26 Kasım 2012 Pazartesi

Yeni Devre: Realite Değişimi Devresi

 
Biliyoruz ki, yeni bir devreye girdik ve bu devrenin süresi "belli", sonucu "açık". Bu devre bir ayıklanma, liyakatlerin ortaya çıkması, insanı kainatla bir kılan bilginin alınması devresidir. Ancak insanlığımız makul vicdanın, temiz duyguların ve sezgilerin, cehit ve sabrın karşılık görebileceği bir devreye girdi. İnsanlık herkesin kurtulacağı bir imtihanlar,boğazındadır.


 Her yönden yardım geliyor: Semadan, uzaydan, yerden. Kurtulmak için kurtarmak gerek... Öyle bir devrenin içine girdik ki, burada artık kişisel kanaatlerin hiçbir önemi kalmamıştır. Büyük bir dikkat ve sabırla olayların gelişmesini beklemek, yeniliklere kendimizi hazırlamak, daha uyanık ve seyyal bir muhakeme sahibi olarak kulaklar kirişte dikkat kesilmek zamanı gelmiş gibidir. 
Yarın hem zor, hem mutlu olacaktır.

Dünya tekamülünün bir değişikliğe uğraması için yerdeki ve gökteki görevlilerin işleri giderek yoğunlaşmaktadır. Ama her şey güllük gülistanlık değildir, aksine bir çiçek bir diken örneği mihnet, acı, elem ve sarsıntılarla dolu olarak ta içimize kadar sokulmaktadır. Realite değişimlerinin arifesinde görülen karışıklıklar, bir ayıklanmanın gereğidir. Fakat gereken ikaz ve bilgi aktarması olmadan kimse hakkında hüküm verilmeyecektir. Bir kere daha söylemekte yarar gördüğümüz husus, tekamülün hem toplumsal hem de bireysel olduğudur. Bireyin anlayış ve duyuşundaki değişimler şuur değişimine neden olurlar.

Bireyin şuursal içeriğindeki değerlerin "yeni bilgi" ile tartılıp düzene sokulması da realite değişimine, mutasyona neden olacaktır. Biz kendi realitemize paralel, realite üstü bir sistemin etki ve sezgilerini alıyoruz. Bu paralel evrene girip çıkanlarımız mevcut ve bize oradan haber getirebiliyorlar. İnsanlığın ulaşmak kaderiyle zorunlu olduğu bu evrene her an dokunmamız mümkün ama bizi ondan ayıran perde ince ve pek sağlam dokuda...

Dünya tekamül nizamı yeni devresinin içinde hızla yol alırken insanları daha ziyade acı ve ıstıraplı bir terbiye sistemi ile ikaz etmeye, uyandırmaya devam eden Ruhsal İdare Mekanizması hepimizi üzüntü ve korkuya salan büyük afetler ortaya çıkarabilir. Bu afetleri doğal sebeplerle açıklamak, birtakım yerli yersiz açıklamalarla işi tevil etmek isteyen kimseler bulunabilir. Zaten hadiseler onları anlayabilecekler için bir ders ve bilgi kaynağı, anlayamayanlar için bir ihtardır. Eninde sonunda anlayış ve duyarlılığın ortaya çıkması için, hatanın hata olduğunu anlayabilmek için ihtar halinde olan olayların orta yerine düşmek de ihtimalden uzak değildir. İnsanlık adına, beşer sevgisi adına, aynı Dünya Okulu'nun müdavimi olarak, müşterek kader ortağı olarak derin derin düşünmek, bu kardeşlerimizin müstahak oldukları elim sonucun sebepleri üzerinde araştırma yapmak başlıca ödevimizdir. Bu gibi toplu ölüm olayları, büyük bir programdır. Fakat onu gören, işiten, hisseden, yaşayan kimseler için derslerle doludur.

Teşevvüş Son Devrenin Niteliğidir

Her yılın kozmik bir değeri, güneş sisteminde dengesel bir karşıtı vardır. Bu karşıt dengelenme %100'e ulaşıncaya kadar beşeri tekamülün dalgalanmaları, iniş çıkışları sürüp gidebilir. Sonuç, Dünya Okulu'nun öğretim devresinin sona ermesidir. Bu, "kıyamet" demek değildir. Bu, dünya tekamül düzeyinin yönetimini, eğitimini sevk eden Rab Planı'nın Evren İradesi'nden aldığı vazifenin sona ermesi demektir. Beşeri varlıkların genel tekamül süresi içindeki fonksiyonları Rab Planı'nın gayesini gerçekleştirmekten başka bir şey değildir. Bizler bu fonksiyonu hemen hiç farkında olmadan doğal bir şekilde yaparız, insanlık olarak her geçen yıl bu fonksiyonun şuurlanması bakımından daha büyük bir gayret içine girmemiz gerekirken, aksine giderek bundan uzaklaşılmaktadır. Kendi kurduğumuz uygarlık bizim kurdumuz oldu; dişlerini ensemize geçirmiş, bizi yiyip bitirmektedir.

İnsanın evren içindeki yeri nerededir ve bu yeri elde edebilmesi için ne yapması gereklidir? Bu sorunun karşılığını verebilmek için bütün uygarlık tarihimizi gözden geçirmek, elde edilenlerle aklın gelişmesi arasındaki oranı saptamak gerekir. Bütün bu tekamül süreci aklın, idrakin ve nihayet tüm şuurun uyanması içindir. Bütün yaşam uyanmak, aydınlanmak; evreni, doğayı, kendimizi tanımak, şuurun en derin ve en yüksek yerindeki özü bilebilmek içindir. Uyurgezer bir insanlık yerini uyanık şuurlara sahip bir topluma bırakacak, aklın imkan sınırları aşılacak ve insanlar sadece enerji tüketen varlıklar olmaktan çıkıp değişimin gizli gücü ile enerji üreten varlıklar haline geleceklerdir. Şuursuz bir güç kaynaklığı yapan insanlık, tekamülünün dünya realitesi içindeki en son görevini, kendi gücünü sağ elin emrinde bile bile kullanarak tamamlayacak ve böylece bu devrenin defteri dürülecektir.

Ruh ile maddenin "akıl ve bilgi" düzeyinde omuz omuza yürüyeceği günler yakındır. Uzay insanı ile dünya insanının evrensel kardeşlik için çalışma ortaklığında bulunması yakındır. Gerçekte hayalin, hayalde gerçeğin payını anlayıp gerçeküstünü yaşamamız yakındır. Maddenin enerjisi ile hayatın enerjisini birarada ve bilerek evrimin emrine vereceğimiz gün yakındır. Uyandığını sanıp da uyumakta olan dünya insanına durmadan gelen maddi ve manevi yardımların etkisi yüzeydeki olaylarda değil, derindeki iç şuurda, vicdanda, özde, yoğun şekilde artmaktadır. Hepimizin ödevi bu kozmik etkiyle muhatap olup kendi yerimizi bilmemiz, tanrılık düzeydeki eylemimizi bilerek yerine getirmemizdir.

Dünyamızın tekamül alanında gördüğü vazifenin güneş sistemi içindeki yerinin oldukça önemli olduğunu tekrar belirtmek isterim. Dünya'nın, üzerindeki varlıkların bilgi ve tecrübe bakımından gelişmelerini sağlaması meselesi, kitaplı dinlerin temellerinde var gibidir. Her dinin ayrı bir öğreti olduğu ve müştereken Dünya Okulu'nun amacını gerçekleştirdikleri göz önüne alınırsa, dünya insanlığının ayrı seviyelerden ve ayrı devrelerden gelen varlık enkarnasyonlarıyla vücut bulduğunu kabulde hataya düşmeyiz. Bu kadar çeşitli din, felsefe ve inanç başka planetlerde mevcut olmasa gerek. Ruhsal ve uzaysal öğretiler bunu göstermektedir.

Bundan dolayı dünya tekamülünü tamamlamak güçtür. Bilginin katıksızıyla temasa geçmek, imtihanın doğrusuyla karşılaşmak çok cehit isteyen bir vaziyettir. Her türlü çelişki dünyamızdadır. Hakikatin bir elden ötekine bozulmadan geçmesi büyük bir kısmettir.

Bu nedenle, dünyanın sürekli teşevvüşü bu son devrenin niteliği olmuştur. İyi ile kötünün ayırt edileceği, birinin alınıp ötekinin bırakılacağı ayıklanma süreci başlayalı hayli oldu. Bizler sizlere, sizler de başkalarına tercih ettiren bilgi ve ahlakı karmik bir görev olarak aktarmak zorundayız. Bu zincirin başında da Adem, sonunda da Adem var.

İnsanlığın En Yüksek Hırs ve Bencillik
Devri

Dünya gezegeninin ulaşacağı tekamül düzeyinin gereği olarak, her millet kendi ihtiyaçları yönünde baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Milletlerin hatalarla dolu geçmişlerinin kefareti ağır bedellerle ödenmekte, şuurlanma ya da uyanma haline geçebilmek için harcanan emek ve çaba, ıstırabı dayanılması güç bir duruma sokmaktadır. İnsanlığın en yüksek hırs ve bencillik devrini yaşıyoruz. Daima "almak" ve "doymamak" gibi bir idraksizliğin çilesini çeke çeke "doymak" ve "vermek" aşamasına gelmek gibi evrensel bir mutluluğu yaşamak yazgısına layık olacağımız günler gelecektir. Bir idealden değil, insan evriminin doğal bir gerçekliğinden söz ediyoruz. Bu tür bir yaşamın gerçekleşmesi ancak bilgi ve sevgi ile olur.

Dünya insanlarının yaşam biçimlerine yön vermeye çalışan sistemleri ve kanunları ileri süren güçlerin elde ettikleri ortadadır. Biri, ötekinin yok olmasına bağlı gelişim usulleri önerirken, ötekisi de aynı usulü kullanmaktadır. Kişisel karakter gibi, ulusal karakterler de kendilerini geliştirme yolunda sürekli arama eylemi içinde bulunmaktadırlar.

Bize düşen görev, insanı maddeci bir yaşamın sunduğu aldatıcı gölge oyunlarından bir süre de olsa ayırmak ve onu evrensel değerlerle, gerçek­lerle yüz yüze getirmektir. İnsanın amacı maddeyi kullanmaktır, ona prangalı bir esir olmak değil. Maddeyi kendine temel edinmiş, yaşamın amacını rölatif duyumsal algılarla sınırlamış her ne ideoloji olursa olsun, bir devreden sonra yanılgı olmaktan öteye gidemez. Evren, her yönüyle, maddeyi kullanan ruhun öyküsüdür. Ruhsuz, sevgisiz, duygusuz ve yüreksiz bir yaşamın ipine sarılmanın ıstırabına bir son vermenin zamanı gelmedi mi?

'Maddeyi ruhsallaştırma" gayretlerine karşılık, yapılan gerçek psişik araştırmalar maddeyi aşıp geçen bir cevherin, bir özün varlığını giderek daha belirgin olarak ortaya çıkarmaktadır. Şu devrenin gelişim sürecinde insanlığın kılavuzluğunu üstlenen Batılı düşünce, esasında kendi kaybettiği değerleri arayan, "felsefe taşının" peşinde koşan bir zihniyetin ürünüdür. Ne yazık ki tarihsel koşullar onların bu problemlerine hepimizi ortak etti. Doğu'da buna gerek yoktur. Bizim kaybettiğimiz değerler, batılılaşma çabaları uğruna elden çıkanlardır.
Batı şimdi maddeyi ruhsallaştırma gayretleri içinde kendine yol bulmaya çalışıyor. Ama kurduğu teknolojik uygarlığın konforundan vazgeçmesi imkansız...

Hz. İsa'nın, artık sadece maddesel ilişkilerdeki bencillik dengesini korumakla ilgili sözleri uygulanmakta, diğer sözleri yüzyıllardan beri saptırılmış bulunmaktadır. "Göklerin Melekutu"nu maddenin hakimiyetine dönüştürdükten sonra, yeryüzü cenneti kurma yolunda harcanan emeklerin ruhsal tekamüllerine olan katkısı devede kulaktır. Doğu'nun ne kadar mezhebi, inancı varsa hepsi Batı'ya transfer oldu. Budizm, Zen, Yoga, Sufilik hatta Afrika'nın dinsel, sihirsel eylemleri Batı'nın kararmış, bunalmış insanına ışık tutmaya çalışmaktadır. Bizler ise hala teknolojisini değil, kafa yapısını benimsemeye çalışıyoruz. Bu sebepten ne yapacağımızı bilemiyoruz.

Vicdan Uyanıklığı

Geri düzeyli güçlerin karşısında tek tek ve bazen de topyekun olarak verilen savaşın, ruhun ve müspetin zaferi ile son bulması devrine ait ayak sesleri duyulmaya başladı. Şunu hatırlatmalıyım: Bilgi devrinin, gerçeğin ve doğru olanın önünde hiçbir dünya gücü duramaz. Zira idraklerde uyanan iç ışıkla bütün sahte, yalancı, karanlık olan söz ve fiillerin foyası meydana çıkacaktır. Niyet ve fiilin gölgede kalmasına imkan vermeyen mihenk taşı, vicdan uyanıklığıdır: Korkulması gereken İlahi Güç işte budur. Onun silahı dört yana hükmeden bilgidir. Tek boyutlu ya da ters yüzlü yaşamanın hüsran dolu sonuçlarına onursuzca katlanan insanlığımız, çok boyutlu ve düz yüzlü yaşamanın sevinç dolu sonuçlarına bilgisi ve vicdanı ile ulaşmayı hak etmiştir.

Uyananlara ne mutlu!

Bizler aldığımız tesiri, bilgiyi vermediğimiz takdirde yeni ve üstün olanını almaya hak kazanamayız. Her şey insana dışarıdan gelir. İnsan sonsuz tekamüle layık fakat dar kapasiteli bir varlıktır, kapasitesini kendiliğinden genişletemez. Eğer antenleri açık, şuuru uyanıksa o zaman kendisine gelen tesirleri alır, anlayışı ve idraki artar, kendini tanır, maksatlı faaliyetlere başlar. İnancımız ve bilgimiz ancak fiillerle gerçekleşir. Felsefe, teori devri bitti; insanlık ancak tatbikatla, tecrübe ve görgüyle, özel likle ruh hallerini yaşayarak tekamül edebileceği bir devrededir. Bu devrenin bilgisi sınırlıdır. Dozu azalan bilginin tesiri de azdır.

İçsel Aydınlanma

Felsefi deneyimle kozmoloji, ontoloji ve etik alanlarında ruhçuluğun kapsamlı ve derin anlamlı bilgisi her türlü teolojik ve mistik sistemlere yön verecek derecede gelişmiştir. Hatta bilimlerin çözemediği, teologların dogmalarıyla açıklayamadıkları bir yığın karmaşık olaylar dizisini yalınlaştırarak, maddi ile manevi olanın hakiki sentezini yapmıştır.

İnsanlar kendi varlıkları hakkında' geçmiş, şimdi ve gelecekleri hakkında kendilerini tatmin etmeyen bilgilerle doludurlar. Eksik ya da tek yanlı bilgileriyle, önemli şeyler yaptıklarını sanıyorlar. Sadece maddesel bir değişimin aldatmacası içinde, uykuda rüya görüyorlar. Gördükleri rüyayı da doğru sanıp arsız arsız sırıtıyorlar. İnandıklarını sanıyorlar ama inandıklarının ne olduğunu bilmiyorlar. Yaşadıklarını sanıyorlar ama yaşamın amacını bilmiyorlar. Duygularının tatmini peşinde, mutluluk masalları içinde, Molla Nasreddin'in eşeğine ters binişini mizah sanıyorlar. Eşyanın neyin değişimi olduğunu bilmeden, onunla eşkoşmayı marifet sayıp, "bilimsel" diye adlandırdıkları lakırdılar üretiyorlar. "Kazanın doğurduğu" öğretisi herkese "kazanın öldüğü" gerçeği kadar makbul gelmiyor. Niçin? Hayat, tabiat denen kuvvetin yasalarına göre oynanan çok ciddi bir ruhsal oyundur. Bilmeden oynanan oyun ne tat verir, ne de fayda sağlar. Her ne yapılırsa nefs adına yapılıyor. Tabiat kuvveti Yaradan'ın bir kuvvetidir ve hükmünü yerine getirir. İster deprem olur, ister bahar da çiçekler açar.

Zirveden bakıldığında bir fark göremezsiniz. Eşzamanlılık Kanunu otomatik işler ve şokların etkisini canlı varlık kendisine göre hisseder. Sonuç önemlidir. Önemli sonuçlar alınma devrinin hızı giderek artıyor. Öyle sanılıyor ki yapılan her hareket, her iyi davranış ve vicdan sesini dinleyerek verilen her karar insanı geliştirir, tekamül yolunda ilerletir. Buna ayrıca kuvvetli inanç uğrunda yapılan eylemler de eklenebilir. Tekamülün yönü hakkında gerçek bir bilgimizin olabilmesi için kendimize iyi bakmamız gerekir. Bu, kendimizi iyi tanımak demektir. Ancak iç yapımızın işleyiş mekanizmasını iyi bilmekle nasıl tekamül edeceğimiz hakkında bir bilgiye ulaşabiliriz. Bu işleyiş mekanizmasının kanunları, ilkeleri, kaderi ve kazası vardır; yine onun düzeni ile alakalı bir metodoloji vardır. Davranışlar, hareketler ve irade gücü bir sonuç olaydır. İnsanın içsel işleyiş mekanizmasının bir bakıma matematiksel sonucu gibi ele alınabilirler. Alman etkinin -görünür ya da görünmez tertipte olsun- cevabı olarak ortaya çıkan canlılık olayları ilke olarak maddeseldir ve çok büyük oranda otomatik bir sürece bağlı olarak gerçekleşir.

Tekamül olgusu spiral bir yol izleyerek gerçekleşir. Az farkla hep aynı olaylar yaşanır ve mekanik hayatın yörüngesinden nadir hallerde çıkılır. Çok uzun devreler süresince gerçekleşen tekrar doğuşlarla oluşan şuurlu bilgi vasıtasıyla içsel aydınlanma, şuur uyanıklığı, saffet günü oluşur; bu tekamüldür. Tekamül, ip gibi sürüp giden bir olgu değil, nerede, ne zaman olacağı belli olmayan parlamalar şeklinde beliren bir olgudur. Bu yüzden insan ve toplumlar çok zor gelişirler. Tekrarlı olaylar, tecrübeler ve gözlemler aynı izlenimlerin sadece şiddetini artırmaya yararlar; yoksa insanın ve toplumun uyanmasına sebep olan sınırlanmaya değil... Hayatın tümü spiral hareketin niteliğine bağlı bir gelişimin amacına ulaşması için İlahi Kudret'in bir tertibidir.

Dünya Nizamları

Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın Mukadderat ve İcabat adlı eserindeki "Dünya Nizamları" isimli tebliğ (KADRİ: 8 Haziran 1947) şöyledir:

"Dünyaların da kendilerine göre nizamları vardır. Bu dünyalar Allah tarafından konmuş birer kanun ve ahenk içinde dolaşan birer yıldız, birer deverandır. Siz bu deveranın içine karışmış birer örnek, ufacık, çok küçük birer toz zerresi gibisiniz. Her tesir sizi oradan oraya savurur. Ancak sizin içinizdeki kudrettir ki size bir istikamet tayininde yardım edebilir. Ancak bu kudretle, yürüyebileceğiniz noktaya doğru gidebilirsiniz.

Önünüze birçok engeller çıkar, rüzgarlar artar. Fırtınalar, yağmurlar, tipiler sizi hedefinizden ayırmak ister. Bazen yolunuzu çok kaybedersiniz. Bunalırsınız. İstikamet görünmez olur. O zaman ancak içinizdeki cevherin kudreti size yeniden bir ışık verir. Yolunu kaybetmiş denizdeki gemiciler nasıl bir deniz fenerini bulunca kurtuluş alameti diye sevinirlerse, siz de o hedefi yeniden bulunca sevinirsiniz. Oraya doğru koşarken ufuklar yine kararır. Dünyanız zindana döner. Maksat ve gayenizi kaybedersiniz. Gene boşlukta bocalamaya, fırtınanın önüne katılıp koşmaya başlarsınız. Ta ki ikinci bir hamle ile yine hedefinizi görebilesiniz. Fakat bu, insana acaba kaç defa müyesser olabilir? Bazıları, böyle yollarını kaybettikten sonra birkaç defa daha hedeflerini görebilirler. Bazıları kaybettikten sonra belki bir defa daha, bazen de hiç bulamazlar.

Bakınız, o büyük alemde, o koca kainat içinde bir zerre tozun kaybolması kimi alakadar eder? Şayet o bir cevher ise herkes üzülür. Alakadar olanları çoğalır. Fakat hakikaten toz zerresi ise kime ne?... O zaman o bocalayacak, çabalayacak, nihayet günün birinde bir yere yapışacak ve onun yardımı ile biraz yol katettikten sonra tekrar boşluğa fırlayacak, yeniden kendi kudretinin gösterdiği hedefe doğru hamle edecek, tırmanacak. Bakalım bu sefer ne olacak? Ulaşacak mı, yoksa kalacak mı? Veya biraz daha ileri fırlayacak mı? Kader, nasip... İşte o nasip ki herkese mukadder olduğu kadar müyesser olacak, içlerinden gelen nurlu cevheri dinleyenlere yolu gösterecek... Eğer o bunu yine anlamazsa tekrar, aynı deveran içinde o alemin kanunlarına uyarak yüksek bir yerden havaya fırlatılmış bir kağıt parçası gibi ağır ağır sallanarak, senelerce boşlukta boş ve hedefsiz kalacak.

Ne öyle, ne de böyle bir kaderin nasip olmasını insanlar için hiçbir varlık arzu etmez. Fakat bazıları vardır ki, bu nasibe kendileri el açar, kucak açar, koşar, arar ve kendi ayağı ile kuyusunu kazar. Kolundan çekmek isteyenleri, kendisine yol göstermek isteyenleri dirsekler, döver, beni yolumdan alıkoymayın diye... Kim olursa olsun yoluna çıkanları ezer, önüne yatanları çiğner.

Hiçbir yüksek varlık en sefil bir varlığın bile bu felakete ulaşmasını istemez. Bizim alemimizde çekilen azapların en büyüğü işte budur. Onları yollarından çevirmek için çekilen işkenceler, azapların en büyüğüdür. Önüne yatarız, arkasından koşarız. Fakat ne yapalım? O dinlemez. Gider, kendisini zorla kuyuya atar. Arkasından atlarız, elini vermez. İp atarız, tutmaz. Ağlarız, dövünürüz. Bizi dinlemez. Ne yapalım işte nasip..."

Şuurlanma

Hiç de iç açıcı olmayan bir dünya hayatının giderek sıklaşan "sarsıcı" tesirlerinin insanlığı birçok yönden taciz ettiğini görüyoruz. Her türlüsü ile "şok edici" olayların, ardı arkası kesilmeksizin insanlığı kuşatmasının birçok açıklamaları bulunabilir. Herkes kendi anlayışı ya da realitesi açısından olanlara ışık tutmaya gayret edecektir. Ruhçuluk anlayışına göre insanlık "sarsıntı" devri yaşamaktadır. İnsanların tabiatla olan ilişkilerinden doğan şuurlanma ve uyanma sürecinin hızlanması için "kasıtlı ıstırap" temrinlerinin çeşitli boyutlarda düzenlenmeleri ile karşı kar siyayız.

İster bireysel, ister toplumsal olsun her türlü sarsıcı olaya karşı göstereceğimiz makul sabır, yönlendirilen "kasıtlı ıstırap" sürecinin gayesini oluşturur. Istırabın amacı insanda irade gücünü artırmak, daha doğrusu kullanılması gerektiği gibi kullanma melekesini geliştirmektir. İrade aynı zamanda istek demektir. Kasıtlı ıstıraba olan direncin kazandırdığı irade gücü isteklerin kapsamını belirler. Bu ise şuurlanmanın başlangıcıdır. İstek Kanunu karşısında, onun bize müspet ya da menfi gelen sonuçlarından -ki Sebep Sonuç Yasası'na göre oluşur- gereğince yararlanmak ya da sakınmak şuurlanma derecemize bağlıdır.

İnsanlık mertebesindeki ruh varlığının madde alemindeki mevcudiyetinin büyük gayesi, irade gücünü artırmak ve şuurlanmaktır. Şuurlanmanın öbür yüzü uyanmaktır. Her türlü duygusal hayatın, insandaki animal yönün kazandırdığı tecrübenin nihai gayesi "şuurlu varlık yaşamı" denilen kapsamlı bilgi uygulamasıdır. Yani ruhsal varlığın canlılar aleminde çeşitli mekanlarda muhtelif görünümler içinde tezahür etmesinin ana sebeplerinden başlıcası, maddeye ve onun gelişimine olan hakimiyetini ve yardımını "şuurlu olarak" yerine getirmektir. İşte bu "şuurlanma" tekamülün kendisidir. İrade ve hürriyet bu şuurlanmanın oranına göre belirlenir.

Ruh varlığı evrensel bir monat olarak, kendi hürriyeti içinde, madde kainatının yasalarım kullanarak idare edilmeyi ve idare etmeyi öğrenir. Madde ile olan ilişkisinden doğan her türlü eksiklik ve hata normaldir. Sebep Sonuç Yasası'nın sonuçları ve tabiatın icaplarına göre karşılaştığı binlerce olay ve ruhsal tecrübe, hayatlar boyunca süren uygulama, asla ve asla sevap ve günah gibi bir ölçüme tabi olamaz.

Dünya yaşamındaki her türlü yasak "kasıtlı ıstırap" yasasının bir uygulamasıdır; arzuların kontrolü, arzuların dengesizliği sebebiyle gereklidir. Arzu, hedef bildiği şey ne ise ona kayıtsız şartsız erişmek ister. İşte bu kontrol kasıtlı ıstıraptır. Daha ileri safhalarda, "hizmet ve vazife" hedeflerine erişmekte gösterilen "sabır ve katlanma" bile bile ıstıraba razı olmak demektir. Ulaşılacak hedefe varıncaya kadar karşılaşılması mümkün her türlü tepkiye razı olmak demektir. Bunların örnekleri insanlığın her kademesinde mevcuttur. En canlı örnekler peygamberlerin hayatlarıdır. Kendine savaş açan insanın ve kendini şuurlu olarak kontrol etmeye azmetmiş bir iradenin ıstıraba katlanması, fazlalıkların sökülüp atılması süreci içinde görülen "özdeşlikten çıkarma" ameliyesinin getirdiği "yoksunluk"tur. Bunlara bile bile katlanmak, kan revan içinde gelişmenin zirvesine tırmanmak, "kasıtlı ıstırap"tır.

Hürriyet içinde yapılmayan bir tatbikatın günahı sevabı olmaz. Ruh Varlığı sonsuz mutluluk ya da ıstıraba olan uyanma, kıyam etme, şuurlu vazife hayatı dünya realitesinin en yüce mertebesidir. Şuurlu vazife hayatını yaşamak, dünya okulunda yapılacak en son eğitim ve uygulamadır ki, bunun sonu mezuniyettir.

Hiçbir duygusal realite dünyayı yenmeye yeterli değildir. Bu vicdanın da, sevginin de, imanın da işi değildir. Bunların hepsi duygusal varlığın adım adım ilerlediği bir yoldur. Kendini bilmeyenin Rabb'i kendisidir; kendine tapar, kendi realitesine tapar. Uyanmadan, insanın kendine tapınmayı terk etmesi mümkün gözükmüyor. Kendini aldatmanın son kertesine gelen insanlığın acı uyanışı yakındır.

İnsanlığın Gafleti

Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın Mukadderat ve îcabat adlı eserindeki "İnsanlığın Gafleti" isimli tebliğ (MUSTAFA MOLLA: 6 Ağustos 1950) şöyledir:

"Takdir edersiniz ki bu kadar acele ile geçilmesi icap eden büyük hayat yolundan ötede sizi hasretle bekleyenlerin arzuları söz konusudur. Bu tıpkı sevdiklerinizin en iyi mertebelerde bulunmasını arzu edişiniz gibi bir harekettir. Hayat dikkatle takip edilince, onun mütemadi bir öğreniş ve her öğrenilenin arkasındaki meçhule doğru bir mükerrer cehitler safhası, bir nihayetsiz mücadele yürüyüşü olduğu görülür. Onu öyle mükemmel, öyle acele ikmale çalışmalısınız ki, insan olarak var olmanızın bütün manası gerçekten tahakkuk eylesin.

Dikkat ediniz: Ne kadar bol ve çeşitli ve ne kadar kudretli melekelerle mücehhez bulunuyorsunuz. Bütün bunlara rağmen ne kadar bitip tükenmez bir aciz istikası ve gene deruni hamlelerinize bizatihi iradenizi yabancı kılan isteksizlik, vuzuhsuzluk ve bilgiden kaçan bir şaşkınlığınız hüküm sürmektedir. Bu asırda veya geçmiş asırlarda, yahut gelecek herhangi bir zamanda bu şartları haiz bir fert veya cemiyette bu böyle olmak mukadderi ile muttasıftır.

İmkansız olan ne vardır? İmkansız olan, yok olan şeydir. O halde varlık tamamen imkanlar safhasıdır. Böyle olunca da her imkanın bir vasıtası ve bir melekesi söz konusudur.

Siz neyin üzerinde işkence duymuşsanız mutlaka o melekeye çok ağır bir yük tahmil etmektesiniz. Şu halde zorun kapıları önünde ricat etmeden tahammülünüzü toplayabilirseniz, arz sizin tahayyülünüze sığmayan bir cennet, cennet ise arza sığmayan bir tahayyül olur. Ne yazık ki devirler kendilerine işkence yapmak için daima huzur ve sükun cephesinden ricatı tercih eylemişlerdir. Ve eyleyeceklerdir. Esasen hususi mülakatlarımız da bunu size mükerreren ispat edecek tecrübeler ve delillerle doludur.
Dimağınızı yormamak için daima eğlenceyi, midenizi yormamak için yememeyi, yıktığınız oranda yapmayı, arzu oranında mükemmeliyet yolunu tutmayı...Velhasıl bir sürü çelişkilerle dolu hallerinizi gördükçe elbette sizin huzur içinde yaşayamamamızın sebeplerini elle tutarcasına görmekteyiz. Bir kere:

1) Bu hayat canlı bir uyku haline ifrağ edilmeye çalışıldığı içindir ki bizzat siz, arzın ve göklerin makarrında binlerce hileli yollar bularak yine kendinizi uyanmaya icbar ediyorsunuz. Bu niçin olmalıydı? Hem sebep siz, hem pişmanlık uğrunda savaşan siz. Hem düşman, hem dost, hem iyi, hem fenasınız. Kendi bağrınızdan fışkıranı kendi aleminizin kanunu olarak benimsemişsiniz.

Tanrı'ya gelince, sizce bütün huzursuzluklarınızın sorumlusu O sayılmaktadır. Bu ise gafletin en yoğun zamanlarına özgü tipik bir tezahürdür. Hayatı işkence olmaktan kurtararak büyük bir huzur melcei, bir ruhaniyet makarrı yapacak siz olduğunuz kadar, onu cehenneme çevirecek de gene sizlersiniz. Ellerinizdeki vasıtaların ayarlanmasına göre neticeleriniz gene sizi karşılarken, bir nevi çocuk şaşkınlığı ile kendi hatalarınızın önünde ricata mecbur kalıyorsunuz.

2) Küçük hesapların merkezi halli olmuş bir vasat, icabatı hayatiyeye göre düzenlerden, tuzaklardan ibaret korkunç kurnazlık kompleksi sizi vicdanınızdan uzak bir merhalede tutmakta ise, mesul olan gene sizsiniz. Adaletiniz size hasmolmuş, şuurunuz size cinnet getirmiş, vicdanınız size cezalar fışkıran bir menbaı mefsedet olmuş ve tabiatiyle Tanrı da en büyük zulmün kahhar bir sembolü mevkiinde kalmıştır. Böyle bir hayat için en güzel kurtuluş elbette mutlak Adem'de aranır.

İnsanoğlu! Tatlı rüyalarını zehreden sensin! Fecirleri kapayan dumanlı gözlerindeki karanlığı hiçbir ışık kovamıyor. Ona kendi iç aleminin sönmez şafaklarından menfezler açmadıkça zindanının bekçisi olmaktan kurtulamayacaksın.

Sana ne güzel bir armağan verildi değil mi? Onu ne yaptın, ne yapıyorsun? Halbuki ne yapamazdın! Rabbin verdiğini, şeytanın yolu istikametinde harcarken, dostun ve mürşidin vereceğinden ne hayır bekleyebilirsin? Şuurun sana yar değilse gayrin öğütlerinden ne umabilirsin? Sadakatin oranında hayatının hikmetini arayabilseydin, bir gün bu kısa yolculuğun sonunu esefle görecek, kendi varlığının manasını başka zaviyeden bulmaya çalışacaktın.

İki Kıyamet

Dünyamız ve üzerindeki canlılar mukadder sona doğru, zaman enerjisinin istenen yoğunluğa ulaşmasına kadar, kendi güçleriyle ilerlemektedir. Bu ilerleyişi, bu olaysal gelişmeyi izlemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Dünya toplumu olarak hızla içinden geçmekte olduğumuz şok tünelleri aracılığıyla belli bir zaman enerjisi yoğunluğuna sahip merkezi şok çemberine doğru, randevusuna sadık bir dost gibi ilerlemekteyiz. Dünyamızın, bizlere uygun her türden ve seviyeden tekamül imkanlarına sahip karmaşık bir yapısı vardır. En ilkel içgüdüsel hareketten en şuurlu harekete kadar çok değişik faaliyetlerin sonucu merkezi noktaya doğru bir gidiş vardır ve her hareket ya da hareket grubu kendi gelişim hızına sahiptir. Merkezi noktanın aktif alanına ulaşma hızındaki bu farklılık, "zamanı gelince" ifadesiyle kendini belli etmektedir. Tekamül hızları ve güçleri farklı farklı olduğu için zamanın gelişi belirsizdir. Buna rağmen belirsizlik, Merkezde Olan'ın bilgisi dahilindedir.

Merkezde Olan, hiç hareket etmeyen harekettir. Bütün hareket O'nun çevresindedir ve hareketin sebebi de kendisidir. "Büyük Sükunet", zamanların zamanını belirleyen olarak, kendi sükuneti içinde her varlık ve eşyanın değişim çemberine doğru cezbedilmesini eksiksiz bir şekilde sağlar.

Her şeyde kıyam esastır. Etki mekanizmaları farklı olduğu için, içteki ve dıştaki kıyamlar birbirleriyle ayniyet göstermezler. İnsanın bilgi-anlayış-şuurlanma süreci ile Dünya Gezegeni'nin kirlenme-yozlaşma-katastrof süreci aynı şey değildir. İnsanlığın kıyamı içsel bir hareket, Dünya'nın kıyamı ise dışsal bir harekettir. İnsanlık, içrek olanı dışrak olarak anlamaya çalışmanın sonucu olarak kendi uyanışının zorunluluğunu kavramadan, dünyanın kıyamının derdine düşecek kadar şaşkın durumdadır.

Bizler, Büyük Randevu'ya ulaşmak için telaşlı, şaşkın, hırçın, umutsuz, kör, sağır ve dilsiz, kimsenin kimseyi anlamadığı, anlamak istemediği bir yolculuk içinde, içgüdüsel duygulu kimliğini bilmeyen yolcular halinde, merkeze en yakın çembere doğru ıstırap içinde ilerliyoruz. Şok tünellerimizin sonunda varacağımız anlayış semalarının sahipleri yeryüzünün gerçek sahipleridir. Şimdi, burada olup duranların müteal sebeplerini bilmek ancak anlayış şuuruna kavuştuktan sonra mümkündür.

Kıyamı kendinde gerçekleştiremeyecek kadar güçsüzlük içinde olan insanlığın ıstırap ve kederi, maddesel arayış ve düşünüşün imkanları ile ortadan kalkmamıştır. Gördüğü ile göremediği arasındaki köprüden geçemedikçe, geçiş yollarını aramadıkça, geçişini hızlandırmadıkça, Büyük Randevu'ya ulaşması gecikecek ve şoklar devresinin sınavları giderek zorlaşacaktır.

Günlük ekmek kavgası her seviyede, yaşamın bedeli olarak değil de benliğin tatmini olarak sürüp gittiği sürece, "Ben kimim, neyim, nereden nereye gidiyorum, son amacım nedir, varlığım, özüm nasıldır?" demeyip büyük bir körlük ve kibir içinde kaldıkça, bela peşimizi bırakmaz. Zira belalar, doğru anlayıp doğru yapmak için düzenlenmiş ıstıraplardır. Düzenlenmiş ıstıraplar sayesinde Büyük Randevu'ya tam zamanında ulaşacağımızdan kuşkunuz olmasın.

Birlik ve Küresellik Hayatı

Anlayış ve kavrayışların tedricen gelişmesi sürecine bağımlı olarak ilerlemek, gelişmek ve tekamül etmek bizim kaderimizdir. Bu tedricen gelişme süreci haricinde elde edilecek bilgi ve aydınlığın insana sağlayacağı fayda ise göz kamaştırıcı bir mahiyet taşıyabilir, çok cazip ve imgeleme gücünü artırabilir bir nitelik de gösterebilir. Dikkatli olmak gerekir; biz insanlar her şeyden önce aklımızı kullanmak, gözlem ve algılarımızın sağladığı bilgilere öncelik vermek zorundayız. İnsanlığın ulaştığı ve ulaşabileceği hedefler, akim ve çalışmanın sonunda ulaşılacak hedeflerdir.

Ruhsal dünyanın insanlığa olan yardım, uyarı ve aydınlatmaları daima aklın, mantığın, dünyasal görgü ve bilginin çanağında sunulmaktadır. Makul ve vicdani olan, dogmatik ve inançsal olana daima hükmetmiştir. Dünya nizamına uymayan çok çeşitli dogmalar ister fiziksel, ister fizik ötesi olsun yıpranarak tekamül hızının gerisine düşmüş, insanlıktaki şuurlanma ve bilgilenme ihtiyacına cevap veremez bir hale gelmiş, hatta köstekleyici bir işlev yerine getirmişlerdir. Zamanın gereği olarak bundan sonra; şuurların aydınlanması, vicdan ve anlayışların hür bir istek ve mücadele ile kendi yollarını kendilerinin bulmaları devri başlamıştır.

İnsanlığın nihai amacı, olabildiğince maddi ve manevi hürriyete ulaşmak ve kendini tanımaktır.

Bütün yersel ve göksel bilgi kaynaklarının en önemli işlevleri insanlığı mekanik, duygusal ve entelektüel esaretten tedricen kurtararak insanın kendini, mahiyetini yani özünü tanımasına yardım etmek ve onu hür hale getirmektir. Dünyanın her türlü cazibesinden kurtulmaya namzet hale gelebilen bir insanlığın durumu kıyametin sebebini oluşturur. Her türlü esaretin ortadan kalkacağı, birlik ve küresellik hayatının yaşanacağı, eşkoşmanın zar kadar inceleceği zamanlara hazırlanan insanlığın önünde, oldukça zorlu ve ıstıraplı liyakat sınavları bulunmaktadır.

Küresel düşünmenin, küresel yaşamanın uygulaması söylendiği kadar kolay olmuyor. Ama hiç olmazsa, küreselliği iyice anlayabilmek için gayret gösterebiliriz. Eskiler, "rivayet muhtelif ama maksatlar bir" demişler ve yollar ayrı ayrı olsa da hedefin bir olduğunu çok güzel ifade etmişlerdir. Bütün beşeri olaylar ayrı ayrı sebeplere sahipmiş gibi görünmelerine rağmen aslında hepsi aynı hedefe, aynı amaca yönelmiş durumdadırlar. Bütün insanlar ve tabiat belli bir plan ve programın gerçekleşmesi için şaşılası bir düzen ve ahenk içinde eylemlerini sürdürmektedir. Kimin plan ve programı? Yücelerin ya da Ruhsal İdarecilerin... Kısacası Rab'bimizin, Dünyanın Sahibi'nin, evrensel tekamülün bir tezahürü olan dünya tekamülünü hedefleyen plan ve programı...

( Devre Sonu - Ergün Arıkdal )

0 comments:

Yorum Gönder