24 Nisan 2020 Cuma

“İzin vermiyorum, oyun bitti!”

 Fotoğraf açıklaması yok.
Benim paylaşımlarımdan veya kendi araştırmalarınızdan dolayı artık Magenta Pixie’yi tanımışsınızdır diye düşünüyorum. Bu sevimli İngiliz kadın uzun yıllardır spiritüel konularla ilgileniyor ve saygıdeğer bir takipçi kitlesine sahip. Karantinanın başladığı ilk günlerden beri ciddi uzunlukta ve derinlemesine bilgiler içeren videolar çekiyor. Videolarının diğer kişilerin hazırladıklarından ayrıştığı nokta ise, geleceğe dair “doom&gloom” yani kıyamet habercisi mesajlar içermemesi tam aksine eğer gerçekten önyargısız bir biçimde dinlerseniz ruhunuzu yükselten, sizi bir anlamda keyiflendiren bir yönü olması. Şimdi herhalde saçmaladığımı düşünüyorsunuz. “Bu kadın manyak herhalde, tüm bunlar yaşanırken kalkmış pozitif mesajlardan, olumlu bir gelecekten bahsediyor?” diye ufaktan sinirlenmeden önce bir es verin ve bana kulak verin dostlar…


Korkmuyor değilim, elbette korkuyorum, herşeyden önce bende sevdikleri olan, ailesine, yaşantısına önem veren etten kemikten bir insanım ve inanın siz ne kadar kendinize güveniyorsanız -ya da güvenmiyorsanız- bende aynıyım… Kimine göre avantaj kimine göre ise dezavantaj sayılabilecek durumum ise “karanlık” dediğimiz odakların binlerce, yüzlerce yıldır ne haltlar yediklerini, ne günahlar işlediklerini, binlerce masum ruha&canlıya nasıl acımasızca kıydıklarını eskiden beri durmadan, yılmadan araştırıyor, öğreniyor olmam. Bu oldukça iç karartıcı bilgileri yeri geldi ezberledim, yeri geldi unutmaya çalıştım çünkü okuduklarımdan midem bulandı, yeri geldi uykularım kaçtı, kabuslar gördüm. Ama bakın, hala burada, herşeye rağmen karşınıza geçmiş “korkmayın, umut var, herşey sandığınızdan çok daha farklı şekilde gelişebilir, arka planda hiçbirimizin bilmediği bambaşka bir plan dönüyor olabilir” deme cesaretini gösteriyorum çünkü tam da bugün, şu an, şu dakika bunu sizlere söylemek için gelmeyi seçtim bu dünyaya, belki de, kimbilir?

Magenta Pixie’ye dönecek olursak, ki İngilizce dinleme imkanı olanların son videolarını dinlemelerini şiddetle öneririm, kendisi bu çetin geçen günleri daha da anlamlandırabilmemiz ve bir katkımız olabilmesi adına 3 aşamalı bir protokol geliştirdiğini söylüyor. Birde hikayesi var, video da anlatıyor nasıl geliştirdiğini. Bu protokolün ilk aşaması, işte tam da yukarda size bahsettiğim gibi, adına ne derseniz deyin, genelleme yapacak olursak “karanlık” diyelim, onları tanımak, ama çok çok iyi tanımak. Öyle üstünkörü 1-2 video izleyip, 3-5 satır okumaktan bahsetmiyorum. Detaylamasına incelemek, geçmişleri ne, gelecekte ne amaçlıyorlar, şimdi neredeler gibi etraflıca öğrenmekten bahsediyorum. Bunu yapmakta ki sebep, eğer karşısınızda tam olarak “kimlerin hangi planlarla” durduğunu bilirseniz bir sonraki aşamada gerekli olan kararlı ve net duruşu daha sağlam yaratabilmeniz. 

Açıkcası bu aşama beni hiç zorlamadı çünkü zaten yıllardır bu konuların içersindeyim dediğim gibi. Hatta ne yalan söyleyeyim bir süre sonra artık öyle bir aşamaya geliyorsunuz ki, öğrendikleriniz yüzünden zihin kapılarınız ardına kadar açılıyor, karanlık dehlizlerinizi aydınlattıkça kendinizle tuhaf ama eğlenceli sayılabilecek bir ilişki kuruyorsunuz. Kendi kendinizin Sherlock Holmes’u oluyorsunuz diyelim! Birde iplerin ucunu birbirine eşleştirip, teoriler geliştirmeye ve bağlantılar kurmaya başladınız mı iş çok enteresan hale gelmeye başlıyor. Matrix filmindeki gibi çözülüyor sanki herşey ve “dünyayı” oluşturan matematiksel denklem gözlerinizin önünden akıp gitmeye başlıyor. Algılamak, anlamlandırmak kolaylaşıyor bir anlamda, zorlanmıyorsunuz algınızı genişletirken.

İkinci aşamada ise, şimdi yayınlayacağım protokolü uygulamak var. Karanlık tarafı iyice öğrendikten sonra, bu aşamaya geçmek çok önemli çünkü onlar planlarını tamda siz bilmediğiniz, ilgilenmediğiniz ve ister istemez “onay” verdiğiniz için gerçekleştirebiliyor. 

Bir düşünün, neden herşey gizli, kapaklı yürütülüyor, “hastalıkların” arkasına sığınıyorlar ya da binlerce abuk subuk sembolle üstünü örtüyorlar? Eğer herşey onlar için bu kadar “kolay” olsaydı planlarını aleni gerçekleştirirlerdi değil mi? Gerçi yine gözümüze gözümüze sokuyorlar bazı şeyleri ama “bilen&anlayan” bir insansanız sokamıyorlar işte! Yemiyorsunuz o çürümüş elmayı diyelim… İşte sizde bu yazdığım protokolü sesli ve net bir biçimde okuduğunuzda onayınızı geri çekmiş oluyorsunuz. İzinler iptal ediliyor, kararlar veriliyor, sınırlar çiziliyor ve bu sefer onlara “sokağa” çıkma yasağı geliyor diyelim..

 “Aman canım ne saçma, bir bunu okumakla herşey bitecek mi sanki? Ne değişecek? Saçmalık!” deyip geçmeyin noolur, ne siz ne de buraya geliş amacınız saçmalık değil çünkü! Siz ve sizin niyetiniz gerçekten ÇOK ÖNEMLİ! Zaten diğer taraf sizin o küçümsediğiniz kendi gücünüzün ne kadar önemli olduğunun gayet farkında olduğundan tüm kötücül planlarını sizden gizli, kapaklı yapıyor, sizin iç gücünüz ve onu ele alma potansiyeliniz onları korkutuyor! Onların asıl BİZE ihtiyacı var, BİZİM onlara değil (en azından sandığımızdan daha az). Tüm savaşta bunun yüzünden zaten, biz gücümüze uyanmayalım sürekli narkoz altında uyutulalım! Görmemizi istemedikleri gerçek bu!


Dünya’da iki zaman çizelgesi var.
İlki, karanlık odaklar tarafından orkestra ediliyor. Bunlar “Luciferian/Satanist/Draconian/Reptilian/Illuminati/Kabal” adını verdiğimiz arketip yapılar.
Diğeri ise, “Işık tarafı” ve onların daha üst boyutlara dair planları. Kozmik Yaratıcı/ Yaratıcı Kaynak/ İlk Merkez ya da sizin kendi inancınıza göre adlandırmayı seçtiğiniz, ruhunuzun “evinde” hissettiği o güçlü inanç merkeziniz. Adlara takılmayalım, iç hissimize odaklanalım.
Kim ne derse desin, dünyada yaşayan her birimiz özgür iradeye sahibiz ve içimizdeki hangi tarafı beslersek onun yanında yer alır, onun yolunda yürürüz.
Ve eğer şimdi bu protokolü okuyorsanız, gördüğünüz, öğrendiğiniz, izlediğiniz, yaşadığınız şeyler size doğru gelmiyor ve bunu değiştirmek için ne yapabilirim sorusu zihninizi kurcalıyor olmalı.
Güzel haber, yapabileceğiniz bir şey var! Hem de çok önemli bir şey! Şimdi derin bir nefes alın, nefesinizi verirken iç merkezinize odaklanarak, öfkelenmeden, hırslanmadan, kan beyninize sıçramdan aşağıda yazılanları NET bir ifadeyle SESLİ olarak okuyun. Kendi sesinizi hem siz duyun hem de evren! (Evdekiler duymasada olur...) Bunu yaparak görünür&görünmez tüm aleme sesinizi duyurmuş olacaksınız ve neye izin verip, neye vemediğinizi belki de hayatınızda ilk kez NET bir biçimde ilan edeceksiniz. Daha önce sormadılar sizde söylemediniz. Ama şimdi işler değişti, haklarımız gasp ediliyor ve nasıl evinizi soyan bir hırsıza karşı çıkıyorsanız, özgür yaşam hakkınızı çalan o gruplara karşı SESİNİZİ yükseltmekte en DOĞAL hakkınız! Ama öfkelenmeden, kilit nokta bu. Öfke bizim tüm niyetimizi sıfırlar ve başladığımız o ilk noktaya geri döneriz.

Haydi o zaman başlayalım;

“Ben, …….. (burada isminizi söyleyin) özgür iradeye sahip bir bireyim ve geleceğim hakkında bazı güç odaklarının benim rıza vermediğim şekilde karar vermesine İZİN VERMİYORUM.
Dünyaya gelmeyi seçtiğim gibi, burada nasıl ve ne şekilde yaşamak istediğime de ben ve benim yüksek benliğim KARAR VERİR. Bu nedenle karanlık odakların dünyada nasıl yaşayacağımı kendi istekleri doğrultusunda organize etmelerine İZİN VERMİYORUM.
Aynı şekilde; fişlenmeye, çiplenmeye, aşılanmaya, takip edilmeye ve yıkıcı etkilere sahip yüksek frekanslarla/radyasyon düzeyiyle bana zarar verilmesine İZİN VERMİYORUM.
Bana yalan söylenmesine, ajandaların gizlenmesine, sahte propaganda aletleriyle zihnimin kontrol altına alınmasına kesinlikle İZİN VERMİYORUM. Karanlık tarafın ne yapmaya çalıştığının farkındayım ve bu nedenle onlara bugüne dek bilerek ya da bilmeyerek verdiğim bütün onayları GERİ ÇEKİYORUM, İPTAL EDİYORUM, YOK SAYIYORUM. Bundan böyle karanlık planlarınızı gerçekleştirmek için benim rızama SAHİP DEĞİLSİNİZ:
Spiritüel rehberlerimin ve ruh ailemin benimle her zaman beraber olduğuna inanıyorum ve bu karanlık tarafa karşı duruşumda beni desteklemeleri ve bana güç vermeleri için onları şimdi yanıma ÇAĞIRIYORUM. Artık benimlesiniz ve ben YALNIZ değilim.
Bundan böyle bu gezegen hak ettiği düzeyde sağlıklı, dengeli, barışçıl ve huzurlu bir atmosfere sahip olacak ve adına “doğa” denen ve onun gerçek sahiplerinin tümünü oluşturan canlılara hak ettikleri sevgi ve saygı gösterilecektir.
Ben ….. (burada isminizi söyleyin) şimdi ve burada bunları evrene söylemek için geldim. Sevgi, Saygı, Dürüstlük ve İyilik HER ZAMAN kazanır.”

Bu yazdığım protokol benim kendi uyguladığım sistem ve sizde bunu alıp istediğiniz kadar tekrar etmekte, paylaşmakta özgürsünüz. Hatta lütfen paylaşın! Eğer içinizden geliyorsa kendi eklemek istediklerinizi de ekleyin ve kişiselleştirin. Burada dikkat etmeniz gereken tek şey, bu protokolü okurken olabildiğince nötr kalmak, kine, öfkeye, hiddete kapılmamaktır. 

Burada amaç, karanlık tarafa lanet yağdırmak, onları içinde bulundukları cehennemin daha da dibine göndermeye “çabalamak” değil, tam aksine “çabalamdadan, doğal bir şekilde” kendi alanınıza sahip çıkmak, bugüne dek kaptırmış olduğunu gücünüzü geri çağırmak ve yaşam enerjinizi ait olduğu asıl yere yani KENDİNİZE geri çevirmektir. Unutmayın ki; lanet okuduğunuz her an kendi yaşam gücünüzden bir parçayı karşı tarafa kaptırıyorsunuz ve kendi iç karanlığınızı besliyorsunuz. Ve karşı tarafa hiçbir şey olmuyor… Hatta daha da güçlenerek o sivri tırnaklarını bilemeye devam ediyor. O halde, amaç, karanlığınızı beslemeden sakin bir biçimde kendinize dönmek ve size ait olanı, gücünüzü kaptırdığınız yerden geri almaktır.

Şimdi gelelim asıl meseleye, benim yazmakta en zorlandığım ve belki de sizin tüm bu uzun yazıda okumakta en zorlanacağınız kısma yani üçüncü ve son aşamaya. “Affetmek”. Ah.. Naaptım ben?! Şimdiden o minik çığlıklarınızı duyar gibiyim.. “Yapmaa.. Sen de mi Brütüs!” “Kızım şuraya kadar ne güzel yazdın ama affetmek dedin ya tamam bitmiştir benim için, bir daha asla okumam yazdıklarını, onu demeyeydin ne güzeldi!” dediğinizi duayr gibiyim. 

Neden mi? Çünkü ben dedim de ondan! O ana kadar hayranlıkla dinlediğim Magenta bunu ilk söylediğinde nasıl öfkelendim anlatamam. O dakikaya kadar bu çeviriyi yapmakta kararlı olan ben o an “asla” dedim, ben bunu kimseye anlatamam! Yine salak saçma bir new age çılgınlığı, spiritüel bs (*bullshit), ölürüm de affetmem! dedim… Ama sonra… O öfkeyle yükseldiğim tam o anda bir şey koptu içimde, o karanlık -evet belki çok çok daha azı- benim içimde de vardı! O insanlar benim elimde olsaydı o an bir kaşık suda boğuverirdim onları ve işte tam da o “boğuverme” hissi beni de o karanlıkların içine çekiyordu…

 Yapış yapış, pis, sevimsiz bir his kapladı içimi, kaybolmuştum. Ve tam o an, bir şey dedi Magenta, o kadar kilit bir cümleydi ya da en azından benim için… İşte o an kırıldı içimde bir şey, içimin o en sert, en kırılmaz, en dayanıklı dediğim kabuğunda bir çatlak oluştu ve o çatlaktan içeri giriverdi ışık… “Sen, ben, o, biz, siz, onlar yok aslında geldiğimiz kaynakta, BİR var, BİR olmak var, ışıkta&karanlıkta&şeytanda&melekte&kabalda&non-kabalda hepsi ama hepsi zaten tek bir kaynaktan çıkma ve yaratılan bu dualite sayesinde öğrensin ve bir sonraki aşamaya 
 yükselsin diye oynanıyor tüm bu ilahi komedya!” dedi 

Magenta… Haklıydı… Ben affedersem ya da adı her neyse işte, o üçüncü aşamayı gerçekleştirirsem, onları değil kendi içimdeki karanlığı görmüş ve onu affetmiş olacaktım, kendi karanlığımı… Ben öldükten sonra, toprak olup gittikten sonra, kim biliyordu “diğer” tarafta ne olduğunu? Beni bekleyen bir cennet? Ya da bir cehennem? Ya da bambaşka bir galaksi? Bambaşka bir evren? Ya da hiçbirşey… No-thing… Sadece BİR’e dönmek, 0 noktasına, başladığım yere bittiğimde geri dönmek…
 Bilemiyorum, bu soruların cevapları yok bende ama şunu biliyorum ki bu üçüncü aşamada aslında affettiğim “onlar” değil yine “benim”. Çünkü “et tırnaktan ayrılmaz” derler ya “karanlıkta aydınlıktan ayrılmaz”, o yüzden hadi adına affetmek demeyelim işi daha da zorlaştırmamak için ama beyaza boyayalım o siyahlıkları, düğmeye basıp ışığı yakalım o karanlık odada, köşe bucak temizleyelim o tozlu, rutubet kokan odayı… Yeter ki bir şey yapalım, öyle kayıtsız şartsız oluruna bırakmayalım bu gidişatı! Karanlığımız görülmeyi, hissedilmeyi, üzerine devasa kamyon farlarıyla sürülmeyi bekliyor.. 
Daha ne kadar “gör beni” diye bağıracak? Onu görmemiz için daha ne kadar alçalacak? Onu artık görelim ve ona ayrılan sürenin sonuna geldiğimiz söyleyip, sahneden inmesini ya da en azından başrolü bırakmasını söyleyelim. Ve hala zor geliyorsa size bu kısım… Bekleyelim, zorlamayalım, olmuyorsa olmuyordur, “izinleri iptal edelim” yeter şimdilik

Not: Üçüncü aşama için kafası karışanlar, kabul edemeyenler… Sizi çok iyi anlıyorum çünkü inanın bende o aşamaya her geldiğimde komik videolarda ki eşiği atlayamayan kedicik gibi kalakalıyorum. Azıcık atlar gibi yapıyorum, çaba gösteriyorum ama ı-ıh, cık cık, atlayamıyorum! Bazen ise hop, bir bakmışım tezgahın üzerindeyim… O nedenle tahmin ettiğim sorunuzun cevabı bende de yok maalesef… Tek önerim, nasıl ikinci aşamada ki protokolü mümkün olduğunda nötr bir şekilde, merkezimizde kalarak söylüyorsak, üçüncü aşamaya geldiğimiz de ruh halimiz aynı sakinlikte kalabilmek olsun. Bahsettiğim imgelemeyi başaramasanız bile en azından sakinliğinizi korumak dahi ruhunuza iyi gelecek, eminim. Bana geliyor… hem de çok…
Sevgiler&Selamlar….
Magenta Pixie&Simon Parkes video: https://youtu.be/Vz1527AZYO0

3 comments:

Unknown dedi ki...

3.Asama icin kafam karismadi... Butunu gorup anlamak onemli, insan icin vakit geldi ve gitmesi gerekenler gidecek, onlari yolculuyoruz... :)

Adsız dedi ki...

Kendi kisisel deneyimlerimle soyluyorum; inanc, iman ile degil, kesin bir bilis ile soyluyorum ki, "TANRI" dan baska hic bir sey, hic kimse yok. Bunu icsellestirmeden hic bir seyi ya da kimseyi mutlak bir bir sekilde affedemezsiniz. Mutlaka bir nuve icinizde kalir. Gercegi arayanin kendisinden baska gercek yoktur. Ve kendisiyle savasi birakan, kendisini affeden, herkesi ve her seyi de kolayca affeder. Bu yuzden, affedemeyenlere onerim, Onlara sevgi gonderin. Inandiginiz Tanri'dan Onlarin kalplerini saf sevgi, anlayis ve merhamet ile doldurmasini ve kendilerini oyle ifade etmelerini saglamasini isteyin. Bu bile en azindan sizin titresiminizi yukseltecektir.
Sevgiyle.

Adsız dedi ki...

Bunu bir inanc ya da imanla degil, kesin deneyimlerimle soyluyorum; Tanri'nin kendisinden baska hic bir sey, hic kimse yok. Bunu idrak etmedikce kesin ve kalici olarak affedemezsiniz, bir nuve mutlaka kalir ve yesermeye devam eder. Ne kadar kabul etmese de, affetmek insan icin en zor seydir.
Bu yuzden, inandiginiz Tanri'dan Onlar'in kalplerini saf sevgi, anlayis ve merhametle doldurmasini ve kendilerini oyle ifade etmelerini saglamasini dileyin. Bu en azindan kendi titresiminizi yukseltmenizi saglar.
Tanridan baska hic bir sey yoksa, neyi yargilayacaksiniz ki? Ne yi affetmeye calisacaksiniz ki? Yoksa yine sadece 'oyun'a kapilmis olursunuz.
Yazi icin tesekkur ederim. Sevgiyle.

Yorum Gönder