kadar bomboş caddelerde bir milden daha kısa sürse de bu kadar miktarını üretmeyi nasıl becerdiğimi benim de bilemediğim büyük bir korku ve panik içindeydim. Bir mucize eseri anahtarları içerde unutmadım. Üstelik eve de dönebildim.
Zamanla korkularımın çoğunu bastırmayı öğrenmiştim. Sonra da idare edecek seviyede bir sürücü olmuştum. Ancak o korkular hala içimdeydi. Her ne kadar onları bilincimin hemen altında tutsam da, her hangi bir durumda yüzeye çıkmak için hazırda bekliyorlardı. Örneğin; sekiz şeritli Sacremoento-San Fransisco otoyolunda, gerçek trafik içine ilk kez çıktığımda yaşadığım korkunç panik bunu gösteriyordu.
Yeniden doğuş bu korkuları süzebilme yeteneği verdi. O tarihten sonra mükemmel bir sürücüye dönüştüm. Etrafımdaki trafik akışından artık rahatsız olmuyor, kendimi tamamen güvende hissediyorum. Artık aracı tecrübeli bir sürücü gibi, gözlerimi dört açıp, gelebilecek tehlikelere karşı dikkatle, ama sakin, panikten uzak bir biçimde kullanabiliyorum. Bu anlattıklarım benim artık korku gibi, ya da olumsuz duygular adı verebileceğim diğer tüm duygulardan bütünüyle kurtulduğum anlamına gelmesin. Buradaki asıl önemli şey benim olumsuzluklarla daha farklı bir iletişimde olmamdır. Artık, bu duygu ve düşüncelerin bana faydaları olabileceğini düşünüyor, onlardan kaçınmaya, saklanmaya çalışmıyorum. Bu tür bir durumda, onları soluyarak içime çekiyor, içsel enerjimle bütünleştiriyorum.
Bunların sonucunda yeteneklerimde çok büyük artışlar oluyor. Her olumsuzluğun içinde benim için bir mesaj bulunduğunu başıma gelen şeylerin yaşanması gerektiği için meydana geldiğini, toplu bilincin asıl yükselen gerçeklik olduğunu artık biliyorum. Öyleyse, tüm bunlar ne demek oluyor? Hislerimin sonucundaki etkilere artık körü körüne bağlı değilim demek oluyor. Asla stres hissetmiyorum demek istemiyorum ( stres modern kültürünün bir parçasıdır). Ancak artık yeniden doğuş adı verilen teknikle geliştirdiğim yeteneklerimi kullanarak iç dengemi sağlayabiliyor, günlük yaşam içerisinde kendimi rahatlatabiliyorum. Sonuç olarak güçlü bir etkiyle karşılaşıyorum. Eğer ben bunu yapabiliyorsam herkes yapabilir. Çünkü ben sıradan bir insanım.
Enerji halkasını tamamladığınızda hissedecekleriniz tam anlamıyla başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacaktır. Yaşamın gücünü tüm bedeninizde, tüm yoğunluğuyla hissedebileceksiniz. Tüm bedeninizde bir canlanma meydana gelecektir. Bunu bana kanıtlayan şey içimde giderek artan çalışma azmi oldu. Yapmanız gereken tek şey işbirliği yapmaktır.
Evet, otomobil kullanma korkumu yendim. Duygularıma hükmetmeyi öğrendim. Çok mu büyük bir başarı bu? Hayır. Bunlar 1980 yılının hemen başında meydana gelen olayla kıyaslanınca son derece basit kalıyor.
Dünya değişiklik hipotezlerini 1980’de ilk kez işittim. O sıralarda yeniden doğuşçu olabilmek için eğitim alıyordum. Ancak o sıralar, daha ziyade kendimi ilgilendiren olaylara yoğunlaşıyordum.
İlk gerçek dersi 1981 yılında aldım. Leonard Orr Theta evinde ( San Fransisco’da bir yeniden doğuş merkezi) bir akşam semineri düzenlendi. “ Geç kalan Yeniden Doğuş, Muhteşem Gezegen Dünya” başlıklı, oldukça ilginç, kısa bir makale dağıtıldı. Dünyadaki değişikliklerden ( depremler, kutup değişiklikleri, vb) bahsedildi. Tüm bunların gezegenin %90’nını yok edeceği, üstelik tüm bunların çok yakında meydana geleceğinden söz edildi.
Tüm bunları ilginç fanteziler olarak algılayıp dikkate almayabilirdim. Ama tam tersini yaptım. Çünkü öncelikle, Leonard’a çok inanıyor, güveniyordum. İkincisi, 60’ların sonuna doğru bizim ( gezegenin) bir felaketin eşiğinden döndüğünü biliyordum. Bu nedenle açıklamaları ciddiye aldım. Hatta tüm bunların kesin gerçekler olduğuna ikna olmuştum.
Gezegen değişiklikleri tahminlerini anlayabilmek için konuyla birkaç ay boyunca iyice ilgilenmem gerekti. Anlamak, derken, paniğe kapılmayı, kastediyorum. Ancak bilgim arttıkça, bu kehanetleri bilmeme karşın gene de güven içinde yaşayabileceğimi fark ettim. Ayrıca tüm bunların beni yaşama daha sıkı bağladığını da söylemeliyim. Bu güven duygumun içsel bir kaynaktan geldiğini fark etmiştim. Kendimi, cennetteki varlıklar gibi, olabilecek her şeye önceden hazır hale getirilmiş gibi, güven dolu hissediyordum. Böylece kariyerimdeki en başarılı döneme girdim.
Hayatta kalabilme, başarılı olabilme endişelerimin tümü Dünya değişiklikleri kehanetlerinden oldukça etkilendi. Korkularım biraz azalınca, kendi iç benliğimi daha fazla dinlemeye başladım. Aslında hala bu kehanetler hakkında öğrenilecek bir şeyler vardı ama ben henüz onların farkına varamamıştım. Ama en azından özgürdüm. Sonra birkaç
dönüm noktası daha yaşadım.
1986 yılında Ramtha’nın Değişiklikler başlıklı sekiz saatlik video sunumunu izleyince, bir sonraki şamaya geçtim. İlk önce “ Yine mi aynı şeyler?” diyerek bilgileri küçümsedim.
Ancak bir süre sonra, bir kez daha oldukça etkilendiğimi fark ettim. Artık yeniden doğuş çalışmalarımda daha da başarılı oluyordum.
Bu gezegen değişiklikleri senaryolarına göre Kaliforniya er yada geç, okyanusun dibini boylayacaktı. En azından fırtınalar sırasında orada pek bulunmamak gerekiyordu.
Üçüncü önemli olay Nisan 1992’de yeni bir yeniden doğuş öğrencisinin bana gelişiyle yaşandı. Arazilerdeki tuhaf çizimler hakkında bir kitap görmüş, benim de daha önceden merak ettiğim şeyleri öğrenmek istiyordu. Bir süre bu konu üstüne konuştuk. Sonra bana Gordon Michael Scallion’u hiç duyup duymadığımı sordu. Duymamıştım. Bana ondan bahsetmeye başladı. Ve, elbette tüm bu sohbet sonunda Gezegen değişiklikleri üzerine yoğunlaştı. Scallion Dünya Değişiklik Raporu adlı aylık bir dergi çıkartıyormuş. Bu dergide % 87 doğruluk oranıyla gezegende zaman içinde meydana gelen değişiklik tahminlerinde bulunuluyormuş. Bunlar arasında büyük bir doğrulukla tahmin ettiği Ekim 199 Loma Prieta’daki ( San Fransisco yakınlarındaki bir bölge) 7.1 şiddetindeki deprem de vardı.
Yeniden doğuş derslerine geçtiğimizde, aydınlatılması gereken kişi o değil bendim. Bu bilgilerden son derece etkilenmiştim. Aslında şimdi bakınca durum komik gözüküyor. Ama o zaman hiçte değildi.
Böylece bir kez daha - havuza timsahları ziyarete- gitmeye karar verdik. Elbette o zamanlar henüz, Horus’un sol gözünü duymamıştım. Ancak peygamberin amacına ulaşamayabileceğini biliyordum. Ancak bize yaptığı UYANIN çağrısına cevap verebilirsek tüm bu kötü kehanetler gerçekleşmeyebilirdi.
Eski bir Çin atasözü; “ Eğer yönümüzü değiştiremiyorsak rüzgarın bizi istediği yere sürüklemesine izin vermişiz demektir,” der. Buna benzer şekilde hızla felakete doğru giderken, bu Dünya adlı uzay gemisini koruyacak bilinçten son derece uzağız. Rüzgar bizi istediği yere sürüklüyor. Kendimi son derece çaresiz hissetmiştim. Çünkü bu durumda yapılacak pek birşey yoktu gibi duruyordu. Ne zaman korku veya endişe duygularının esiri olsak otomatik bir biçimde, hiçbir seçeneğimiz kalmadığını düşünürüz. Bu nedenle havuza geri döndük. En büyük korkularımla yüzleşmeyi öğrendim. Tabi ki Scallion’un dergisine abone olarak aylık şok tedavimi de yapıyordum.
Haziran 1992’de Drunvalo’nun video kasetlerini izleyince her şey daha anlamlı gelmeye başladı. Drunvalo olan biteni çok geniş bir perspektifle inceliyordu ( Ekinoks değişimleri, kutup hareketleri, vb). Bu gezegensel değişiklikler 13000 yıldır oluyordu, son derece de normaldi. Yani bu konuyu fazla büyütmeye gerek yoktu. Son kutup değişikliğinin üstünden oldukça fazla bir süre geçti. O nedenle yeni bir değişiklik için çok az bir süre kaldı.
Drunvalo’nun Sirianlar’ın 1972 yılındaki müdahaleleri ve o tarihten beri meydana gelen tuhaf olaylar yüzünden bu seferki değişiklikleri daha az hasarla atlatacağımızı söylediğini de duydum. Sözcükleri duymuştum ama 1993 Nisanına kadar tam anlamıyla anlayamamıştım.
Bence, Drunvalo’nun söyledikleri tüm eksik parçaları doldurmuştu. Hep bir takım şeylerin eksik olduğunu, yeniden doğuşun pek çok konuda büyük yardımı olsa da, asıl büyük fotoğrafı göremediğimi düşünürdüm.
Madem merkabayı var edebiliyoruz neden nefeslerimiz sayesinde boyutlar arası geçiş yapmıyoruz ( ya da aklımıza gelen her şeyi) ?
O ana dek oturmuş Gezegen değişikliklerinin olumsuz taraflarını düşünüyordum. Kim bu korkulu durumu gül bahçesine çevirebilirdi?
Yarım bir fotoğraf, hele göremediğiniz taraf karanlıktaysa, çok tehlikeliydi.
Sonunda Nisan 1993’te her şey bir araya gelmeye başladı. Bizim gerçekliğimiz ve dünyada olan her şey bilinçlerin dışa vurumudur. Yani biz geleceği değiştirebilme gücüne sahibiz. Bunu bilerek bu seferki boyut değiştirme aşamasının çok daha kolay atlatılacağına ikna oldum. Sonunda burada bulunma sebebimin ne olduğunun farkına varıp, gözlerimi açtım. Ben burada Dünyadaki Cenneti yeniden yaratan boyutlar arası bir ustayım.
Sizler de öyle.
Benim işim yalnızca bunu size hatırlatmaktır.
0 comments:
Yorum Gönder