17 Ekim 2012 Çarşamba

ONLAR BURADA - BÖLÜM 6 - TARİHİMİZ

e-Posta
    http://www.dunyaana.com/images/ex5.jpgBize şu anda neler olduğunu, gelecekte neler olacağını anlayabilmemiz için geçmişimizi bilmemiz son derece yararlıdır. Örneğin bitkiler, büyürken neler yapılması gerektiğini hesaplayabilmek için Fibonacci düzeni adı verilen matematiksel bir sistem kullanırlar. Bitki ne yaptığını görmek için geçmişe bakar, şu an nerede olduğunu tespit eder, sonra ne yapacağını anlar. Bir süre önce oluşan yaprakların üstüne yeni sayılar ekleyerek kaç tane yeni yaprak oluşturacağını bulur. Örnek olarak, kendi kendine şöyle söyler: Biraz önce bir yaprak yaptım, ben de varım demek ki şimdi iki tane büyütebilirim. İki yaprak olunca bu kez; bir taneydim, iki tane daha ürettim şimdi üçüm, vb. Yeni bir şeyler yapabilmek için önce ne yaptığına bakmak zorundadır. Bu organik yapının kuralıdır.


    İnsanlar olarak bizler de günümüzdeki belalardan kurtulabilmek için tarihimizi bilmeli, bu belalara nasıl bulaştığımızı iyice anlamalıyız. Tarihimizin milattan önce 3800 yılında Sümer'de başladığını düşünürüz. Bu tarihten önce ise kıllı barbarlardan başka bir şey yoktu diye inanırız. Bu gezegende yaşayan insanların en gelişmişi olduğumuza eminizdir. Drunvalo'ya göre, gerçekte, gezegenimizde bizim hayal bile edemeyeceğimiz kadar ileri uygarlıklar vardı. Bu gezegendeki uygarlıklar 500 milyon yıl yaşındadır. Bu gezegen her yönden dış yaşam formlarının gelip birbirleriyle buluştuğu, yeni yaşam formları oluşturduğu ve ardından ayrıldığı yıldız tohumudur. Yarattıkları her yaşam formu beş bilinç seviyesi kadar ilerlemişlerdir. Şu anda bizler bu beş seviyeden ikincisindeyiz.
    Geçmişin ileri uygarlıklarına ilişkin neredeyse tüm kanıtlar ya göz ardı edilir, ya da bilmezlikten gelinir. Sirius yıldızıyla yaptığımız temaslar hakkında çok az şey bilinir. Oysa bu şu anki kötü durumumuzu anlayabilmek için son derece önemlidir. Robert Temple'ın Sirius Gizemi1 adlı kitabında aşağıdakiler anlatılıyor: Afrika Timbuktu yakınlarında Dogon adından bir kabile vardı. Bu kabile yedi yüzyıldan fazla bir süredir çağdaş bilim adamlarımızın ancak son yirmi yıl civarında bulabildikleri gerçekleri, biliyorlar.
    Dogon kabilesi üyeleri Sirius yıldızını tüm detaylarıyla bilmekteler. Siris gökyüzündeki en parlark yıldızdır, solda Orion kemerinin altında konuşlanmıştır. Dogonlar Sirius'un çevresinde evrendeki en ağır maddeden yapılan çok ufak bir yıldızın döndüğünü söylediler. Bu yıldız dönüşünü her elli yılda bir tamamlıyordu. Oldukça eski bir yıldızdı. Bu arada bilim adamları bu yıldızı teleskoplarıyla tespit edemediklerinden, etnografların da onayıyla bu yıldızı Dogon'a ait mitolojik bir öykü olarak kabul ettiler. 1970 yılında fotoğrafçılar tesadüfen Sirius'un çevresinde dönen cüce bir beyaz yıldızın fotoğrafını çektiler. Dogon masalındaki (!) gibi bir yıldızdı, çok eski bir yıldızdı. Bir metre küpünün ağırlığının yaklaşık 900 kilo olduğu tahmin ediliyordu. Yıldızın yörüngesindeki bir tam dönüşünü 50.1 yılda tamamladığı tespit edildi. Bu yeni bulunan yıldıza Sirius B adı verilirken eskiden bilinen yıldızın adı da Sirius A olarak değiştirildi.
    Bir grup araştırmacı Dogon kabilesini ziyaret edip, onlara bu bilgileri nasıl edindiklerini sorduğunda kabile üyelerinin yaşlıları uçan bir cismin kendilerini ziyaret ettiğini söylediler. Hızla inen cisim yerde bir çukur oluşturmuş, çukurun içi de suyla doldurularak gölet haline getirilmiş. Yunusa benzer bu yaratıklar oluşturdukları gölete atlayıp, kıyıya yaklaşmışlar, Dogon halkıyla konuşmuşlar. Onlara Sirius'tan geldiklerini söyleyip, Sirius'la ilgili bir çok öykü anlatmışlar.
    Dogon'lar bunlardan çok daha ilginç başka bilgiye de sahiptiler. Sirius A ve Sirius B'nin 1912-1990 yılları arasındaki zaman dilimi içinde dünyadan izlenebilecek görsel hareketlerini biliyorlardı. Bu yıldızların en yüksek konumlarına bu dönemde ulaşacağının da farkındaydılar. Ayrıca bizim güneş sistemimizdeki gezegenlerle, uyduları hakkında da oldukça fazla bilgiye sahiptiler. Böyle şeyleri bu derece gerçek değerlerle nasıl bilebiliyor ya da hayal edebiliyorlardı?
    Söyleyebileceğim diğer şeyler de Sfenksle ilgili. Mısır araştırmacıları Sfenks'in milattan önce 2500 yıllarında firavun Kefren tarafından yapıldığını söylemekteler. 1961'de basılan kitabı Le roi de theocratie pharaonique (Kutsal bilim), matematikçi, düşünür ve doğu kültürü araştırmacısı R. A. Schwaller de Lubcz şöyle diyor:
    Mısır topraklarından geçen muazzam miktardaki suyun bu büyük uygarlık üzerindeki etkisini göz ardı etmemeliyiz. Bu su, kayalara yapılan Sfenks'in varlığını ve Giza'daki sarp kayalıkları etkilemiştir. Sfenks'in aslan gövdesinin üzerinde başının olmayışı su erozyonunu tartışılmaz bir biçimde göstermektedir. 2
    Mısır araştırmaları uzmanı John Anthony West, Schwaller de Lubicz'in kitabını 1972 yılında okuduktan sonra suyun Sfenks üstündeki etkisini araştırmaya karar verdi. Yaptığı incelemede suyun etkisinin çok aşırı olduğu sonucuna vardı. Su yukarıdan 12 feet aşağıya kadar büyük bir bölümü etkilemişti. Durum hakkında jeolojik bir bilgi sahibi olabilmek için Amerikalı jeolog Robert Schoch'u bölgeye getirdi. Jeolog Sfenks üstündeki tahribatın rüzgar veya kumla değil suyla oluştuğuna emin olduğunu belirtti. Ancak yoğun yağışın Sfenks'i etkileyebilmesi için bu etkinin en az 1000 yıl sürmesi gerektiğini belirtti. Jeolog şu anda arkeolojiyle yoğun bir biçimde ters düşmektedir. Sahra Çölü en az 7.000 ile 9.000 yıl yaşındadır, bu da Sfenks'in en azından 8.000 - 10.000 yaşları arasında olması gerektiğini göstermektedir.
    Mısırlı arkeologlar bu araştırmalar karşısında söyleyecek bir şey bulamıyorlar. Çünkü kanıtlar son derece kesin bir biçimde ortada bulunuyor. Ancak bunu kabul etmek bu gezegende 8.000 - 10.000 yıl önce bu tür bir şeyi inşa edebilecek durumda bir uygarlık bulunabileceğini kabul etmek anlamına gelecektir. Thoth'a göre Sfenks bu gezegende beş milyon yıl önce uygarlıklar bulunduğuna dair bilgiler içermektedir. Aslında bunlara benzer 500 milyon yıllık uygarlıklar da vardır. Beş buçuk milyon yıl önce bu gezegende bir şey oldu. Bu yüzden de daha öncesi ile ilgili kayıtlar yok oldu. Thoth dahi ne olduğu konusunda en ufak bir bilgiye sahip olmadığı gibi, daha eski kayıtlara da nasıl ulaşılabileceğini bilmiyor.
    Sümer uygarlığı birden bire hiçbir gelişim aşaması yokken, birden bire ortaya çıkmış gibi duruyor. Aynı şeyi Mısır uygarlığı için de söyleyebiliriz. Mısır yazısı birden bire en gelişmiş haliyle ortaya çıktı, sonra da baş aşağı gidip, giderek bozuldu. Tüm eski uygarlıklar, Sümer, Babil, Mısır ve benzerleri hep aniden gelişip birden çökmüşlerdir. Sümer şehir kalıntılarının incelenmesi sırasında arkeologlar üzerinde güneş sistemimizdeki gezegenlerin doğru biçimde sıralandığı tabletler buldular. Bu tabletlerde gezegenler arasındaki mesafeler bile verilmişti. 3 Bunu nasıl bilebildiler? Ayrıca bu tabletlere gün dönümü değişiklikleri ile ilgili bilgiler de eklenmiş olarak bulundu. Bu değişiklikleri fark edebilmenin tek yolu gözlem yapabilmektir ve bu gözlemi yapabilmek için gereken en az süre 2160 yıldır. Sümerliler bu bilgiyi nasıl elde etmiş olabilirler? Bunun yanında bu günkü yaygın düşünce şekline göre onlardan 2160 yıl önce gelişmiş bir uygarlık bulunmuyordu.
Yaratıcılarımız
    Şimdi tartışmayı 400.000 yıllık tarihimize doğru çevirmek istiyorum. Burada Thoth ve Zecheria Sitchin'in On İkinci Gezegen 4 ve Yeni Başlangıç 5 kitabındaki bilgilerden yararlanacağım. Sitchin güneş sistemimizde başka bir gezegen daha olduğuna inanıyor. Sümer Nibiru adlı bu gezegen bir kuyruklu yıldıza benzer bir görüngeye sahipti. Bu gezegenin güneş etrafındaki turunu tamamlaması için gereken süre 3600 yıldı. 400.000 yıl önce dünyayı ziyaret eden o gezegendeki insanlara Nefilim* adı verildi. Thoth bunun nedenini söylemiyor. Aslına bakılırsa thoth Nefilim ismini hiç anmamıştır. Sadece Drunvalo'yla o zamanlar dünya üzerinde devler olduğunu söylemiştir (Nefilimler'in boyları üç-dört metreydi). Bunların gezegenimize inmelerinin nedeni atmosferleri için altına ihtiyaç duymalarıydı. Yeni Başlangıç kitabında Sitchin şöyle yazar:
    Gezegenleri Nibiru'daki Anunnaki ya da / Nefilim ırkı bizim Dünyada kısa bir süre sonra karşı karşıya geleceğimiz sorunları yaşamaktaydılar. Ekolojik bozulma gezegen üzerindeki yaşamı olanaksız hale getirmek üzereydi. Giderek azalan atmosferlerini geçici de olsa koruyabilmenin yegane yolu altın moleküllerinin bir kalkan olarak kullanılmasıydı. 6
    İşte bu nedenle, altın bulmak için buraya geldiler. Sonra, 200.000 yıl boyunca madenlerde onlar için çalışan işçiler isyan edince madenlerde çalıştırmak amacıyla itaat etmeyi seven bir ırk yaratmaya karar verdiler. Yani bizi. Bu noktada Kuzey Afrika'nın bilinen en eski altın madenlerinin bulunduğu yer olduğunu belirtmekte fayda var. Arkeologlar en az 50.000-100.000 yıllık homo sapiens kemikleri ve duvarlarda mağara resimleri buldular. Sitchin Nefilimler'in bizi yaklaşık 300.000 yıl önce yarattığını öne sürmektedir. Ama Thoth tarih konusunda çok emindir. Thoth bizim tam olarak 200.209 yıl önce yaratıldığımızı söyler (1994'e göre).
    Sitchin Nefilimler'in bizi genetik deneyler sonucunda yarattıklarını ileri sürer. Oysa Thoth'a göre Nefilimler bunu tek başına yapamazdı. Güneş sistemi dışından yardım almış olmalılar. Bu dış yardım pekte yabancı olmayan bir kaynaktan geldi. Sirianlar Nefilimler'e bizi yaratmaları için yardımcı oldular. Nefilimler ilk olarak okyanusa indi ve yarı insan yarı balık olarak görüldüler. İlk olarak kendilerine yakın bir bilince sahip yunuslarla bağlantı kurmak için suyun derinliklerine indiler. Durumu kontrol edip, yapmak istedikleri şey hakkında onlardan izin almak zorundaydılar. Sümer kayıtlarına göre Nefilimler ilk olarak Güney Irak'a giderek orada şehirler kurdular. Sonra da altın madenleri kurmak için Güney Afrika'ya geçtiler.
    İncilde bahsedilen bu şehirler ile ilgili kayıtlara, antik Sümer şehirlerinde yapılan kazılarda bulunan kil tabletlerin bulunmasıyla ulaşıldı. Bu kayıtlar geçtiğimiz yüzyılın sonlarında bulundu ve bunlar gezegenimizin istisnasız elde ettiğimiz en eski bilgi kaynaklarıdır. Sitchin bu kayıtları okuyabilme yeteneğine sahip bir insandır.
    Thoth bu gezegende devlerin olduğunu söylemişti, bu devler bizim annelerimiz oldular. Bunların yedisi bedenlerini birleştirerek bilinç küreleri meydana getirdiler. Hayatın tohumuyla bu bilinci birleştirerek bir yumurta yarattılar. Yedi beden hayatın tohumlarını atmak adına bu geometrik biçimde bir araya geldiğinde bir alev belirir. Bu alev bir metreden fazladır ve mavimsi-beyaz bir renktedir. Aslında soğuktur ama alev gibi gözükür. İşte bu olay "Amenti Koridorları" içinde gerçekleşti.
    Amenti koridorları oldukça eski bir yapıdır. 5,5 milyon yıl önce inşa edilmişlerdir. Aslında hiç kimse bu koridorların gerçek yaşını ve ne amaçla yapıldıklarını bilmemektedir. Çünkü 5,5 milyon yıl önce meydana gelen olay gezegendeki Akashi kayıtlarını yok etti. Unutmayın; bu gezegendeki uygarlıkların kökeni 500 milyon yıl öncesine kadar gidiyor, biz sadece 5,5 milyon yıl öncesine kadar ulaşabiliyoruz.
    Amenti koridorları aslında boşlukta eğri bir düzleme inşa edilmiştir. Şekil itibariyle kadın rahmine benzemektedir. Buraya girmenin yalnızca bir yolu vardır, ancak buraya bir kere girdikten sonra sonsuz uzaya çıkmış olmakla eşdeğer bir duruma gelinir. Bu tür karmaşık düzlemler bu dünyanın hareket seviyesinden bir derece daha yüksek bir üst tondadır. Genelde dünya gezegeninden 440.000 mil uzakta inşa edilirler ancak Atlantis çağında Dünya yüzeyindeydi. Şu anda bu yer dünyanın 1000 mil içinde kalmıştır. Drunvalo'nun şu anda üstünde piramit bulunan bu odalarından birine girilmesine izin verildi. Pirmait'te, altın miktarının az olduğu bu oda taşlardan yapılmıştı. Odanın ortasında bir küp vardı, küpün en üstünde de alev.
    Yaratma ya da oluşturma sürecinde Sirius B ya da kesin bir ifadeyle Sirius B'nin üçüncü gezegeniyle yapılan eş zamanlı hazırlıklar sonucunda on altı erkek on altı kişiden oluşan aile Sirius B'den gelerek Dünya'ya inip, doğruca Amenti koridorlarındaki aleve gittiler. Burada 2000 yıl boyunca çoğaldılar. İşte bu iki farklı ırk, biri Sirius'tan diğeri Nibiru'dan gelen bu iki ırk, yaratılma sürecimizde işbirliği yaptılar.
    Thoth ilk olarak güney batı Afrika açıklarındaki Gondwanaland adı verilen bir adaya yerleştirildiğimizi söylüyor. Bu adaya yerleştirilmemizin asıl nedeni adadan başka bir yere gidemeyişimizin sağlanmak istenmesidir. 50.000 yılla 70.000 yıl arası o adada kaldık. Oradan Güney Afrika'ya getirildik. Bundan da ilginci tüm Afrika yaradılış öyküleri bu anlatılanlarla tam bir uyum içindedir. Bu öyküler hep kendilerinin Afrika'nın güney batı sahili açıklarında Gondwanaland adını verdikleri bir adadan geldiklerinin belirtilmesiyle başlar.
    Sitchin'in On İkinci Gezegen adlı eserinde, Sümer yazıtlarını inceleyerek yaptığı yorumlara göre; Nefilimler'in bizi Afrika altın madenlerinde çalışmamız için yaratmalarından sonra bazılarımız E. DİN bahçelerinde çalıştırılmak amacıyla Mezopotamya'ya götürüldük. Her şeyden önce "tanrılar" bizleri seviyorlardı çünkü bizleri kendi görüntülerinde yaratmışlardı. Ancak E. DİN'de Nefilimler'in kendileri için yaptıkları meyve bahçelerinde özel bir ağaç vardı. Bilgi ağacı. Bu ağacın meyvesinden yememizi yasakladılar. Ama biz buna itaat etmedik. Bu ağacın meyvesini yediğimiz çok açık, zira bunun sonucunda meyve bize cinsel olarak çoğalabilme yolunu öğretti. O ana dek iki ırkın bir araya gelmesiyle ortaya çıkan melez yaratıklar olarak üreme yeteneğine sahip değildik. Sümer yazıtlarını yorumlayan Sitchin'e göre bizler Homo Sapiens'in ataları olan Nefilim ve Homo Erectus'un birleşiminden oluşan bir ırkız. Thoth'tan da Sirius'tan gelenlerin bu konu üstündeki rolleri hakkında oldukça yararlı bilgiler elde etmekteyiz.
    Elbette, Nefilimler bizlerin çoğalabilmemizi istememişti. Buradaki tüm kontrolü ellerinde tutmak istiyorlardı. Yediğimiz meyve bize steril melezlerden, üreme yeteneğine sahip canlılar konumuna nasıl dönüşebileceğimizin bilgisini vermişti. Nefilimler, biz bu yetenği elde edince çok kızdılar ve bizleri bahçeyi terk etmeye zorladılar. Antik yazıtları inceleyen uzmanlara göre Sümer yazıtları İncil kayıtlarını etkiledi, bu nedenle de, İncildeki yaradılış öyküleri eski Sümer öykülerinin adeta kısa birer özetidir.
    Her ne kadar bizi bahçeden atsalar da Nefilimler bizim kendi yiyeceklerimizi yetiştirmemize izin verdiler. Mezopotamya'daki bahçelerin doğusunda kalan dağlık bölgeye gittik. Thoth'a göre oralarda uzun zaman kaldık. Ama daha sonra kutup hareketi başladı ve Gondwanaland adası battı. Kurtulanların çoğu Afrika'ya giderken önemli bir kısmı da diğer kıtalar yok olurken sularda yükselen Lemuria kıtasına gitti.


Lemuria


    Lemuria kıtası 60.000 ile 70.000 yıl arası varlığını sürdürdü. Lemuria kıtasının var olduğu dönem dünyada hislerin hakim olduğu, dişi bilinç çağıydı. Daha henüz Lemurialılar'ın sahip olduğu yetenekleri anlamaya bile başlayamadık. Örneğin cisimleri uzaktan hareket ettirebilmek için gerekli akıl kalp birlikteliği şu an bizim için bir bilinmeyendir.
    Zamanı hızlı akıtıp günümüzden 80.000 yıl öncesine gelelim. Ya da başka bir deyişle kıtanın batmasından 1000 yıl öncesine. Kıtanın yavaş yavaş battığı günlerde (kıta çok ağır hareketlerle suya gömülüyordu) Ay ve Tyia adlarında çift yaşardı. Ay ve Tyia yaşamları boyunca gösterdikleri ilerleme sayesinde fiziksel olarak ölümsüz olabilme yetisini elde etmişlerdi. Bu nedenle Naacal Gizemi adlı bir okul açarak ölümsüz olabilme yetisinin kazanılması için gerekli olan şeylerle, yükselebilme yöntemlerini diğerlerine öğretmeye başladılar. Yükselme yöntemi; bilinçlenerek bir dünyadan diğer dünyaya yolculuk edebilme yöntemidir. Bu yolculuk sadece ruhsal anlamda değil bedeninizle de yapılmaktadır. Bu ölüp başka bir dünyada yeni bir bedende yeniden yaşamaya başlamak anlamına gelen yeniden doğuştan çok farklıdır. Bu okul sonunda 1000 ölümsüz ustayı yetiştirdi. Bu ustalar tam da Lemuria batarken bu yetiti kazanmışlardı. Tamamen sezgi güçleriyle Lemuria halkı kıtalarının batmakta olduğunu fark ettiler, duruma çok iyi hazırlandılar. Bu nedenle de olay sırasında çok az kayıp verdiler. Kıta, üstünde yaşanılamayacak duruma geldiğinde Lemuria halkının neredeyse tamamı en güney bölgedeki Titicaca (Peru) ile en kuzey bölgedeki Shasta Dağı'na (Kaliforniya) göç etmişlerdi.


    Atlantis


    Lemuria batar, kutuplar yer değiştirirken, tüm bu karışıklık içinde Atlantis yükseldi. Lemuria Naacal Gizem okulundan mezun 1000 civarındaki ölümsüz usta Atlantis'e özellikle de Atlantis'in on adasından Undal adı verilen adaya yerleştiler. Bu ustalar adaya yerleşir yerleşmez tam adanın ortasından geçecek şekilde güneyden kuzeye bir duvar inşa ettiler. Bu duvar 12 metre yükseklikte 6 metre enindeydi. Bu nedenle bir taraftan diğer tarafa geçmek imkansızdı.
    Bu ölümsüz ustalar daha sonra doğudan batıya daha küçük bir duvar diktiler. Bu şekilde adayı dörde böldüler. Bu yapı insan zihninin benzeriydi. Çünkü bizim beynimiz de corpus callosum adı verilen bölgeden tam iki beyinciğe bölünür. Sol beyincik erkek taraftır ve mantık konusunda uzmanlaşmıştır. Sağ beyincik dişidir ve deneyimler ile sezgiler üzerinde uzmanlaşmıştır. Ama erkek beyincik aynı zamanda dişi ya da deneyimsel, sezgisel gücü, dişi tarafta erkek ya da mantıksal gücü içerirler. Bunlar insan beyninin dört bölümüdür.
    Bu ustalar adalarını dörde böldükten sonra ikiye ayrıldılar. Bir kısmı adanın bir yarısına diğer kısmı da diğer yarıya yerleştiler. Adanın solunda kalan ustalar mantık düşünürleri, sağa gidenlerse sezgi düşünürleri oldular. Hayat ağacının on şablonunu ana adaya uyguladılar. Bunu gerçekleştirdikten sonra, diğer adalara da aynı şeyleri uyguladılar. Böylece enerji anaforu bu adaların etrafında dönmeye başladı. Sonuçta da geri kalan Lemurialılar'ı Atlantis'te toplamaya başladılar. Her biri kendi doğasıyla uyumlu kişisel anaforunu oluşturdu. Titicaca gölüyle Shasta dağına yerleşen Lemurialılar nedenini anlayamıyorlardı ama birden bire Atlantis'e gitme göç etme ihtiyacı hissetmişlerdi. Çünkü ustaların oluşturduğu enerji anaforu onları çekiyordu.
    Ne yazık ki Lemurialılar henüz öyle bir evrim basamağındaydılar ki Hayat ağacıyla uyumlu olan on anafordan yalnızca sekizini gerçekleştirebildiler. Böylece Lemurialılar bu on adadan sekizine yerleştiler. Buralarda şehirler kurdular. Ancak diğer iki adadaki enerji anaforları boş kaldı. İşte büyük sorunda bu noktada başladı.
    Boş kalan enerji anaforları iki davetsiz gelen uzaylı ırkın gelişiyle sona erdi. Bu ırklar bilinçlerini bizim insan bilincimizle birleştirerek gelişimimizin bir parçası halini aldılar. Bunlardan ilk gelen uzaylı ırk kökenleri bilinmeyen Hebrew'lardı. Bunlar pek bir sorun çıkartmamışlardı. Hatta, bize henüz geliştirmediğimiz bir çok alanda ilerlememiz için yardım bile ettiler. Sorunu çıkartan gelen ikinci ırktı. Bu ırk Mars'tan -bu bizim bildiğimiz şu anki Mars değil, bir milyon yıl önce var olan Mars- gelmişlerdi. O zamanlar Mars son derece güzel bir gezegendi. Tam anlamıyla hayat doluydu. Ancak Mars halkı Lucifer tarafından kışkırtılan (buna daha sonra değineceğiz) isyana benzer bir sorundan dolayı son derece sıkıntıdaydı. Gezegen bu nedenle giderek yok oluyordu. Ama Marslılar'ın sorunu Lucifer'in kendisi tarafından yaratılmış değildi. Ona benzer başka bir varlık tarafından gelmişti. Ben bu önemli soruna her ne kadar Lucifer'in kendisi yalnızca son büyük ayaklanmaya karışmış olsa da Lucifer isyanı adını vereceğim.


    Lucifer İsyanı


    Lucifer Tanrı'nın yarattığı en harika meleklerden biriydi. Ancak kendini Tanrı sanmak gibi bir kusuru vardı. Lucifer merkabayı yani yaradılış şablonunu biliyordu ancak sadece iç yaradılış yapabilmesine izin vardı. İç yaradılış demek; duygusal bedeninizi bilişsel bedeniniz içinde bozulmadan tutabilme gücüdür. Lucifer bir adım ileri gitti. Gözle görülmesi daha kolay olan dışsal yaratım yapmak istedi. Kendini Tanrı'dan, kaynaktan ayırarak bunu yapabilmesi mümkün değildi. Ancak sağlıklı düşünemeyerek; "Çok zor değil Tanrı içsel yaratım da yapabiliyorsa ben de dışsal yapabilirim" dedi. "Eski merkaba bilgim sayesinde." Bu hidrojen bombasıyla aşkın aynı şey olduğunu söylemek gibi bir şeydi. Neticede ikisi de parlak ve sıcaktır. Ama merkabayı dışsal yaratımda kullanmak bir milyon kat daha ciddi bir iştir.
    Tanrıya karşı böyle bir şeye dünyamızı etkileyen sonuncusundan önce üç kere daha kalkışılmıştı. Bunların tümü tam bir karmaşa ile sona ermişti. Son Lucifer isyanı yaklaşık 200.000 yıl önce meydana geldi ve bu kez Lucifer üç meleği daha kendisine katılmaya ikna etmişti.
    Bir milyon yıl önce Mars bir önceki Lucifer isyanı (üçüncüsü) yüzünden ölmekteydi. Gezegen çıldıran merkaba nedeniyle yok olmaktaydı. Sevginizi ya da duygusal bedeninizi kullanarak içsel bir merkaba yarattığınızda bedeninizin etrafında bir yaşam alanı meydana gelir.
    Ama harici bir merkaba yaratırsanız sevginizi kullanmaya ihtiyacınız yoktur. Yalnızca matematiksel zekanız bunun için yeterlidir. Nihayetinde bu, duygusal bedeni olmayan, sevgiyi anlayamayan yalnızca sol beyinciğe sahip yaratıklar tarafından gerçekleştirilen bir eylemdir. Bu yaratıklara örnek olarak Grileri (Griler Marslılar'ın torunu uzaylı ırktır ve bu günlerde gezegenimizi ziyaret etmektedir) gösterebiliriz. Merkabayı harici olarak yaratmanın meydana getireceği diğer etki de şudur; bu eylem çift yönlülük meydana getirir. Bunun olmaması neden mümkün değildir çünkü; duyguları teknolojiye dönüştürebilmek için bunu yapmak zorundadır. Bir kez her şey bu ikilik içinde birbirine karışınca, duygular teknolojik araçlarla birleşince Tek ruh her şeyin içinde hareket etmeye başlar. Böylece iyiyle, korkuncu aynı anda görmeye başlarız çünkü Tek ruh artık harici yaratılmış dünyadadır. Ve bu ikisi arasındaki farkı ayırt etmek neredeyse imkansızdır.
    Marslılar Atlantis'e geldiklerinde beraberlerinde Lucifer isyanından kalan etkileri de getirdiler. Ve bu etkiler bizim dünyadaki çöküşümüze sebep oldu. Sorun Marslılar'ın tam anlamıyla sol beyinciğin yarattığı bir kültürün üyeleri olmalarıydı. Marslılar her şeyi anlayabiliyor, bilebiliyorlardı ama hiçbir duyguya sahip değillerdi. Onlarda sevgi yoktu. Kendilerinden başkalarını korumak için herhangi bir sebepleri bulunmuyordu. Sonuç olarak sürekli kavga ediyor, atmosferlerini tahrip ediyorlardı. Aynı bizim şimdi yaptığımız gibi. Mars ölürken yaklaşık 1000 kadar Marslı bizim şimdi Saydonya adını verdiğimiz bölgede heykeller yaptılar. Bu dev insan yüzleri ve kalıntılar 1976 yılında Viking araştırma gemisi tarafından fotoğraflanmıştır. Bu heykellerde kürelerinin içindeki tetrahedronun tüm matematiksel detayları ile kendi talihsiz harici merkabalarını nasıl yarattıkları gösterilmektedir. Dahili merkaba yaratma yetilerini kaybettiler çünkü çok uzun zamadan beri bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlardı. Zaten böyle bir şeyi yapabilmek için duygusal bir bedene ihtiyaç vardı. Yalnızca harici merkaba yapmayı biliyorlardı, onlar da buna devam ettiler. Bunun yapmaları gereken tek şey olduğunu düşünüyorlardı.
    Dışsal uzay-zaman aracının yaratılmasıyla birlikte Marslılar uzayda ve zamanda yolculuk yapabilmeye başladılar. Kendileri için gidebilecekleri mükemmel zamanı ve yeri bulabiliyorlardı. Kendi geleceklerini gördüler, -yaklaşık 65.000 yıl öncemizi-, Dünya'daki Atlantis'in kendileri için kusursuz bir yer olduğuna karar verdiler. Bu nedenle de buraya geldiler. İsteğimiz dışında yerleşip, gezegeni ele geçirmeye çalıştılar. Ancak sayıları çok azdı bu nedenle başarısız oldular. Sonunda anlayamasalar da, kabul etmeseler de, bizim dişil yaşam şeklimize uyum sağlar gibi davranmaya karar verdiler. Çok güzel rol yaptılar. Denediler, tam 50.000 yıl boyunca sürdürdüler. Ama bu sırada sürekli aksamalar meydana geldi. Onların bizim üstümüzdeki gücü öylesine yoğundu ki zamanla bilincimizi dişil bilinçten eril bilince doğru çevirmeye başladılar. Birden bire değişmedik ama önemli miktarda bozulmuştuk.
    Marslılar'ın bizim gelişim evrimimize müdahale ettikleri sırada biz adeta on dört yaşında bir kız çocuğu kadar toplumsal bilince sahiptik. Oysa Marslılar altmış beş yaşındaki yaşlı bir adamın bilincine sahiptiler. Bizim isteğimiz dışında evrimize müdahale ettiler, bize tecavüz ettiler. Söylediğim gibi aslında yapabilselerdi gezegeni tamamıyla ele geçirirlerdi ama sayıları az olduğundan en azından bir süre için bizimle birlikte var olmayı tercih ettiler.
    Her ne kadar zaman zaman çatışmalar olsa da günümüzden 16.000 yıl öncesine kadar her şey sakin geçti denebilir. O tarihte şu an Güney Carolina Charlestown'un bulunduğu bölgeye bir kuyruklu yıldız çarptı. Şu anki haritalara göre dört eyalet kadar bir bölge çarpmanın oluşturduğu erimiş taş, demir yığınından etkilendi. Atlantis kültürü gelişmiş olduğundan onlar kuyruklu yıldızın geleceğini önceden biliyorlardı. Aslında onu gökyüzünde patlatacak teknolojiye sahiptiler. Marslılar bombaları kullanarak kuyruklu yıldızı yok etmemiz konusunda bizi ikna etmeye çalıştılar. Ancak her ne kadar üstümüzde oldukça güçlü etkileri olsa da hâlâ dişil yanımız onlara hayır diyebilecek kadar güçlüydü. Temel olarak sezgisel bakış şöyle diyordu: "Hayır, gökyüzüne ateş etme. Bu Tanrının işidir. Ne olacaksa olacaktır. Bırak hemen olsun." Böylece Atlantis'liler kuyruklu yıldızın çarpmasını izlediler ve tahmin edin ne oldu? yıldızın verdiği zararın neredeyse tamamı Marslılar'ın yaşadığı bölgelerde meydana geldi. Aslında bu bölgelerin çoğu tamamıyla sulara gömüldü. Bu geri kalan Marslı için bardağı taşıran son damlaydı.
    Harici merkaba tutkunları bu andan itibaren bizim liderliğimizi takip etmemeye, kendi yollarına gitmeye karar verdiler. Bir milyon yıl önce Mars'ta yaptıkları ve sonucunda dışsal aracı elde ettikleri Lucifer deneyimine benzer yeni bir girişimde daha bulundular. Ancak hâlâ gerekli duygusal bedene, karşıt yönde dönen alanlar yaratabilmek için gereken sevgiye sahip değillerdi. Bu eksikliklerini gidermek için dünyada hiç bir şey yapmamışlardı. Aslında yaptıklarını düşünüyorlardı. Ama yaptıkları şey, dışsal merkaba yaratmayı yeniden icat etmiş olmalarıydı. Bunu yapmaları, Lucifer isyanının dünya üzerindeki etkilerini yoğunlaştırdı ve Marslılar da büyük bir başarısızlığa uğradılar. Deney kontrolden çıktı ve bütün boyut seviyelerini yırtıp açmaya başladı. Diğer boyutlardan burada olmaması gereken milyonlarca ruhun birden toplanmasına sebep oldular. Bu her şeyi bozdu, gezegen tamamıyla aklını yitirdi.
    Binlerce uluma, korkmuş varlıkların panik içinde attığı çığlıklar yalnızca atmosferde duyulmuyor, bu gezegendeki herkesin aklında, ruhunda da çınlıyordu. Korkunç bir durumdu.
    İlerlemiş ustalar, boyutsal  yırtıkların çoğunu ellerinden geldiğince çabuk onararak büyük yardımlarda bulundular. Ama milyonlarca soyut varlık vardı, neredeyse her Atlantisli yirmi ile yüz arasında farklı ruhu vücudunda hissediyordu. Atlantis'te olanlar şu anda dünyamızın içinde bulunduğu durumdan daha kötüydü. Ama biz o duruma hızla yaklaşıyoruz. Ve o ruhlar hâlâ buradalar. Bu gezegende yaşayan herkes bu ruhlardan bir kaçını bedeninde taşıyor.
    Bu başarısız deney yaklaşık 16.000 yıl önce gerçekleşti. Onu izleyen 4000 yıl boyunca her şey daha kötüleşti. İleri ustalar, en yüksek bilinç aşamasına erişmiş varlıklar bulundukları altıncı boyutun onuncu, on birinci, on ikinci üst tonundan bize bakarak yardım için dua ettiler. Herkesi kurtarmak için bir yol bulmalıydılar. Marslılar'ı kolayca ortadan kaldıramazlar, soyut ruhları öldüremezlerdi. Bu ileri ustaların yapabileceği bir şey değildi. Çünkü bu yöntem yaşam yollarından biri değildi. Bu nedenle ustalar bakıp dua etmeyi sürdürdüler. Bir yandan da herkesin kazançlı çıkacağı bir yol aramayı da sürdürdüler.
    Yaşamın en yüksek aşamasında bilinç birliği vardır. Bu bilinç birliğinde ne çelişkiler, ne de göz yanılgıları bulunur. Yalnızca bir tek ruhun her yerde olduğunu fark etmek yeterlidir. Bu nedenle her şey birdir. Bu nedenle ustalar Marslılar'ı kolayca ortadan kaldıramıyorlardı. Bizim modern cerrahi yöntemimizde, işe yaramayan parçayı keser alırsın. Ama gerçek yaşam öyle değildir. Marslılar'ı kovarken ya da yok ederken meydana gelebilecek bir kayıp herkes için kaybetmek olacaktır.
    Bir çok galaksi arası konsül bu durumu çözebilmek için olaya karıştı. Geçmişi inceleyip, buna benzer bir olayın daha önce yaşanıp yaşanmadığına, yaşandıysa bunu düzeltmek için işe yarar bir yöntem olup olmadığını araştırmaya koyuldular. Yapay bir mesih bilinçlenmesinin başlaması gerekiyordu. Doğal bir biçimde başlamasa da, suni bir mesih bilinçlenme sistemine izin verilmesi bu gezegendeki durumun iyileşmesini sağlayabilirdi.
    Bir kez bilincimiz belli seviyeye ulaşırsa sorunlar kendiliklerinden çözülür. Mesih bilinçlenmesi toplumsal bir bilinçlenmedir. Bu nedenle yapılabilirse herkes kazanabilir.
    Dünyayla ilişkili beş bilinç seviyesi bulunmaktadır. Bu bilinç seviyesi doğrudan genetik yapımızdaki kromozomların sayısıyla ilişkilidir. Bu düzeyler ölçülebilir. Birinci bilinç seviyesi kırk iki artı iki kromozoma sahiptir ve bu armonik bilinç birleşik bir bilinçtir. Bu noktada bilinç şöyle işler: Eğer bir birey bir deneyim yaşarsa herkes için bu bilgiye ulaşmak ve yeniden yaşamak münkündür. Bu Avustralya yerlileri Aborijinlerin cennet tasvirine uymaktadır. Bu seviyenin yüksekliği 100 ile 150 santimetre arasındadır.
    Bilincin ikinci aşaması ise şu an içinde bulunduğumuz bilinç durumudur. Artık toplu bir bilince sahip değilizdir. Diğerleriyle bağlantımız kopuktur, ayrı birer bireyizdir. Bilincin ikinci aşamasında kırk dört artı iki kromozom bulunur ve yükseklik 150 ile 210 santimetre arasında meydana gelir.
    Bilincin üçüncü aşaması, yani Mesih bilinçlenmesinde kırk altı artı iki kromozom bulunur. Yükseklik ise 300 ile 480 santimetre aralığındadır. Burada yeniden toplumsal bilince geri döneriz ancak bu kez toplumsal bilinç artık daha da ileri gitmiştir. Artık hayaller değil gerçekler toplumsal bilincin içine girmiştir. Bir şeyi hatırladığınızda bu gerçektir ve bu yalnızca sizin hafızanız değil yaşamış tüm Mesih bilincine sahip bireylerin hafızasıdır. Üçüncü seviyede anahtar hafıza diyebileceğimiz tek bir bilinç vardır, o da herşeyi kapsar. Ölümsüzlük işte budur. Ölümsüzlük, daima gidilebilecek daha iyi bir yer olduğundan, bir bedende sonsuza dek yaşamak değildir. Siz farklı düzeylerde hareket etseniz de anahtar bilinçte bir kesinti olmaz. Herhangi bir hafıza yitimi gerçekleşmez. İstediğiniz anda bulunduğunuz yeri terk edebilirsiniz. Ama asla bu noktaya nereden geldiğinizi unutmazsınız.
    Dördüncü bilinç seviyesi kırk sekiz artı iki kromozomla 750 ile 1000 santimetre yüksekliğinde bulunur. Beşinci düzeyse elli artı iki kromozom ve 1500 ile 1800 santimetre seviyelerindedir. Dördüncü seviye aynı ikinci seviye gibi armonik olmayan bir seviyedir. Ancak beşinci ve bu gezegende ulaşılabilecek en yüksek bilinç seviyesine ulaşabilmek için mutlaka geçilmesi gereken bir adımdır.


    Thoth:


    Thoth günümüzden 52.000 yıl önce yükselmesini tamamlamış bir ustadır. Kendisi on altı bin yıl boyunca Atlantis'in kralıydı. O zamanki adı Chiquetet Arlich Vomalies'ti. Aynı bedenle 4 Mayıs 1991'e dek dünyada kaldı. Aslında o da ilerlemiş diğer ustaların yaptığı gibi dünyayı terk edebilirdi ama o kalmayı seçen küçük bir gruba dahildi. Her şeyin bir tek ruh olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde biliyor, bunu öğretmek için burada kalması gerektiğini düşünüyordu.
    2000 yıl önce ayrılmış, çeşitli gezegenleri ziyaret etmişti. Bir gezegene gidip orada yüzyıldan fazla bir süre kalır, oralıların nasıl yaşadıklarını gözlemlerdi. Sonra bir diğerine geçer, nihayetinde de geri dönerdi. Bizim belli bir bilinç düzeyine ulaşacağımız ana kadar burada kalmak istiyordu. Biz bu seviyeye ulaştık, Thoth'ta 4 Mayıs 1991'de gezegenimizi terk etti.
    Körfez savaşından hemen önce, savaş sırasında ve hemen sonrasında bir şey oldu, o da bir takım olayları tetikledi. Gezegenin ışığı şu an 16.000 yıldır hiç olmadığı gibi parlak bir şekilde parıldıyor. Her ne kadar henüz gözlemleyemesekte güç dengesi değişiyor, yasalar kendilerini yeniliyorlar. Karanlık ışığa karşı dururlarken (doğası gereği), bu artık ışık giderek güçleniyor. Işıkla birlikte biz de güçleniyoruz. Sıkı durun.
    Thoth'un en önemli öğretisi bu gezegene yazmayı öğretmesidir. Ona Mısır'da yazıcı adı verildi. Tüm antik tarihi baştan aşağı yazmıştır. Drunvalo işte bu nedenle ona gönderilmişti. Drunvalo'nun biz ve tarihimiz hakkında anlattıklarının kökeni Thoth'dur. Thoth daima anlattıklarının %100 gerçek olmayabileceğini belirtse de, anlattıkları olup biten her şeye son derece yakındır.
    Drunvalo Thoth'la 1972 yılında tanıştı. O yıllarda Drunvalo simya (civanın nasıl altına dönüştürülebileceğini araştıran bilim dalı)üzerine çalışıyordu. Ancak amacı para kazanmak değil, kimyasal tepkilemeleri gözlemleyebilmekti. Tüm kimyasal tepkimelerin yaşamımızla bir takım bağları vardır. Kimyasalları anlayarak, atom moleküllerinin birbirlerine nasıl bağlandıklarını anlayarak, bunların birbirlerinden tekrar nasıl ayrıştığını çözerek, daha büyük olayların arkasındaki minik ama önemli detayları görebiliriz. Gerçek simya bilinç seviyemizin Mesih bilinç seviyesine nasıl yükselteceğimize yardım eder.
    Drunvalo bu sistem üzerindeki çalışmalarını bir ustayla birlikte yürütüyordu. Onunla bir keresinde gözleri açık meditasyon yaptı. Bir saat sonra Drunvalo'nun öğretmeni gözden kayboldu. İki veya üç dakika içinde tamamen farklı bir beden Drunvalo'nun önünde belirdi. Bu beden oldukça kısa boyluydu. Yaklaşık 1.55 boyunda ve yetmiş yaşlarındaydı. Antik Mısırlılar'a benzeyen görünüşünü son derece basit giysiler tamamlıyordu. Drunvalo, özellikle onun bir bebeğin yumuşacık, yargılamadan uzak gözlerini hiç unutamıyor.
    Drunvalo o zamanlar ona gözüken kişinin Thoth olduğunu bilmiyordu ve onu 1 Kasım 1984'e dek bir daha görmedi. O tarihten itibaren birkaç ay sürecek düzenli temaslar başladı.
    Her neyse, yeniden öykümüze dönelim. Thoth Atlantis'in eski kralları Ra ve Araaragot ile birlikte Mesih-bilinçlenmesinin planlarını çıkardı ve Mısır'a gitti. O zamanlar Khem olarak bilinen Mısır'a gittiler çünkü kolektif bilincimizin sardığı ateşin merkezi oradaydı. Bir gün bu ateşten Mesih bilinçlenmesi olgunlaşacaktı. Bilincimizin merkezine doğru giderek genişleyen bir çukur kazdılar. Deliğin bir ucu Mısırdaydı, diğeri ise Tahiti yakınlarındaki Moorea adlı küçük bir adadaydı. Thoth burada anofor şeklinde, spiral biçimli bir çıkış olduğunu, oluşan gölgelerden de buranın logaritmik bir spiral biçimini aldığını söyler. (Şekil 6-1) Sonra bu spiralin üstüne üç piramit inşa ettiler.
    Piramitlerin asıl yapılış nedeni şu an bulunduğumuz ikinci bilinç seviyesinden üçüncü ya da Mesih bilinçlenmesine hareket etmemizi sağlamaktadır.
    Bunlar gezegenimize özgü bir eylemi başlatmak, kırk dört artı iki kromozomlu bir insanı MEsih bilinçlendirme seviyesine çıkartıp, orada kalmasını sağlamak için yapılmışlardı.
    Thoth'a göre piramitler akıl ve kalbin birleşmesiyle, dördüncü boyuttaki kurallar ışığında yapıldı. Tüm inşaat üç gün sürdü. Logaritmik spirale tüm evrimsel bilincimizi bağladılar. Piramitlerin alt kısmına şu an halen orada bulunan yaklaşık 10.000 kişilik bir de tapınak yerleştirdiler.
http://www.dunyaana.com/images/onlar%206-1.jpg
.....................................................................................................................................................................................
Şekil 6-1: Giza platosundaki logaritmik spiral
    Her bir canlı türü bu piramitlere bağlıdır. Bir canlı türü yalnızca dünyanın ufacık bir zerresini dahi işgal etse enerjisi tüm dünyayı sarar. Bu enerjilerin kapladığı bölge dünyanın içinden, 1800 metre derinlikten başlar, dünyanın dışına doğru yaklaşık 60 mil kadar uzanır. Eğer bunu görebilme şansınız olsaydı göreceğiniz şey, dünyanın dışına doğru uzanan mavi-beyaz ince bir duman tabakası olurdu.
    Bu gezegende yaşayan en eski, en ileri yaratıklar balinalardır. Sonra yunuslar, sonra da insanlar gelir. Biz en gelişmiş olduğumuzu düşünürüz ama balinalar ve yunuslar bizim çok çok ilerimizdedirler. En gelişmiş olduğumuza inanırız çünkü dışsal bir takım şeyler yaratabilme gücüne sahibizdir. Oysa bu, Lucifer isyanıyla Mars'tan gelen bir beceriydi.
    En gelişmiş yaşam formları somut şeyler yaratma ihtiyacı hissetmezler. İhtiyaçları olan herşeyi soyut olarak yaratırlar.
    Balinalar bu gezegende bilinçlerini koruyarak 500 milyon yıldır yaşamaktalar. Onlar gezegenin tüm hafızasını tutmaktadırlar. Star Trek 4 adlı film bu konuda çekilmiştir. Balinalar olmasaydı böyle bir geçmişi bilemeyecek, kaybolmuş olacaktık.
    Yunuslar yaklaşık 35 milyon yıldan beri buradalar. Hatta karaya çıkıp yürüdükleri dönemler bile oldu. Ancak daha sonra bunu yapmamaya karar verdiler. Yunus yüzgeçlerinin altında eller vardır. İnsan elleri. Bu yaratıklar insanlarla inanılmaz biçimde benzerlikler taşımaktadırlar. Onlar balık değil memelidirler ve beyinlerinin her iki kısmını da %100 kapasiteyle kullanırlar. Uyurlarken beyinlerini durdururlar. Biz aynı anda beynimizin ancak bir yarısını kullanabiliriz. Diğer yarısı ise çalışmaz. Bu çalışan beynimizin ise ancak yüzde beşi ile onunu kullanabiliriz. Yani yunusların açısından bakınca bizler yalnızca uyuyan değil aynı zamanda bilinçsiz varlıklarız.
    Bu gezegende yaşayan insan bilincinin üç aşaması var. Birincisi kırk iki artı iki (4 Şubat 1989'dan beri) kromozom seviyeleridir. Bir üçüncü aşama daha var. Kırk altı artı iki seviyesi. Bu aşama olmadan hiçbir gezegen Mesih bilinçlenmesine başlayamaz.
    Thoth'un, Ra'nın ve Araaragot'un hazırladıkları şey buydu. Dünya üzerinde daha ileri bilinç seviyesine geçmemizi sağlayacak suni bir Mesih bilinçlenme kuşağı oluşturarak işe başlıyorlardı.
    Böylece bu üçlü görülmez bir eğime sahip bir çukur açtılar. Bu çukurun üzerine özel olarak şekillendirdikleri üç piramit inşa ettiler. Aslında tüm gezegene 83.000 kutsal bölge yerleştirmişlerdi. Ancak bu kutsal yerlerin tümü; dördüncü boyutta inşa edildiğinden her hangi bir seyahat acentasına gidip bu yerleri ziyaret etmek için bilet alamzsınız. Sonra, 13 bin yıl boyunca her ırktan insanın buralarda özel ibadethaneler kurmasını sağladılar. Buradaki piramitler bu bölgeler için özel anlamlar içeriyordu. Bilim adamları bu bölgelerin Fibonacci spiralleri biçimindeki veya logaritmik biçimlerdeki izdüşümlerinin bir şekilde Mısır'daki bir noktaya matematiksel bir bağlantıyla bağlı olduğunu buldular. Bu  yeni bulunan bölgeye güneş merkezi adı verildi. Virginya Aydınlanma ve Araştırma kurumunun açıklamasına göre burası Mısır'daki en önemli bölgelerden biridir.8
    Bu ustalar Mısır'da yaptıklarına ek olarak ayrıca içinde bulunduğumuz bu ikinci düzey bilinçten, armonik olmayan bu konumumuzdan kurtulup üçüncü düzeye (Mesih Bilinci) çıkmamızı vasiyet ettiler. İşte bu nedenle bize yazıyı öğrettiler. Böylece toplumsal hafızamızın kaybolmasını önlediler. Bundan önce yazıya ihtiyaç yoktu. Zira her şey toplumun zihinsel hafızasına kazınmış durumdaydı. Ama içinde bulunduğumuz ikinci düzeyde yazıya büyük ihtiyacımız vardır. Çünkü yaşam henüz birinci düzeyden doğrudan üçüncü düzeye sıçrayacak kadar olgunlaşmamıştır. Ancak bu ikinci düzey öyle katmanlı bir yapıya sahiptir ki, bir uygarlığın çok geliştiği düşünülüp bir an önce bu aşamadan geçilmek istenirse gezegen büyük bir risk altında kalır. Bu düzey sindire sindire geçilmelidir.
    Mısır'da anlattığım yerlerin yapımı yörüngenin değişmeye başlamasından 200 yıl kadar önceydi. Bu sırada (Nuh'un gemisi sayesinde kurtulduğu) büyük bir sel meydana geldi. Yörüngenin değişmeye başlamasından hemen önce Thoth Sfenks'e uçtu. Sfenks gezegendeki en eski nesnedir ve bir mil altında oldukça büyük bir uzay gemisini barındırır. Thoth bu konuda Zümrüt Tabletler adı verilen antik kaynaklardaki bilgileri kanıt olarak sunar.
    Thoth'a göre bu gemi bizleri koruma amacıyla kullanılmaktadır. Thoth'a göre kutup hareketlerinin başladığı dönemlerde bizler son derece savunmasız bir konumda oluruz. Bu durum tam üç buçuk gün sürer. Bunun nedeni, bu süre içinde dünyanın manyetik alanının ortadan kalkmasıdır. İşte tam bu zamanlarda karanlık güçler hakimiyeti ele almak için ortaya çıkarlar. Bu beş buçuk milyon yıllık tarihimiz boyunca hep olmuştur ancak her seferinde son derece arınmış bir kişi ortaya çıkar, gemiyi bulur ve o sırada ne düşünürse düşünsün, ne hissederse hissetsin gemiyi mutlaka kaldırır. Bunu yapabilmesi için bir insanın Mesih bilinç düzeyine girmeye başlamış olması gerekmektedir. Bu eylem karanlık güçlerin egemenliği almasının önüne geçer.
    Kutup hareketlerine yaklaştığımız dönemlerde gemi gene üstüne düşen görevi yerine getirdi. Mesih bilincine erişmiş Peru'lu bir kadın gemiyi kaldırdı. Bu sırada aklından geçirdiği şey tüm Griler'e ulaştı ve onları etkiledi. "Griler yalnızca dünyada bulunan bir hastalık sonucu yok olacaklar." Bu düşünce Griler'e ulaşır ulaşmaz, daha 1992 yılı bitmeden gezegenimizi terk etmişlerdi. Çünkü kurtulmanın tek çaresi olarak bunu görüyorlardı.
    Konuya dönelim. Yanlış anlaşılmak istemiyorum. Bu gemi sadece üç ile beş atom kalınlığında yuvarlak tepeli iki katlı bir yapıydı. Sizin kendi oluşturduğunuz merkabanızla temasa geçebilecek düzeneğe sahipti. Dünyanın o an içinde bulunduğu ton ne olursa olsun o daima bir üst tonda olurdu. Bu da onun yerin bir mil altında kalabilmesinin açıklamasıdır.
    Mısırlılar'ın Atlantis deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Dünya'da yaklaşık 4000 yıl sürecek bir kaos dönemi başladı. Sonra yaklaşık 12.500 yıl önce dünyanın yeniden kutup hareketlerine başlama süreci geldi. Thoth gemi insanlarının orada kurduğu şehre daha sonra Tat Kardeşliği adı verilecekti. Günümüzde de burada çok sayıda ölümsüz varlık yaşamaktadır.
    Gemi daha sonra Titicaca gölüne ve Güneş Adasına uçtu. Orada, Thoth diğer ustaların üçte birini indirdi. Bu ustalar da orada İnka İmparatorluğu'nu kurdular. Gemi daha sonra Araarayat'ın ustaların üçte birinden biraz daha azını indireceği Himalayalar'a indi. Geri kalan ustalar ise (7 kişi) Sfenks'e geri dönüp geminin yerin bir mil altında 1989 yılına dek kalacağı bir üst tona geçerek bekleyişe geçtiler.
    Bu üç bölge ̶ yeraltı şehirleri, Güneş adası (İnkalar) ve Himalaya ̶ belli bir amaç doğrultusunda seçilmişti. Bu bölgeler Mesih Bilinçlenmesini sağlayacak suni bir enerji yaratacaklardı. Mısır bu enerjinin eril, Maya-İnka bölümü dişil tarafını Himalaya ise nötr ya da çocuk tarafını oluşturdu.
    Mısır ve Yıldız-Basamağı Evrimi
    Mısır yalnızca Tat Kardeşliğine ev sahipliği yapmakla kalmadı, aynı zamanda Atlantis'ten kurtulan bir çok kişiyi de barındırdı. Kutup hareketleri yüzünden silinen hafızaları nedeniyle Atlantisliler barbarlığa geri dönmüşlerdi. Akıllarında sadece hayatta kalmalarını sağlayan barınak inşa edebilme, ısınmak için ateş yakabilme bilgileri kalmıştı. Yeniden uygarlaşabilmek için çok beklediler. Aslında gelişme Nefilimler'in milattan önce yaklaşık 3800 yılında Kuzey Irak'taki merkezlerini yeniden kurdukları güne dek pek başlamamıştı. Nefilimler kayıp bilgileri yeniden verdiler.
    Bu noktada Mısır uygarlığında yazının gelişmesi konusunda Thoth'la Sitchin'in söyledikleri arasında çok büyük çelişkiler var. Sitchin Sümerlerin kültürlerini Mısır'a taşıdıklarına inanıyor. Ancak Thoth "Hayır, bu bizim tekamül etmiş ustlarımızın (Mısır'da kurulan Tat Kardeşliğinin) öğrettiği bir beceriydi." diyor.
    Sümer ve Mısır uygarlıkları arasında gerçekten inanılmaz biz benzerlik vardır. Her iki kültür de birden bire, adeta bir gecede ortaya çıkmıştır. Üstelik uygarlıklarının en ileri seviyesinden başlamışlardır. Sonra da bu noktadan giderek bozulmuşlardır.
    Birden bire, bir gecede ortaya çıkmak konusu daha önceden hiçbir örneği olmadan birden bire 1903 yılında üretilmeye başlanan otomobile benzer. Arkeologların da bu konuda kesin bir fikri yoktur. Sitchin 12. Gezegen'de (12th Planet)Sümer uygarlığını ani uygarlık olarak değerlendiriliyor.
    Tat Kardeşliği Mısırlılar'ı çok yakından gözlemlemiştir. Doğru zaman geldiğinde aralarından bazılarını Atlantis'teki bilgi birikimini aktarmak amacıyla onlara göndermişlerdir. Buna yıldız-basamağı evrimi denir. Çünkü evrimsel bir süreç yoktur, aniden insanlar belli bir konuda durup dururken bir şeyler bilmeye başlarlar. Sonra birden bir şey daha, bir şey daha. Bu böyle sürer gider.
    Bu bilgiler daha verilir verilmez bozulmaya başlıyordu. Bu açıklamaların ekinokslarla çok yakın ilişkisi vardır. Galaksinin merkezinden 2600 yıl uzakta olduğumuzdan, uyku konumundaydık. Son kutup hareketlerinden sonra dünya kesin bir uyku moduna geçmişti. Bu nedenle yeni bilgiler verilse de Mısır uygarlığının yok olduğu milattan önce 500 yılına dek bilgiler sürekli kayboluyordu.

http://www.dunyaana.com/images/onlar%206-2.jpg

.....................................................................................................................................................................................................
Şekil 6-2: Daniel Blair Steward'ın çizdiği uzaylı kral Akhenaton

    Akhenaton:

    Mısırlılar tek ruh ya da tek Tanrı fikrini de kaybetmeye, bir çok tanrıya tapmaya başlamışlardı. Aydınlanmış (tekamül etmiş) ustalar bu soruna doğrudan müdahale etme yolunu seçip Mesih bilincine sahip birini, onlara gerçek bilgileri iletmesi amacıyla gönderdiler.
    Bu seçilen Mesih bilinçli kişi Akhenaton (Şekil 6-2) dünyalı değil Sirius yıldız sisteminden geliyordu. Yeni bir din ̶güneş dini̶ geliştirdi. Bu dinde güneşe birlik (teklik) simgesi olarak tapılıyordu.
    Akhenaton'a işini bitirmesi için yalnızca 17,5 sene verilmişti. (Olay milattan önce 1355 civarında gerçekleşti) Bu dönemde, herkes ondan nefret etti. Çünkü o tüm dinleri eleştiriyor, insanlara rahiplerin gerekli olmadığını, Tanrı'nın zaten kişinin içinde olduğunu,  bilmek gereken tek şeyin doğru soluma yapabilmek olduğunu, bu durumda her şeyin ve herkesin durumunun çok daha iyi olacağını söylüyordu. Barış yanlısı olan Akhenaton dünyadaki en güçlü orduya sahip Mısırlılar'a artık savaşmamalarını, sınırlarında durmalarını, ancak saldırıya maruz kalırlarsa kendilerini savunmalarını söylüyordu. İnsanlar ondan nefret ediyorlardı. Zira inançları çelişkilerle dolu olsa da Mısırlılar onlara sıkı sıkıya bağlıydılar. Akhenaton onlara tüm Mısır'da yalnızca tek bir din olması gerektiğini söyledi ama hiç kimse bunu duymak istemiyordu.
    Akhenaton on iki yıl süren bir kayıp bilgiler okulu kurdu. (Bunu daha sonra anlatacağım) Bu eğitim sonucu 300 mesih bilinçli birey ortaya çıktı.
    Bu ölümsüz varlıkların tümü kadındı. Milattan önce beş yüz yılına kadar bu ölümsüzler Tat Kardeşliğiyle birlikte Büyük Piramitin altındaki kayıp şehirde kaldılar. Sonda oradan çıkıp Masada'ya göç ettiler. Burada Essene Kardeşliği olarak bilinmeye başladılar. İsa'nın annesi Meryem bu ölümsüz varlıklardan biridir.
    On yedi buçuk yıllık çabasının ardından Akhenaton Mısırlılarca, bulunduğu yerden kovuldu. Ardından da onun tüm öğretilerini ortadan kaldırdılar. Her şey eskiye döndü. Buna rağmen Akhenaton başarılı olmuştu. O uzun sürecek bir dönemin, uykuya girmek üzere olan bir gezegenin üstünde iktidar hırsının peşinde değildi. Tek ihtiyaç duyduğu şey, gezegenin yaşayan hafızasına, akashic kayıtlara, yaptıklarını geçirmekti. Essene kardeşliği kurması gerekiyordu. Böylece bir sonraki adıma geçilebilecekti. Planladığı her şeyi yaptı, buradan ayrılmak zorunda kaldığında zaten yapacak başka bir şey kalmamıştı.


    NOTLAR

1.    Robert Temple, The Sirius Mystery (Sirius Gizemi)New York St. Martin's Pres 1976.
2.    John Anthony West, Civilization rethought (yeniden öğretilen uygarlık) Conde Nast Traveler, Şubat 1993 (New York Nast Publications, Inc.) Sayfa 102
3.    Zecharia Sitchin, Genesis Revisited (Yaradılış yinelenmesi) New York: Avon Books, 1990 sayfa 15
4.    Zecharia Sitchin, The 12th Planet (On İkinci Gezegen) New York: Avon Books, 1976
5.    Zecharia Sitchin, Genesis Revisited (Yaradılış yinelenmesi)
6.    Ibid. sayfa 19
7.    Die Kielschriften und des alte Testamen'ten Eberhard Schrader'den Zecheria Sitchin tarafından yapılan alıntı. The 12th planet (On İkinci Gezegen) sayfa 209
8.    The Assocation for Research and Enlightenment (Araştırma ve Aydınlanma Kurumu) Edgar Cayce'in araştırmalarını korumak ve geliştirmek amacıyla kurulmuştur.

3 comments:

lordofsunshine dedi ki...

İşte budur!!!... Onyıllar boyunca okuduğum pek çok sprituel mesajda verilen bilgiler bu yazıda biraraya gelmiş... Tıpkı parçalara bölünmüş büyük bir haritanın kayıp parçalarının biraraya gelmesi gibi.. Muhteşem bir bilgi sağanağı! Daha önce bir sitede okumuş olduğum "İçinizdeki Kristal Saray ve Amenti Salonlarını Açmak" adlı Hathor mesajındaki Amenti salonunun ne olduğunu da ancak bu yazıda verilen bilgiyle anlamlandırabildim... Muhteşem bilgiler... Bir dağın üstünden sisli dünyaya bakarken sis dağılıp berrak manzarayı görmüş ve derin bir nefes almış gibi oldum... Çok teşekkürler Ersin Zaman, sayenizde beynimden bir perde daha kalktı ve dünyaya dair umutlarım kıvılcımlandı......

lordofsunshine dedi ki...

Ersin Bey, bu karanlığı aydınlatan işaret fişeği gibi yazı size mi aittir? Sitede size ait bir e posta adresi göremedim. Yazı size ait değilse orjinal kaynak linki verebilir misiniz? Tekrar teşekkürler ışığa olan hizmetiniz için...

ersin obay dedi ki...

Biraz yoğunluktan dolayı iş güç yorumları fark edemedim, Yorumunuz için teşekür ederim, O yazı benim değil,

Yorum Gönder