5 Haziran 2015 Cuma

 eho0m8
“Tarih, milletleri ve devletleri yazar. En çok da Türklerden bahseder. Ünlü bir bilim adamının dediği gibi, “Tarihten Türkleri çıkarırsanız ortada tarih diye bir şey kalmaz.”
Dünya üzerinde her milletin bir görevi olmuş; kimileri tarih sayfaları arasında kaybolmuş, kimileri de yozlaşıp zamanla silinmiş…Türk milletinin binlerce yıldır Mu-Atlantis ile nasıl bir diyaloğu olduğu araştırmaları yapılırken “Erken Tarih”in derinliğine inme gereği doğmuştur.Türk milletinin tarih misyonunu incelerken, genetiğine işlenen kahramanlık destanlarıyla dolu gerçeğine defalarca tanık olacaksınız…
-Atatürk’ün, Türk Milleti’nin Nereden Geldiği ile İlgili Araştırmaları
-Agarta’dan Ergenekon’a Uzanan Efsanenin Sırları
-Agarta-Şambala ve Hitler Uzantısı
-Binlerce Yıl Saklanan Büyük Sır; Gök-Kurt
-Türklerin Kültürel Kökenleri Kayıp Kıta Mu’ya mı Uzanıyor?
-Kuran-ı Kerim’den Türklerin Kozmik Kökenlerine Dair İp Uçları
Bu kitap, Türk uygarlık tarihinin kökenlerinin dayandığı Agarta ve Ergenekon Efsanesi’nin bilinmeyenlerine ayna tutuyor ve derin bir araştırma örneği sunuyor.
“ Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
M. K. Atatürk

Türk Milleti Özel bir millettir. Bu özelliğini hem yaratılışından almış, hem de sonradan eklenen üstünlükler onu cihanın efendisi haline getirmiştir. Bu efendilik asla kendini beğenmişlik veya başkalarını küçümsemek gib; bir oluşumu çağırmamıştır. Bu milletlerin kaderinin gerekliliği durumunda olan bir oluşumu simgeler. Bu yönüyle Türk Milleti, birçok misyonla ilişkileri olmuş görevli bir millettir.


Kitabımız Mu Atlantis, Agarta Şamballa ve Sirius misyonları üzerine olacaktır. Bütün dünyayı ilgilendiren bu sistemler dünyaya yön vermiş ana sistemlerdir. Kozmik kökenli bu sistemleri tanımadan asla hiçbir bilgiyi özümseyenleyiz.


Kozmik kökenli misyonların başında Sirius gelmektedir. Sirius misyonu’nu ya da Siriusyen kültürünü simgeleyen Sirius Yıldızı 8,6 ışık yılı uzaklıkta ve yaratılışımızla ilgili bilgilerin ilk kaynağını içermesi dolayısıyla çok önemlidir. Boyut bilgilerimize göre, yaratılışın ilk merkezini oluşturmaktadır. Sirius kültürü Ezoterizmin şimdiye kadar kabul ettiği ortak bir Özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk Milleti’nin oluşumunda çok önemli yer tutan Sirius misyonunun anlatımını ve diğer misyonlarla ilişkilerini de irdeleyeceğiz.


Dünya üzerinde her milletin bir görevi olmuş, kimileri tarih sayfalan arasında kaybolmuş, kimileri yozlaşıp kozmik (ilâhi) güçler tarafından yok edilmiş, bizim gibi bir milletin de Tanrı tarafından görevli sayılması kozmik güçlerce sağlanmış ve Türk Milleti’ni Tanrı’nın kırbacı yapmıştır.


Türk Mİlleti’nin binlerce yıldır Mu Atlantis ile nasıl bîr diyalogu olduğunun açıklamalarını yaparken “Erken Tarih”İn derinliğine inmek gereği doğmuştur. Ezoterik bilgilerin bir kısmının anlatımı bile düşünce ufkumuza büyük değerler kazandıracaktır. Bu anlatılan bölümlerin gerçekliğini ruhunda duyanlar, yeni bilgilerin ortaya çıkmasıyla kendi milletini daha yakından tanıyacaktır. Türk Milletinin tarihi misyonunu incelerken genetiğine işlenen kahramanlık destanlarıyla dolu olduğu gerçeğini söylememize gerek yok sanırım.


Dünya yüzünde Türk Milleti kadar olumsuzluğa uğramış olan bir millet daha yoktur. Acılara çare olmuş, dertlilere şifa bulmuş, mazlumun yanında olmuş, güçsüzü korumuş, dünyada çok düzenler kurmuş ve bu düzenlerin adaletle pekişmelerini sağlamış, yani aklınıza gelecek ne kadar erdem varsa; Türk bunu yaşamış ve yaşatmıştır. Türk kelimesinin anlam ve değerini bilen ve bunun gereğini yapan bu ulusun tek güvendiği yer Kozmik (İlâhi) Sistem olmuş, tek Tanrı fikrini genetiğine işleyen bir ulus olma özelliğini en önce Türkler yaşamıştır. İşte bu ayrıcalık onu destanlaştırmış Tanrı’nın kırbacı yapmıştır. 


Türk Milleti’ne o veya bu şekilde karşı olanlar, saldırıda bulunanlar, her zaman Türk milletinin bu özelliğine darbe vurmaya çalışmıştır. Ara ara başarır gibi görünse de ‘Türk Genetiği’ tanrısal irade gereği, bu olumsuzluklara set olmuştur.

Kurtuluş Savaşımızı, Çanakkale Destanı’nı hangi kalem nasıl anlatacak? Anlatmanın bir yolu var mı acaba? Sadece düşünmek bile İnsanı ürpertiyor. Bu nasıl bir millettir ki, kucağında çocuğu olan Türk kadını sırtında top mermisi taşıyabiliyor? Bu nasıl bir tesadüf ki; (tesadüf asla yoktur) Seyit Ali Onbaşının
attığı 257 kg’lık son top mermisi Çanakkale’de İngiliz savaş gemisinin bacasından içeriye girerek, ‘Çanakkale geçilmez’ mesajının bütün dünyaya verilmesini sağlıyor? Çanakkale’deki İngiliz Kraliyetine bağlı Norfolk Alayı bütünüyle (278 kişi) bir bulut içinde kayboluyor. Bu anlatımın yüzlerce örneği vardır. Burada bu konuyu anlatmadan geçemeyeceğim. Egemen Kızılay’ın internet sitesinden aldığım Seyit Ali Onbaşının bu öyküsünü beraber okuyalım:


“Çanakkale Savaşı’nda deniz savaşları sırasında SeddülBahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddül Bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah’ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı.
Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyit Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ıstırap İle dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi.


Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi. Bu mermi gideceği yeri de biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı.


257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor:


“Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.


“Ulu ve yüce Allah’ tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur,” duası Seyit’in ağzından nur tanesi gibi dökülmeye başladı. Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğde] i Ali, Seyit’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler’e ait “Ocean” isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır.


Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit’e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defa da kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa’ ya şu cevabı verdi:
“Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah’ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah’ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makama varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım.”


İşte Atatürk böyle bir milletin başına geçerek kimliğini geri veriyor, başka bir anlatıma kavuşturuyor. İşte Atatürk bu bilinmeyen dünyalardan gelerek Türk Milleti’nİn tarihi misyonunun içinde görev alıyor.


Atatürk yaşantısı boyunca neyi, neden aramıştı? Bu araştırılması gereken bilgi ona nereden gelmişti? Bütün bunlar şimdiye kadar hep karanlık içinde kalmıştır. Ama bazı şeylerin ortaya çıkma zamanıdır. Bildiklerimizin yanında bilmediklerimiz ya da bildiğimiz halde zamanı gelmediği için anlatmadıklarımız da olacaktır. Dediğimiz gibi her şey zamanı geldikçe…


Cumhuriyetimizin kuruluş yılları sıralarında Atatürk’ü çok meşgul eden Türk milletinin bilinmeyenlerini araştırmak sırası ancak 1930′lu yıllarda gelir. Atatürk’ün, Türk milleti’nin nereden geldiğinin, tarihi misyonunun neler olduğunun, ortaya çıkarılmasını istediği bir çalışma bütün hızıyla o tarihlerde başlar. Bu yoğun çalışmayla birçok bilinmeyeni ortaya çıkaran Atatürk’ün ömrü maalesef diğer bilinmeyenleri açıklamasına geçit vermemiştir. Ama bizlere ışık olarak sunduğu bu bilinmeyenler birer birer ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle Atatürk’ü “Ruhsal Üstat” saymak çok yerinde olur. Kitabımıza Atatürk’ün bu araştırmalarına örnekler vererek devam edeceğiz.
 

KONYA – 2007
ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLETİNİN
NEREDEN GELDİĞİ İLE İLGİLİ
ARAŞTIRMALARI


“Tarih itiraz kabul etmez bir şekilde ispat etmiştir ki,
büyük meselelerde muvaffakiyet için, kabiliyet ve kudreti
sarsılmaz bir reisin mevcudiyeti lâzımdır.”


M. Kemal ATATÜRK
Atatürk’ün, cumhuriyetimizin ilk yıllarında Türk ulusunun nereden geldiği ile ilgili olarak yaptığı araştırmaları, özellikle 1930′ların başında yoğunlaştı. 1930′da Tarih Heyeti’ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931′de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen kurumun çalışma alanını Türk ve Türkiye Tarihi olarak belirledi. 


Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi. Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; “Türk uygarlığı tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni Orta Asya’dır.”

Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu’nun 2. Dil Kurultayı’nda yaptığı konuşmada yer alan “Güneş” yaklaşımı, sonradan tanışacağı, Mu….

0 comments:

Yorum Gönder