8 Aralık 2012 Cumartesi

GALAKTİK İNSAN - Virginia Essene ve Sheldon Nidle - Bölüm 6


http://www.dunyaana.com/images/man70.jpg    Atlantis’ten
    Büyük Tufana Kadar
    Washta , Teletron ve Mikah, Bölüm 5’te bıraktıkları yerden başlayarak, Lemurya’nın yok edilişi ve Atlantis’in yükselişiyle ilgili açıklamalarda bulunacaklardır.


    Atlantis, Galaktik Federasyon içindeki –güneş sisteminizde hiyerarşik bir devlet yapısını zorla kabul ettirmek isteyen (başta Alpha Centauri ve Pleiades’deki birkaç ileri karakol komutanlığı olmak üzere)- asilerden ve çeşitli yasadışı kumanda gruplarından oluşan müttefikler geliştirdi. Bu planın temeli, tüm Galaktik Federasyon’un güneş sisteminize verdiği önemde yatar. Asiler, ilişkiler yasalarıyla ilgili kendi hiyerarşik yorumlarının Galaktik Federasyon’un daha demokratik yorumundan daha üstün görülmesini istiyorlardı. (Lyra/Sirius’un, ilişkileri yöneten Dört Temel Toplumsal Yasası’nın anlatıldığı Bölüm 9’a bakınız.) Lemurya’nın ortadan kaldırılışıyla birlikte, Lemurya’yı ana imparatorlukları olarak gören yavru imparatorluklar olan biten karşısında şok olmuş ve yakın geleceğin ne getireceği konusunda endişelere kapılmışlardı.



    Atlantis ve Lemurya’nın yanı sıra, bu gezegendeki diğer iki önemli imparatorluk, Asya’daki Yü İmparatorluğu ile Kuzey Afrika’daki Libya/Mısır İmparatorluğu idi. Lemurya yıkıldıktan sonra,Libya/Mısır İmparatorluğu Atlantisliler ile, kendi topraklarında belli bir derecede yetkili olmasına izin veren bir anlaşma yapmayı başarmıştı. Ancak, Libya/Mısır klanlarının ayrı bir imparatorluk olarak var olabilmeleri için Atlantisliler’in istediği değişiklikleri kabul etmeleri gerekiyordu. Diğer önemli imparatorluk ise Asyalı Yü İmparatorluğu idi. Yü İmparatorluğu ve onun kolonileri, Lemurya anakıtasının yok oluşundan sonra bile Atlantisliler’e boyun eğmeyi reddettiler. Onlar birkaç resmi emir yayınlayarak, Atlantis’in diğer yavru imparatorluklardan özür dilemesini ve şiddet eylemlerine derhal son vermesini talep ettiler.
    Bu talepler karşısında, Atlantisliler,Libya/Mısır İmparatorluğu’nun da desteğiyle, Yü İmparatorluğu’nun bu emirleri derhal kaldırmasını talep ettiler. Karşı taraf bunu da reddetti. Tüm bunların sonucunda Atlantis’in ve asi müttefiklerinin silahlı güçleri Yü İmparatorluğu’na saldırıp yıkıma uğrattılar ve sağ kalan Yülüler yeraltına inmek zorunda kaldılar. Bugün onlar, Agartha ya da Şambala diye bilinen alemi oluşturuyorlar. Onların bu şevk dolu eylemleri, Lemurya’nın büyük ve şanlı mirasının, gerçek Lyra/Sirius uygarlığının yeniden oluşturulma zamanı gelene dek korunmasını sağlayacaktır.
    Atlantis’in yükselişini ve düşüşünü incelerken, onun tarihinin üç imparatorluğa ayrıldığını görürüz. İlk tarihi dilime Eski İmparatorluk denir (M.Ö. 400.000 yıldan 25.000 yıla kadar uzanır.) Eski İmparatorluk, Lemurya ile aynı zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya’nın yıkımını planladı. İkinci tarihi dilime, Orta İmparatorluk denir. (M.Ö 25.000 yıldan 15.000 yıla kadar uzanır) ve o, Dünya gezegeninin ilk gerçek hiyerarşik yönetimine sahne olmuştur. Son tarihi devreye ise Yeni İmparatorluk denir. O, Atlantis tarihinin son 5000 yılını kapsayan nihai çatışma ve yıkımın öyküsünü içerir (M.Ö. 15.000 yıldan 5000 yıla dek uzanır). Onun nihai yıkımı, Dünya insanlarını, bugün hala acısını çektiğiniz genetik bakımından indirgenmiş, mutasyona uğratılmış durumda bırakmıştır. Ancak, öğrendiğiniz gibi, bu yakında bizlerin de yardımıyla düzeltilecek olan geçici bir durumdur.
    Şimdi, Atlantis’in –Milat’tan 25.000 yıl önce Lemurya’nın yıkımını takiben başlayan- Orta İmparatorluk devrine bir göz atalım. Lemurya yıkıldıktan sonra Atlantis’in seçkin sınıfı Dünya’nın ve imparatorluklarının yeniden nasıl inşa edileceği zor sorusuyla karşı karşıya kalmıştı. Atlantisliler hem tam hakimiyet kurmak, hem de kendi hükümdarlıkları içinde diğer imparatorlukların var olmasına izin vermek istiyorlardı. Bu istek bir hayli zorluğa yol açtı. İlk girişim, Lemurya klan yapısını değiştirip, Lemurya’nın geleneksel kavramlarını, seçkin sınıfın hakim olacağı bir yapıyla değiştiren bir devlet kurmak oldu. Başlangıçta bu kavram hiç de başarılı olmadı ve gezegenin her yanında bir dizi küçük ama çetin iç savaşların patlak vermesine yol açtı.
    Atlantisliler daha önce, Leydi Gaia’yı fiziksel olarak dengelemek için kullandıkları yapay bir Maldek ayı getirmişlerdi. Şimdi arzu edilen askeri üstünlüğü elde etmek, iç savaşları ve isyanları sona erdirmek için bu ayı kullanmaya kalkıştılar. Ama bu isyanlar 10.000 yıllık Orta İmparatorluk devresi boyunca devam etti ve Atlantis’in seçkin sınıfı arasında bir hayli ruhsal araştırmaya, şaşkınlık ve korkuya neden oldu. Sonra, çeşitli ileri karakol yıldız sistemlerinden kurnaz asiler, Atlantisli seçkin sınıfın ve yeni oluşmuş klanların yönetim konseylerine sızıp, sonra bunları ele geçirmeleri için adamlarını yolladılar. İçeri sızan bu asiler, Atlantisli seçkin sınıf içinde, anti-Lemuryan hizibe karşı çıkanların cezalandırılmaları konusunda çok daha ısrarcıydılar. Bu talep, Atlantisli seçkin sınıfın canını çok sıkan ve bölünmelerine yol açan bir terör, işkence ve engizisyon döneminin başlamasına yol açtı.
    Hala, Atlantis devletinin kendini sağlamlaştırmak, istikrar kazanmak için ne yapabileceği sorusu ortadaydı. Ve bir kez bu hedefe ulaşıldıktan sonra, bu sağlamlığı Dünya gezegenini yönetmekte nasıl kullanabileceklerini düşünüyorlardı. Devleti, sağlamlaştırmak için birçok talihsiz girişimde bulunuldu. Kullandıkları en başarılı yöntemlerden biri, bir Tanrı-gücü dedikleri şeye inanç yaratmaktı. Atlantis’in asil yönetim konseyi, üstün bir yönetici sınıfın oluşturulabileceği ve onlara bir Tanrı-gücü tarafından yetki verildiği şeklindeki uydurma savla desteklenebilecek yeni bir hükümet şekline şiddetle ihtiyaç olduğuna karar verdi. Bu, Atlantis’in kendi kralına sahip on yönetim bölgesine ayrıldığı (Lemurya zamanındaki) Eski İmparatorluk döneminde izlenen önceki güç dengesine ters düşecekti. Bu krallar, Atlantis’in yönetim konseyini oluşturuyorlardı. Şimdi, yeni kavram bu krallardan birini en yüce hükümdar olarak seçmeyi içeriyordu. Diğer dokuz kral ise bu hükümdarın kabinesini oluşturacaktı. Onlara, kendi seçtikleri adaylar arasından atanan kişilerden oluşan bir yönetim konseyi kurmaları için yetki verilecekti.
    Otokrasi (istibdat) yükselişteydi ve Orta İmparatorluğun sona erişiyle birlikte bu sıkıyönetim sistemi Atlantis’e tam anlamıyla hakim olmuş ve imparatorluğu zorunlu bir barış ve istikrar dönemine sokmuştu. Bununla birlikte, büyük bir zorluk hızla gelişiyordu. Orta İmparatorluk’ta yetişen yeni kuşaktan birçok kişi, ülkeyi yöneten seçkin sınıftan sakınıyordu. Böylece, Atlantis’in bir başarısızlık olduğunu söyleyip, yeniden Lemurya yönetim sistemine dönmeyi talep eden bir isyan hareketi başladı. Elbette ki böyle taleplere izin verilemezdi; böylece, bu gruplar Atlantisliler’in İyonya ya da Güney Avrupa dedikleri bir yere sürüldüler. (Bkz. Şekil 16: Orta Atlantis İmparatorluğunun Haritası.) Bu sürülen isyankar liderler, Atlantis’in üstünlüğünü tanıyıp ona boyun eğene dek İyonya’da kalmaya mahkum edildiler. Yönetici Atlantisli seçkin sınıf bu tedbirlerin, isyancıları onların yönetimine itaat etmeye zorlayacağını umuyordu; ama tarih farklı bir yöne doğru ilerleyecekti.
    Bu isyancı grup sadece yönetici seçkin sınıfın üyelerinden değil, ama aynı zamanda kadim Lemurya İmparatorluğu’na benzer bir devlet yaratmaya karar vermiş önde gelen bilim adamlarından ve diğer yöneticilerden de oluşuyordu. Bu isyancılar, gizlice Lemurya tipi bir devlet oluşturmaya ve bir yer altı direniş hareketi vasıtasıyla da bu planlarını Atlantis’e taşımaya başladılar. Bu yeraltı hareketi, Lemurya Kıtası’na insan uygarlığını getirmekle yükümlü olmuş başlıca insan grubunun (Siriuslular’ın) onuruna Osirius mezhebi denen bir mezhebi yarattı.
    Ancak, bu Osirius hareketinin son derece önemli hale gelebilmesi için Yeni İmparatorluk boyunca üç-dört bin yıl geçmesi gerekti. En sonunda bir zaman geldi, Atlantislileri İyonyalılar’ı yok ederek bu mezhebi ortadan kaldırmanın gerekli olduğuna karar verdiler. Atlantis yönetici seçkin sınıfı, Lemurya’yı yok etmek için kullandıkları planın değişik bir biçimini uygulayarak İyonya’yı yok etmeye karar vermişti. Böyle bir çözüm, Atlantisliler’in Pleiadesli, Centauruslu ve diğer asi müttefiklerinden yardım almalarını gerektiriyordu. Ancak, bu biraz zaman aldı ve bu hazırlık İyonyalılar’ın dikkatinden kaçmadı.
    İyonyalılar, bilimsel birikimleri sayesinde, onları yok etmek için kullanılabilecek herhangi bir ay’ın devinimlerini saptamalarını sağlayan bir erken uyarı sistemi geliştirmişlerdi. Bu yüzden de herhangi bir saldırıya hemen karşı koyabilecek durumdaydılar. Bu İyonya yetenekleri Atlantis’in yıkımına yol açacaktı.
    Atlantis, yıkılacağı sırada, Atlas adlı bir kralın yönetimindeydi. Bu aynı zamanda, Atlantisli yönetici seçkin sınıfın çoğunluğu, İyonya’da sürgünde bulunan grubun ve onu yer altı hareketinin İyonya’nın yıkılışına nasıl tepki göstereceğini merak etmeye başlamıştı. Bu seçkin sınıf, bu saldırının yer altı hareketinin arz ettiği tehlikeye gerçekten son verip veremeyeceğini merak ediyordu. Bu olasılık, eğer İyonya saldırıya uğrarsa neler olacağı konusunda endişelenmeye başlayan Libya/Mısır İmparatorluğu ve onların yönetici seçkin sınıflarını da alarma geçirmişti.
    Kral Atlas, Lemurya uygarlık biçimini yeniden kurmanın gizli taraftarıydı. Atlas’ın, İyonya’ya sürülmüş yer altı hareketinin onuruna, Osirius ya da Osiris adını verdiği bir oğlu vardı. Osirius, babasının sarayında birçok faaliyetle yükümlüydü. Yıkımdan hemen önce, Atlas, kendisini öldürme peşinde olan komplocuları atlatmak için karısı Kraliçe Mu’yu ve oğlu Osirius’u iki farklı yöne yolladı. Atlas, Kraliçe Mu ve onun kardeşi Prens Mayam’ı, Atlantis ordusunun çoğunluğuyla birlikte Orta Amerika’ya yolladı. Osirius ile rahiplerin ve kayıt tutucuların çoğunu ise Libya/Mısır İmparatorluğu’na yolladı. (Bkz. Şekil17: Atlantis Kralı Atlas Lemurya Kültürünü Yeniden Kurmak için Plan Yapar.)
    Atlas, (Atlantis’in yıkımından sonra) Lemurya İmparatorluğu’nu yeniden kurabilecek imparatorluklar görevi yapacak bölgeler yaratmayı umuyordu. Ne yazık ki, Osirius’un erkek kardeşi Seth’in eylemleri bu umudu kıracaktı. Seth, Libya/Mısır İmparatorluğu’nun atanmış yöneticisi olarak, kendisinin gerçek Atlantis inancının son bakiyesi olduğuna ve başlıca hedefinin Atlantis İmparatorluğu’nu yeniden kurmak olduğuna karar vermişti.
    Bu zıt inançlar, Osirius ve kardeşi Seth arasında büyük bir çatışmaya yol açtı. Prens Osirius’un ordularının başında, kendisinin ölümünden sonra Libya/Mısır İmparatorluğu’nun başına geçecek olan büyük oğlu ve başkomutan’ı Horus vardı. Horus, bir biçimde, amcası Seth’in babasına askeri olarak karşı koymak üzere olduğunu keşfetti ve olacaklar konusunda babasını uyardı.
    Ama, Osirius Seth’in olumlu bir insan olduğuna ve babaları Atlas’ın isteğine sadık kalcağına inanıyordu ve oğlunun Seth’in ordularının onlara saldıracakları yönündeki uyarısına kulak asmadı. Böylece, Osirius Mısır’a geldiğinde Seth onun Libya/Mısır İmparatorluğu’nun kralı olmasına izin verdi. Osirius kral oldu, çünkü yasaya göre büyük kardeşin tahta geçmesi gerekiyordu. Ancak Seth, Osirius’un krallığının geçici olacağına inanıyordu. En sonunda, kendi krallığını kurmasına izin verilmeyince, Seth Osirius’a saldırmaya karar verdi. Böylece, silahlı güçlerini Nil Nehri’nden, bugün Orta Doğu (Sümer toprakları) denen yere götürdü ve ordularıyla yapacağı büyük bir saldırıyla Osirius’u yok etmeyi planlamaya başladı.
    Bu arada, Horus, silahlı güçlerine Sina Yarımadası’na götürdü ve orada Seth’in ordularını yenme denklemini bütünüyle değiştirecek şaşırtıcı bir keşifte bulundu. Bu sırada, yeni bir oyuncu önemli bir çekim gücü olarak oyuna katılmıştı. Şambala ya Agarta İmparatorluğu (Lemurya’nın eski Yü yavru imparatorluğu) , otoritesini yeniden kurmak için Hindistan da, Agarta Kralı’nın oğlunun yönetimi altında bir yüzey imparatorluğu kurmaya karar vermişti. Bu Agarta prensinin adı Rama idi ve onun imparatorluğu sizin zamanınıza dek onun adıyla bilindi.
http://www.dunyaana.com/images/g.%20bol-6%20resim%201.jpg
Rama İmparatorluğu başlangıçta Hindistan’ın İndus Nehri vadisinde yerleşmişti. Agartalılar, bu yeni imparatorluğun, başlangıçta Atlantis’e atanmış uzaylı asi güçlerin son kalıntıları tarafından desteklenen Seth ve onun Sümerli ordularının yenilmesine yardım etmesi gerektiğine karar verdiler. Gezegenin yüzeyindeki bu yeni Agarta uygarlığı Horus’a , onu hava ve uzay güçleriyle koruyarak yardım etti. Bu güçler, Horus’un Sina Yarımadası’nda geçici ileri karakollar kurmasına, böylece oradan Seth’in silahlı güçlerine saldırmasına olanak verdiler. En sonunda, Horus Seth’e başarıyla saldırdı ve Sina Yarımadası’nın doğu ucunda yapılan zorlu bir savaşta onu öldürdü. Seth’in oğulları Kutsal Topraklar’dan geçerek bugün Ortadoğu denen bölgeye kaçtılar ve orada Sümerlerin kadim başlangıcını oluşturacak bir uygarlık kurdular.
    Şimdi Sümerler, Seth’in oğulları, Mısır’da yeniden hükümdarlık kurmaya azmetmişlerdi. Kendilerini, Dünya yüzeyinde Lemurya’dan geriye kalmış olabilecek her türlü kalıntıyı tamamen yok etmeye adamışlardı. Bu yüzden, Horus’u yenmek için ustaca bir plan geliştirmeye koyuldular. Bu tehlike Horus’u, Hindistan’ın Rama İmparatorluğu ile anlaşmalar yapmaya yöneltti. Seth’in oğullarının Rama İmparatorluğu’na yaptığı bir dizi saldırı, Horus’un Mısırlı güçlerin Sümerler’e karşı saldırıda bulunmalarına neden oldu. Bu çok yıkıcı savaşlar dizisi, Avrupa, Afrika ve Asya’nın, yani uygar dünyanın çoğunu mahvedecek gibi görünüyordu.
    Böylece, bu savaşan imparatorlukların seçkin sınıfları kristal tapınaklara saldırmaya karar verdiler. Bu tapınaklar gökkubbe’yi Dünya üzerindeki yerinde tutan kristal ağını barındırıyorlardı. Bu muazzam ölçüdeki donmuş kristalize su, savaşan taraflarca son çare olarak görülüyordu. Dahası, bu üç imparatorluk sadece düşman bölgesine sel basacağına, kendi topraklarına bir şey olmayacağına inanıyordu. Ne yazık ki kristal tapınaklara saldırılar aynı zamanda yapıldı ve Gökkubbe’yi çatlatacak yeterli ölçüde kristal ağ yok edildi. Bu gelişme, Gökkubbe’nin parçalanıp milyonlarca galon suyun gökten yere akmasına yol açtı ki tarihte ve Kutsal Kitap’ta bundan Büyük Tufan (Nuh Tufanı) diye söz edilir.
    Şimdi kısaca, Gökkubbe’nin neden oluştuğuna bir göz atalım. Gökkubbe, biri Dünya yüzeyinden yaklaşık 15.000-18.000 kadem yükseklikte, ikincisi ise Dünya yüzeyinden yaklaşık 35.000-38.000 kadem yükseklikte bulunan iki katmandan oluşan dev bir kristalize su-kalkanı idi. (Bkz. Şekil 18: Gökkubbelerin Tarifi.). Bu katmanlar çok iyi inşa edilmiş ve yaşam veren bir atmosfer sağlayarak gezegene yardımcı oluyorlardı. Gökkubbe çökerse, atmosfer de açılacaktı. Bu durum tehlikeli radyasyonların Dünya’nın yüzeyine nüfuz etmesine ve değişken hava kütlelerinin ya da farklı iklimlerin meydana gelmesine yol açacaktı. Gökkubbe varken yağmur yoktu, çok az rüzgar vardı ve mevsim değişiklikleri yaşanmazdı. Savaşan taraflar aynı anda kristal tapınaklara saldırınca, bu kristal ağın büyük bölümü yok oldu ve bu yıkım Gökkubbe’de muazzam büyüklükte bir delik açtı. Bu büyük delik tüm Gökkubbe sisteminin dengesini bozdu ve onun bozulmasıyla birlikte şiddetli yağmurlar başladı. Bu ani ve korkunç tufan sonucunda Rama, Mısır ve Sümer İmparatorlukları yok oldular. Bu tufan dünya çapında yayılarak, Amerika kıtalarını, Asya, Avrupa, Afrika’nın diğer kısımlarını ve okyanus havzalarını da kapsadı.
    Kırk gün süren bu şiddetli yağmurdan sonra geriye yeni bir dünya kalmıştı. İnsanlığın eski tarihçesi, kayıtları ve izlerinin çoğu bu tufan sırasında yok oldu ve geriye ağızdan ağza aktarılan  öykü ve efsanelerden başka bir şey kalmadı. Dünya insanları bu efsanelerin gerçekten ne anlama geldikleri üzerinde düşünmelidir. Bu tufandan sonra şimdi sizin yaşadığınız dünya ortaya çıktı. Bu kadim zamanın halkları ve hükümdarları sizin tanrı ve tanrıçalarınız haline geldiler ve onların çağı sizin efsanevi Altın Çağınız’ı oluşturdu. Sizin yapmanız gereken ise az önce anlattığımız tarihin anlamını ve bu tarihin gezegeninizde yakında meydana gelecek olanla nasıl ilgili olduğunu anlamaktır.

http://www.dunyaana.com/images/g.%20bol-6%20resim%202.jpg
Bu bölümde verilen bilgiler hakkında zihninizde birçok soru uyanabilir. Aşağıda, Virginia Washta’ya “Atlantis’ten Büyük Tufana” bölümünde verilen bilgilerle ilgili sorular sormaktadır.
Soru ve Yanıt Bölümü
Virginia: Washta, bugün Dünya gezegeninde Atlantis’ten geriye kalan herhangi bir fiziksel kanıt bulunuyor mu? Ya da bulup da ne olduğunu anlayamadığımız kanıtlar var mı?
    Washta: Atlantik Okyanusu’nda Kanarya Adaları çevresinde ve İspanya’nın güneybatı kıyısı açıklarında, kıtanın deniz suları altında kalan kısmında geniş Atlantis bölgeleri vardır. Ayrıca, Bahama Adaları’nda ve Antil Adaları’nın batısındaki ve güneyindeki bölgede –Küba ve Porto Riko’da- böyle yerler vardır. Atlantik Okyanusu’nun orta bölgelerinde Atlantis kalıntılarını barındıran yerler vardır. Birleşik Devletler’in Carolina kıyılarının açıklarında da keşfedilmiş ama henüz kamuoyuna açıklanmamış başka bölgeler vardır.
    Virginia: İçlerinden bazılarına diğerlerine nispetle daha kolayca ulaşabilir miyiz, yoksa bu zamanda onları aramaya kalkışmamalı mıyız?
    Washta: Henüz su yüzüne çıkmamış çeşitli tapınak yerleri bizler dünyanıza iniş yaptığımız zaman su yüzüne çıkıyor olacaklar. Böylece, zamanı geldiğinde Atlantis’in gezegeninizin tarihindeki ayak izlerini kendi yolunca göstereceğini bilin. Birçok devlet, az önce tarif ettiğimiz pek çok yerde zaten kazı yapmış ve sözlerimizi kanıtlayan birçok kitabe ve nesne bulmuştur. Atlantis âleminin zamanı geldiğinde yeniden ortaya çıkacağından emin olabilirsiniz.
    Virginia: Asya’daki Yü İmparatorluğu’yla ilgili bugün jeolojik veya antropolojik kalıntılar bulabilir miyiz? Ya da zaten bulunmuş olupta böyle bir imparatorluğun var olduğunu gösteren kalıntılar var mı?
    Washta: Çin’in geniş kuzeybatı bölgelerinde ve uzak batı çölünde bazı yerlerde bu imparatorluğun kalıntıları bulunmuştur. Bu imparatorluk hakkında verebileceğimiz en önemli bilgi şudur: Hayatta kalanlar Yü topraklarını terk edip Himalaya Dağları’na sığındılar ve orada efsanevi Şambala ya da Agarta’yı oluşturdular. Bu âlem, Dünya üzerinde ve yeraltında yaşayan insanları birbirine bağlayacak anahtardır ki yeraltında yaşayanlar bizim gezegeninize inişimizle ortaya çıkacak bu bağ kurma fırsatını beklemektedirler.
    Virginia: Yani Şambala ya da Agarta denen iç dünyanın yakında ortaya çıkacağını mı söylüyorsunuz?
    Washta: Evet, gezegeninizde yeraltında yaşayan insanların “büyük birleşme” dedikleri şey budur. Onlar, Kuzey ve Güney Amerika, Asya, Afrika ve Avrupa’daki yer altı bölgelerinde mevcut farklı Lemurya kolonilerinin Dünya üstüne çıkarak uygarlıklarını Dünya üstünde sizinle birlikte yeniden oluşturmalarına izin verilecek zamanı bekliyorlar. Şimdiye dek kolonileri güvenlikleri açısından büyük ölçüde gizli tutuldu ya da son derece belirsiz (muğlâk) bir realite olarak bilinegeldi.
    Virginia: Yaklaşık olarak kaç kişiden söz ediyoruz ve şimdiki yerlerinde Griler’in ve diğer negatif uzaylıların saldırılarından korunuyorlar mı?
    Washta: Lemurya’nın yıkılışından beri ve özellikle Atlantis’in yıkılışı esnasında yeraltında tam bir inzivaya çekilmiş durumdalar ve Lemurya grup yönetimi modelini sürdürüyorlar. Onlar güvendeler, yaklaşık yirmi beş milyonluk bir nüfusa sahipler.
    Virginia: Afrika’daki bazı tarihi yerlerden söz ettiniz. Bu yerlerin nerede olduğunu, yeraltında yaşayan insanlara zarar vermeyecek şekilde bildirebilir misiniz?
    Washta: Tüm Afrika boyunca büyük tarihi yerler vardır. Bu büyük yerlerden biri, Lemurya’nın kayıtlarının enerjilerini içerme görevi yapan Mısır’daki Büyük Piramittir. Bu kayıtlar, piramidin tabanına yakın olan özel ve gizli bir odada tutulmaktadır. Bu oda, biricik amaçları bu kayıtları, onları görmemesi gerekenlerden korumak olan devasal enerjilerin yardımıyla tamamen gizli tutulabilmektedir.
    Virginia: Anlıyorum, teşekkür ederim. Bir din ya da felsefe olarak Rama İmparatorluğu ile günümüz Hinduizm’i hakkında yorumda bulunabilir misiniz?
    Washta: Rama, Hindistan’da üstün bir uygarlık –Lemurya uygarlıklarını geri getirecek bir uygarlık- kurmak üzere Agarta’dan çıkıp gelmişti. Bu ne yazık ki, ona müdahale eden ve misyonunun başarıya ulaşmasını engelleyen Pleiadesli ve Centauruslu asiler yüzünden uygulanamadı. Bu, mistik biçimlerde gelişen çeşitli Mahabarata ve  Ramayana  kitaplarında tarif edilir ve bu kitaplar o zamanın tarihini içerirler. Rama İmparatorluğu’nun enerjileri ve mirasları çeşitli tapınaklarda bırakılmıştır ve bunların bir kısmı, iki-üç bin yıl önce modern Hinduizm’in yükselişine dek varlığını sürdürmüştür. Bu tapınak kayıtları gizli tutulmuştur ve onları anlayabilirler için modern Hinduizm’in temelini oluştururlar.
    Virginia: Bugün Hindistan’da, yeraltındaki insanlarla özellikle ilgili ya da coğrafik veya antropolojik açıdan önemli kalıntılar var mı?
    Washta: İndus Nehri vadisinde ve Hindistan’daki Ganj Nehri gibi nehirlerin vadilerinde antik kentlerin ve tapınakların kalıntıları vardır. Bu tarihi yerler, Rama ve aynı zamanda Lemurya’nın kalıntılarıdır. Bu yüzden, Hindistan birgün spiritüel bir bilim diyebileceğimiz uygulamalar için büyük merkezlerden biriydi ve bu uygulamaların temelinde Lemurya uygarlığına ait kavramlar yatar. Bu uygulamalar ve inançlar Seylan ya da Sri Lanka gibi birçok başka yere ve tabii Hawaii Adaları’na da aktarılmıştır. Bizim aşağıya inişimiz gerçekleştiğinde onlar da keşfedilecek, incelenecek ve kullanılacaktır.
    Virginia: Buna Paskalya Adası da dahil mi, yoksa o farklı bir şey miydi?
    Washta: Paskalya Adası, güneybatı ve güneydoğu Lemurya bölgelerinden, kuzeydoğu bölgesine, bugün Hawaii denen ana bilim merkezine bilimsel enformasyon aktarmak için kullanılan bir iniş yöresiydi. Bu bilgi hem taşıtlarla hem de bugün gezegeninizde bilinmeyen özel teknolojik aygıtlar vasıtasıyla aktarıldığından, burası büyük bir bilgi aktarım noktasıydı.
    Virginia: Gökkubbe denen şeyi ilk kez kimin inşa ettiğini ve ne zaman inşa edildiğini öğrenebilir miyiz?
    Washta: Gökkubbe ilk kez, yaklaşık otuz beş milyon yıl önce gezegeninize gelen ilk eterik uygarlık tarafından inşa edilmişti. Bu, Dünya gezegenini Güneş’in radyasyonundan ve sürekli olarak güneş sisteminize gelen diğer tehlikeli kozmik radyasyondan korumak için yapılmıştı. Bu Gökkubbe, kurulan çeşitli uygarlıklar ve gelen istilacılar tarafından birçok kez parçalanıp yeniden onarıldı. Böylece, o ilk eterik uygarlıktan bu yana, bu gezegenin jeolojik tarihi boyunca tufanlar meydana geldi.
    Virginia: O tekrar yerine konabilir mi?
    Washta: Son sağlam Gökkubbe yerindeyken var olan küçük kristal tapınakların bazıları hala mevcuttur, ama diğerlerinin zamanı gelince yeniden oluşturulmaları ve aktive edilmeleri gerekir. Bu bizim onarma çalışmalarımızın bir parçasını oluşturacaktır. Biz şimdiden, ilk (orijinal) kristal tapınaklar ağını oralarda yeniden kurmayı hedeflediğimiz, şu anda okyanusun altında bulunan ve diğer ulaşılması güç bölgeleri oluşturduk. Kullanılması ve aktive edilmesi daha kolay olan kristal tapınaklar fiziksel boyutta kullanılacaklardır. Diğerleri ise orijinallerin kopyası olan holografik imgeleme eterik enerji kalıpları vasıtasıyla kullanılacaktır. Zamanı geldiğinde, Dünya’ya inişimiz tamamlandığında, bu belirli bölgeler aktive edilecek ve böylece Gökkubbe tekrar oluşturulacaktır.
    Virginia: Evet, teşekkür ederim. Bermuda Üçgeni’nde bir kristal tapınak yer alıyor mu?
    Washta: Denizin altındaki çeşitli bilimsel aygıtlar gerçekten de bu kristal tapınaklar zincirinin bir parçasıdır. Ancak, Atlantis yıkıldıktan sonra olanlar yüzünden Bermuda Üçgeni boyutlararası bir giriş haline geldi. Bir boyuttan diğerine geçen birçok grup, ulaşım ve iletişim amaçları için bu üçgeni kullandı. Bu üçgen aktive edildiğinde, bu boyutlararası bir girişin açılmasına neden olur. O zaman, bu üçgenin içinde ve iletişim noktasının dayalı olduğu yerde bulunan nesneler bu boyutlararası giriş etkisini deneyimleyerek ya ortadan kaybolur ya da zamanda başka bir boyutun uzayına geçerler.
    Virginia: Bilmemiz gereken başka tapınaklar da var mı?
    Washta: Japonya’nın, Hawaii’nin açıklarında, California kıyısı boyunca, Kuzey Amerika’nın Atlantik kıyısı boyunca ve Avrupa’da, Afrika’da, Güney Amerika’da, Avusturalya’da ve Pasifik ve Atlantik Okyanusu havzalarında tapınaklar vardır.
    Virginia: Tapınakların hepsi şekil ve büyüklük olarak birbirlerine benziyor muydu, yoksa bazı farklılıklar var mıydı?
    Washta: Onlar, gezegenin ızgara şeklindeki enerji ağının ana (kesişme) noktalarında mı, yoksa destek noktalarında mı bulunduklarına bağlı olarak farklılık gösterirlerdi. Ağın üzerindeki ana noktaları, yapı ve büyüklük olarak hemen hemen Büyük Piramit’e benzeyen dev tapınaklar oluşturuyordu. Diğer destekleyici tapınakların büyüklükleri ise bu prototipin yarısı ila dörtte biri veya sekizde biri arasında değişiyordu.
    Virginia: Guatemala’dan Meksika’ya kadar uzanan bölgede yer alan tüm piramitler bu ağın bir parçasını mı oluşturuyorlardı?
    Washta: Onlar, kutsal-düğüm (enerji ağının kesişme) noktalarında inşa edilmişlerdi, çünkü bu kutsal noktalarının iki yararı vardı. Birincisi, onlar gelen tüm ziyaretçileri enerji vererek canlandırıyorlardı. İkincisi, onlar (çevrelerindeki perde ince olduğundan) “öbür taraf” ile ya da spiritüel boyutla iletişim kurulabilen yerlerdi. Yani, bu tapınaklar bu iki temel amaçla inşa ediliyorlardı.
    Virginia: Eminim ki size sorabileceğimiz daha birçok soru vardır, ama size Gökkubbe’nin çöküşünün Dünya’nın bugün yaşadığı hava ve radyasyon sıkıntılarını nasıl hızlandırdığını sorarak celseyi bitirmek istiyoruz.
    Washta: Gökkubbe kusursuz bir bütünken, Spiritüel Hiyerarşi’nin –ve bu Hiyerarşi’nin isteklerine uygun olarak kristal tapınakları kuranların- yönetimi altındaydı ve gezegeninizin atmosferi için birkaç işlevi yerine getiriyordu. Birincisi, o radyasyon ve ısı düzeylerini düşürüyordu ve böylece Dünya’nın iklimi, ısı olarak, Kuzey Kutbu’ndan Güney Kutbu’na kadar en fazla beş derece fark ediyordu. Böylece, bugünkü gibi güney ve kuzey kutup bölgelerinde buz tabakası yoktu.
    Atmosferdeki ikinci büyük farklılık, o zamanlar rüzgârların ve bulutların bulunmamasıydı. Hiç bulut yoktu ve her gün güneşli bir gündü. Asgari düzeyde rüzgâr vardı, saatte azami beş ila yedi mil şiddetinde esiyordu. Ayrıca, hiç bulut olmadığı için hiç yağmur fırtınaları da yaşanmıyordu; yağmur sizin şimdiki devrenize özgü bir şeydir. Radyasyon enerjisi pranayı Gökkubbe’nin içinde tuttuğundan, bu Gökkubbe atmosferi zihni ve bedeni canlandırıyordu. Prana, Gökkubbe’nin altında sürükleniyor ve onu dev bir soğutucu gibi tutuyordu. Ona bir prana ya da enerji buzdolabı diyebilirdiniz!
    Gezegeninizde bulunan her yaratığın bedeni bu enerjiyle canlılık, zindelik kazanıyordu. Bedenin bozulmasına neden olabilecek ısı ve diğer radyasyon Gökkubbe tarafından atmosfer yüzeyinizin dışında tutuluyordu. (Bir başka yan etki de, Gökkubbe bir mercek gibi yıldızları büyük gösterdiğinizden, gökyüzü dev bir teleskopla bakıyormuşsunuz gibi görülüyordu.) Böylece, Gökkubbe büyük iklim farklılıkları, fırtınalar ve aşırı hava koşullarının olduğu zarar verici bir atmosferi ve büyük ölçüde radyasyonun içeri girişini önlüyordu. Gökkubbe çöktükten sonra, radyasyon sonunda insanların fiziksel olarak küçülmelerine ve giderek ömürlerinin kısalmasına neden oldu. Mevcut atmosferiniz, Gökkubbe’nin bir zamanlar yaptığı ve gelecekte yeniden yapacağı gibi hayatı korumuyor.
    Virginia: Öyleyse Kutsal Kitap’ta yüzlerce yıl yaşadıkları anlatılan insanlar bunu Gökkubbe sayesinde yapabiliyorlardı, öyle mi?
    Washta: Evet. Artık celse bitiriyoruz. Son olarak şunu söyleyebiliriz: Gezegeninizin gerçek tarihi ortaya çıktığında, nereden ve hangi koşullardan bu güne geldiğinizi daha iyi anlayacaksınız. Bu sizin geçmişte nelerin olup bittiğini kavramanıza yardım edecek ki böylece yeni Işık Çağı’nı başlatabilesiniz.
    Virginia: Hepinize çok teşekkür ederiz.
    Washta: Ayrılmadan önce, konuşmamıza izin verdiğiniz için biz size teşekkür ederiz.

1 comments:

lordofsunshine dedi ki...

Bu kitabı almak şart oldu, yazalım listeye...

Yorum Gönder